Denizci olmak istemiyorum!

Güncelleme Tarihi:

Denizci olmak istemiyorum
Oluşturulma Tarihi: Kasım 01, 2012 00:00

Motor Boat & Yachting dergisi, kasım sayısı için “Suskunlar” dizisinin fevri Bilal’i Sarp Akkaya’yla Kalamış’tan adalara doğru sakin bir yolculuk yaptı.

Haberin Devamı

OBJEKTİFLERE POZ VERDİ FOTO-GALERİ

Bodrum koylarında bir-iki günlük tekne gezileri ve Famous Cup dışında denizcilik deneyimi olmayan ünlü oyuncunun içindeki denizciyi uyandırmaya çalıştı ama başarılı olamadı!

İstanbullu olduğuna göre deniz çocuğu sayılırsın...
- Evet. Ama ben denizin içinde değil, üstünde ya da kenarında olmayı sevenlerdenim. Yüzmeye çok meraklı değilim ama İstanbul’da doğan bir çocuk olarak suya bakmamak beni rahatsız eder. Suyu hep görmek istiyorum; bana iyi geliyor.

Denizi ne kadar kullanıyorsun?
- Boşsam eğer Caddebostan’da Kamil Ağabey’in yeri vardı, oraya gider otururduk. Sonra belediye yıktı orayı, kendine daha kötü bir yer yaptı. Ama Kamil Ağabey varken her gün gider oradan denize bakardım. Denize bakmak güzel.

Şimdi?
- Şimdi hem işin yoğunluğundan hem de belediye Kamil Ağabey’in dükkanını yıktığından haftada bir sahile çıkıyorum.

FAMOUS CUP’TAN SAÇMA BİR ANI KALDI
Bu yıl Famous Cup’a katıldın. Nasıldı?
- Valla bir kısmı çok eğlenceliydi; bir kısmı da meşakkatli. Meşakkatli olan kısmı malum, minicik bir teknede yedi kişi, çok fazla hareket alanınız yok ve durmadan hareket etmek zorundasınız. O zor bir şey. Benim de ilk tecrübemdi, her gün 3,5 saat zor oldu... Her ayağına katıldım ve zorladı. Hatta ilginç de bir anım var yarıştan. Yarışın öncesinde bir brif veriliyordu. Ben brife yetişemedim, hemen tekneye geçtim. Bir saat sonra mürettebattan biri (mürettebat dedim, öyle mi denir artık bilmiyorum) bana bir cep telefonu uzattı. “Çeker misin?” dedi, “Çekerim” dedim. Çekiyorum ama adam hiç poz vermiyor! Sonunda bozuldum “Al al” dedim verdim makineyi, döndüm. Sonra anlattılar, bu telefon markası her tekneye bir telefon veriyor. Teknedeki bir ünlü de onunla fotoğraf çekecek, en iyi fotoğrafı çekene makine hediye edilecek. O makine bu. Sonra bunu slayt şov yapacaklar, bir bakacaklar Sarp Akkaya durmadan bir adamı çekmiş! Böyle saçma bir anım var yani.

Famous Cup’tan sonra “Motoru hissetmeden kendini rüzgâra bırakmak çok güzel, ekip işi iyi” gibi açıklamalar yapmışsın.
- O daha çok ablamla yaptığım tekne turlarından bende kalan bir his; motor sesi olmadan seyahat etmek. Evet o çok zevkli. Hiçbir şey duymamak, sadece teknenin denizi yarmasının sesi duymak büyük keyif.

YEMİN EDİYORUM ÇOK ÇALIŞIYORUM
Yelken yapmayı öğreneceğini de söylemişsin...
- Yok o Famous Cup’a ayıp olmasın diyeydi.

Bu “off the record” değil mi?
- Yoo... Önceliklerim başka. Motoryat gibi...

O daha mı kolay?
- Bir yerde sıkıldığımda rüzgâr beklemeden uzaklaşabilmek daha iyi.

Ama hepsi için aynı yerden ehliyet alıyorsun.
- Hallettik onu ya. Tanıdıklarım var benim de bir-iki tane camiada.

Spor yapmadığında da gelebilir miyiz buraya?
- Geliriz. Haftada dört beş gün spor yapmıyorum.

Geri kalan zamanda ne yapıyorsun?
- Çalışıyorum ya. Yemin ederim çok çalışıyorum.

SPORA YAZILINCA KENDİMİZİ SPOR YAPMIŞ ZANNEDİYORUZ
“Kitap okumaya zaman bulamıyorum” gibi bir bahane mi bu da?
- Spor için iki bahanem var. Biri zaman. Çok çalışıyorum. Spora zaman ayıramıyorum, ayırabilsem de yoruluyorum; çok yoruluyorum. Spor yapamıyorum. Biz ailece, spora yazıldı mı kendini spor yapmış gibi hissedenlerdeniz. Hele bir de altı aylık ödediysek, bizden daha sportifi yoktur yani.

Oyuncunun bedeniyle ilişkisini etkileyen bir şey değil mi spor? Mesela spor yapsan bu senin performansını etkilemez mi?
- Vücudunu tanımaksa mevzu, evet oyuncu vücudunu tanımalı. Ama bunun tek yolu spor değil. Üç senedir tiyatro yapmıyorum; yapsaydım, spor yapmamanın eksikliğini çekiyor olurdum. Tiyatro gerçekten bir spor zaten, çok efor sarf ediyorsun, ısınıyorsun, çalışmaları, egzersizleri, evet spor denebilir. Ama üç senedir bayağı geriledim. Bu durum kamera önünde çalışmayı çok etkilemiyor. 1,5-3 saatlik bir performansı vücudun da taşıması gerekiyor ama sürekli kesilen, kamera önü oyunculuğunda o kadar da çok beden performansına girilmiyor.

Senin rollerin çoğunlukla fiziksel performans gerektirmeyen roller diyebilir miyiz?
- Aslında ben çok koşuyorum. İyi de koşuyorum. Bu da spordan değil, mahalleden kalan bir alışkanlık. Mahallece kaçardık biz.

‘TEKKE’DEN AYRI BİR ŞEY YAPAMAM
Aynaya bakarak çalışmadığını, yürüyerek bile oyunculuk çalışıldığını söylemişsin. Şimdiki çalışma temponda günün 17 saati settesin, geri kalanında da uyuyorsun.
Yani rotan belli. Dolayısıyla yeni deneyimlerle ilgili bir sıkıntın var mı?
- Aslında rota hep aynı değil. İstanbul’un her yerine gidiyoruz. Her yerinde de yeni insanlarla tanışıyoruz. İstanbul’un iki mahallesi bile birbirinden çok farklı. Balat bile kendi başına bambaşka bir dünya. Cibali’deki insanlar benim daha önce gördüğüm insanlar değil, başka bir anlayışları, kültürleri var. Onu tanıyorum mesela. O kültürü tanımak da insanın başka bir tarafını tanımak gerçekten de. Bir de Apo var; asistanım. Dünyanın en tuhaf insanı. Onun sayesinde ben insanı her gün yeniden tanıyorum.

Yani yeni deneyim aramaya ihtiyacın olmuyor...
- Benim yeni oyun alanlarına ihtiyacım oluyor. Oyun oynayacak alanlar. Bu arada 10-12 kişilik bir arkadaş grubumuz var, ‘tekke’ dediğimiz. Ben hepsinden bir şeyler alıyorum, faydalanıyorum zaten. 10-12 kişi az bir sayı değil. Onların hepsini çok iyi tanıyorum. Her beraber vakit geçirdiğimizde başka bir tarafları üstüne çalışıyorum, yokluyorum. Her arkadaşlıkta olur bu ama bilinçli yapılmaz. Kızıyorsun, kızdırıyorsun, neye nasıl öfkelendiğini biliyorsun. Sevdiğini kızdırmamak için neyi nasıl söyleyeceğini biliyorsun, onun tepkisine bakıyorsun. Normal insan ilişkilerine ben sadece biraz daha fazla detaylı bakıyorum. Kendi arkadaşlarım üstünden bunun araştırmasını yapıyorum.

Tekkeyi, seti bırakıp kendime zaman ayırayım ve o yaptığım şey de beni değiştirsin fikri aklına düşüyor mu?
- Arkadaşlarımla öyle bir ilişki kurmuşuz ki... Nasıl diyeyim... Hani taşlar seneler sonra birbirine öyle bir yapışır ki ayıramazsın, kimyası karışır birbirine. Bizim de öyle bir grubumuz var. Ben de onlardan ayrı hiçbir şey yapmayı düşünmüyorum. Mesela Çeşme’yi çok seviyorum, oraya mutlaka arkadaşlarımla gidiyorum.

BEN SADECE DENİZE BAKAYIM
Diyelim sana bir rol geldi. O 12 arkadaşına ve bugüne kadar biriktirdiğin hiçbir şeye benzemiyor. Ne yaparsın?
- Hiçbir taraflarının benzememesi çok zor bir ihtimal ama farz edelim oldu. O zaman insanın en son döneceği yer kendisi oluyor. Zaten dışarıdan topladığım malzemeyi de kendi içimde harmanlıyorum. Oynayacağım karakterde bana dair ne var ona bakıyorum. Ama bana dair bir şey yoksa, zaten ben o rolü oynamıyorum. Beni ilgilendirmeyen hiçbir şeyi oynamayıp beni ilgilendiren insanlarla beraber oluyorum. Hayatımı ilgilendiğim şeylerin etrafına kuruyorum.

Sanırım senden yeni denizlere açılmaya hevesli bir denizci çıkaramayacağız...
- Ya biz röportaj yapacaktık sadece. Ben denizci olmak istemiyorum, denize bakayım sadece...

Haberin Devamı

ARTIK VAPURA BİNEMİYORUM
Vapura biniyor musun?
- Vapuru çok kullanıyordum ama artık kullanamıyorum. Şu fotoğraf çektirme hikayesi yüzünden... Vapurda kaçacak yerin yok. Kıçta kıstırılıp 50 kişiyle fotoğraf çektirmek... Yok, artık kullanamıyorum vapuru ama denizi seviyorum.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!