Fakir köyde bir başöğretmen

Öğretmenler Günü’ne yetiştiremediğim bu yazı, beni hüngür hüngür ağlattı.

Haberin Devamı

O günleri düşündüm, o talebeleri ve bu müthiş başöğretmen gibi öğretmenlerimizi... Keşke eski günleri düşünüp de hayıflanmasak. Bugün okullarda dilediğimiz gibi Cumhuriyet Bayramları kutlanamasa da, işte hâlâ bu okurum gibi güzel insanlar var aramızda. Ne mutlu öğretmenlerini hâlâ böyle saygıyla ve sevgiyle hatırlayanlara, onların bizlere tuttuğu ışığı asla kaybetmeyenlere...

Kalemlerin boynu eğik, tebeşirler suskun

Sevgili başöğretmenim, yıllar oldu sizlerden uzak olalı. Ne acı bugün, elli yıl sonra, geriye doğru bakmak. Bir köy ilkokulunda öğretmen olmak hiç kolay değildi. Öğrencilerin ne kitabı, ne defteri ne de silgisi vardı. İşte o gün biz öğrencilerin kendimizi çok yoksul hissediyorduk, oysa ne kadar zenginmişiz, işte bunun farkına ancak elli yıl sonra vardık.
Başöğretmenim, tebeşirimiz yoktu, sen bizlere tebeşir yapmayı öğrettin. Marangozluğu, üretmeyi, dülgerliği hatta elbiselerimizin yırtığı nasıl yamanırı öğrettin. Geometriyi bize birinci sınıfta yılın ikinci yarısında öğrettin. Kilometreyi ise köylülerden toplayıp birbirine bağladığın urganlardan arazide uygulamalı gösterdin.
Başöğretmenim, resim dersinde öğrencilerini kırlara çıkarır ve her öğrenciden doğadaki en sevdiği şeyin resmini yapmasını isterdin. Cumhuriyet Bayramları’nda kendi düzenlediğin sahnelere kendin ağlardın.
İşte başöğretmenim bugün o kadar yoksuluz ki, ne defterlerin ne de kalemlerin anlamı var, çünkü yazı yazmak unutuldu.
Yazmayı bilmiyor hiç kimse. Bilgi-sayarlar çıktı ya ondan mı ne? Köyde uzun yaz tatillerinde de ödev verirdin biz öğrencilerine. Doğanın ödeviydi bu.
Öğrencileriniz henüz elektrik lambasının ışığını görmemişlerdi, ama hayallerinde yüksek okullara gidip, lacivert elbise beyaz gömlek, kravat öyle karşına çıkmak isterlerdi...
Çünkü sizin hayallerinizde biz öğrencileriniz için öyleydi. Ama yoksulluk o kadar ağır basmıştı ki üstümüze, umutsuzluğu da aklımızdan çıkarmazdık, çünkü siz öğrencilerinize gerçekçi olmayı da öğretmiştiniz.
Başöğretmenim belki hepimiz yüksek okula gidemedik ama yıllar sonra bunun çok önemli olmadığını da fark ettik.
Çünkü bizlere beş yıl içinde Anadolu’da, yoksul bir köy ilkokulunda, öyle bir eğitim vermişsiniz ki, bugün yüksek okulların önünden geçerken bile imrenmiyoruz.
Çünkü üzerimize tuttuğunuz ışığı gölgeleyecek bulutun olmadığını gördük, başöğretmenim.
Ta o günlerde bize verdiğin öğüt hâlâ aklımızda; “Kalemle yazdığınız yazılar kişiliğinizi yansıtır, onun için el yazılarınızı yuvarlak ve dik yazmayı unutmayın” demiştin, oysa bugün kalemlerin boynu eğik kaldı, tebeşirler ise suskun.
İmzamı ise hep senin imzana benzetmeye çalışıyorum, senin onurunu taşıma özentisi var tüm öğrencilerinde. Başöğretmenim elinden aldığım karnem hâlâ duruyor, kitapsız, kalemsiz, silgisiz ve deftersiz bir öğrencinin karnesi...
İşte o notlarımı gururla açıp açıp bakıyorum altında Başöğretmen Ahmet Gökçek imzası var. Bir elli yıl daha geçse de saklayabilsem. Tüm başöğretmenlerimin eğitmenlerimin anıları önünde saygıyla eğiliyorum.
Muzaffer Ersoy
muzafferersoy@garipmusa.com

Yazarın Tüm Yazıları