"Gerçek aşkı yaşamadım"

Güncelleme Tarihi:

Gerçek aşkı yaşamadım
Oluşturulma Tarihi: Ocak 08, 2009 02:00

26 Aralık’ta vizyona giren ‘Yağmurdan Sonra’ filminin başrol oyuncularından Serhan Yavaş’la; filmi, filmin konusu olan ’12 Eylül dönemini’ ve oyunculuğunu konuştuk. Ayrıca hayatındaki ilginç kesitleri de yine röportajımızda bulacaksınız.

Haberin Devamı

MELİKE BİRGÖLGE'NİN DİĞER RÖPORTAJLARI

SERHAN YAVAŞ FOTOĞRAFLARI

Geçtiğimiz iki sezon boyunca yayınlanan ‘Yemin’ dizisinden sonra size çok teklif gelmiş. ’Yağmurdan Sonra’ filminin senaryosu geldiğinde ‘İçinde beni duygulandıran sahneler vardı’ dediğiniz, canlandırdığınız Nuri İlker rolünü seçerken neydi sizi heyecanlandıran?        

Bana hikaye anlatıldı ilk olarak. Henüz ortada bir senaryo yoktu. Hikayedeki Nuri karakterinin bir kız çocuğu vardı. Doğumundan sonra onu dokuz yıl boyunca görememiş ve haber alamayan bir baba. Cezaevinden çıkmasına yakın, eski eşi Nuri’ye kızını göstermek için onu ziyarete geldiğinde kızıyla ilgili çok acı bir gerçeği öğrenecekti. Bu anlattığım kısım oldukça detaylı anlatıldı bana. Ben o anda çok duygulandım. Bu kısım benim ‘Evet’ dememe neden oldu sanırım.

Haberin Devamı

“OTORİTER BİR YAPIM VAR!”

Kendinizden yani Serhan’dan neler kattınız rolünüze?

Neticede bir babayım ben de. Ben de bir ayrılık yaşadım. Bu tecrübe ve yaşananlar Nuri’nin ailesiyle olan ilişkisini ortaya koymamda çok faydalı oldu. Genelde otoriter bir yapım vardır. İşlerimde disiplinli ve titiz olmaya özen gösteririm. Bu da Nuri’nin inandığı değerler uğruna karşısına çıkan zorluklara mücadelesinde faydalı oldu. Aşk mevzusuna gelirsek o zaten söylenenlere göre benim iyi ortaya koyduğum bir özellikmiş. Yani Nuri aslında Serhan’ın yaşamsal kesitlerinden oluşmuş zaman zaman.

Siz ve Pelin Batu’dan başka kimler var filmin oyuncu kadrosunda?

Pelin ve benden başka, Turan Özdemir, Nilgün Belgün, Demir Karahan başta olmak üzere çok değerli oyuncular yer alıyor filmde.

Canlandırdığınız karakter Nuri, 1980 döneminde tutuklanmış, ağır işkencelerle karşılaşmış bir yazar. Cezaevinde aşkla karşılaşıyor. Hem de daha önce yaşamadığı duyguları ilk kez… Neler yaşıyor?

Aslında Nuri aşkı yaşamamış. Yaptığı evlilik yanlış bir evlilikmiş. Daha sonra da zaten tutukluluk dönemi boyunca da ağır şartlarda yaşamak zorunda kalmış. Gökçeada, onun için bir açılım bir bakıma. Sumru’yla karşılaşması, göz göze gelmeleri ve tanışmaları onda hiç farkında olmadığı duyguları hareketlendirdi. İçinde hissettikleri belki onun için yeni bir başlangıç olacaktı.

Haberin Devamı

“İNSANLAR DEĞİŞEBİLDİKLERİ ORANDA SIKINTIDAN KURTULURLAR!”

Sizin canlandırdığınız Nuri siyasal mağdur, Pelin’in (Batu) canlandırdığı Sumru ise özel hayat mağduru. Bu iki mutsuz insan birbiriyle karşılaşınca mutsuzluk mağdur oluyor. Bu iki karakterin karşılaşması ikisinin mutsuz anlarındaki yaşadığı dışa vurumla ortaya çıkıyor. Mağduriyet ve mutsuzluk, insanın hayatında bir noktada ortaya çıkıyor ya da patlıyor değil mi bir şekilde?

Bu hayata bakış acınızla ilgili bir şey. Bence mutsuzluk içinde bulunduğunuz bir durumun ya da şartların size sıkıntı vermesidir. Bu durumda yapılması gereken o şartları ve ortamı değiştirmektir ya da o sıkıntıyı artık sıkıntı olarak görmeme durumuna gelmektir ki bunu yapmak için o şartlarda çok büyük bir sabır göstermeniz gerekir. Bir süreç, bir adaptasyon ya da ortama göre yaşayabilme… Bu da kişiliğimizle ilgilidir. İnsanlar değişebildikleri oranda sıkıntıdan kurtulurlar bana göre.

Haberin Devamı

Siz aşkta ya da hayatta mutsuzluğun mağduru olduğunuzda nasıl çıkarsınız işin içinden?

Aşkı yaşamadığım için bilemiyorum. Zaten benim aşktan anladığımda da mağduriyet olma durumu yok.  Ama hayattaki mutsuzluklar tamamen kişinin hayata bakış açısı ve inancının gücüyle alakalı bu konuda kendimi hayatı yaşamı sistemi anlamaya yönelik yetiştiriyorum.

“GERÇEK HAYATTA AŞKI YAŞAMADIM!”

Nasıl yani? ‘Aşkı yaşamadığım için bilemiyorum’ derken…

Ben gerçek hayatta aşkı yaşamamışım! Bu zamana kadar bir beğeniymiş yaşadıklarım. Yunus’un Mevlana’nın yaşamları gerçek aşkmış tüm varlığa olan. Leyla ile Mecnun’unki aşkmış.

Aşk sandığınız beğeniyi nasıl yaşarsınız diye sorayım o zaman. Gözün bir şeyi görmeme ve mantıklı davranamama durumu olur mu sizde de? Ya da başka neler...

Haberin Devamı

Dediğim gibi bunu bilmiyorum. Aşk; sevdiğinin haliyle hallenendir yani sevdiğiyle aynı halde olandır. Bunu yaşayan kaç kişi var? ‘Aşığım’ deyip, bir süre sonra ayrılık yaşayan ve birbirine düşman olanların görüntüleri ‘Aşk’ diye adlandırılır olmuş.

“AŞK BİTMEZ! BİTENLER AŞK DEĞİL, BEĞENİDİR!”

Peki sizin deyimizle beğeni yani duygu yoğunluğunuz bittiğinde çok acı çekenlerden misiniz?

İşte anlatmak istediğim bu. Aşk bitmez, bitemez! Bitenler aşk değildir, beğenidir! Hayat, sürekli yenilenen anlardan ibaret. Bu yüzden neyi yaşıyorsanız getirdiği anı bir öncekinde kayıtlı kalarak karşılamamalısınız. Yoksa ateşiniz yanmaya devam eder sizi yakarak.

“Aşk başka bir şey, o çok nadirdir ve de yok olmaz. Bitmez, geçici değildir.” diyorsunuz. Oysa ‘Aşkın ömrü üç yıldır’ diye kitaplar yazıldı. Hangisine inanacağız şimdi? (Gülüşmeler…)

Haberin Devamı

Evet, bu süreç bilim adamlarının beynin yaydığı bir hormonun vücut tarafından kullanılması sonucu kişinin bilincinde oluşan duygusal bir bakış açısı tanımı zannediyorum. Üç yıllık bir etkisi varmış. Fakat burada bu tanımlamayı alıp aşk kelimesiyle tanımlamak yanlış olur. Dediğim gibi buna beğeni demek daha doğru olur. Neticede aşk insanı yakar. Yanmadan aşk olmaz, yandıktan sonrada zaten ortada bir şey kalmaz. Bunu biraz düşünmek lazım!

12 Eylül 1980 darbesinin arka fonunu oluşturduğu ‘Yağmurdan Sonra’ filmi, izleyicileri hem yakın tarihimizle yüzleştiriyor hem de yasak bir aşkın hüznünü anlatıyor. Sizce dönem filmleri ve dönem dizilerinin ön plana çıkması, beğeniyle, merakla izlenmesi neyle alakalı?

Bilemiyorum aslında. Fakat dönem filmleri her zaman insanların ilgisini çekiyor. İşlenen konular, mekanlar ve oyuncular bunun gücünü belirliyor.

12 Eylül döneminde çok kötü şeyler yaşanmış ülkemizde ama bunlar yaşanmamış gibi davranılıyor. Sizce bunun nedeni ne olabilir?

Ben o dönemde çocuktum. Dönemin ciddiyetinin ve sıkıntılarının farkında değildim. Ama herkesin hayatında kendini kötü hissettiği yaptığından pişmanlık duyduğu anları unutmak vardır. Hatırlamak istemeyeceği anlar… Bu da buna benzer olabilir. Politik kısmıyla hiç ilgilenmedim.

Cezaevinde maruz kaldığınız ağır işkence sahneleriniz var. O sahneler çekilirken zorladı mı sizi?

Filmde hiçbir sahneyi çekerken zorlanmadım. Tüm sahneleri zaten kafamda çekiyorum. Karakterin ne yapması, ne düşünmesi, nasıl bir duyguyla yaşaması gerektiğini motordan evvel beynimde oluşturuyorum. Motor denilince de direk karakter ortaya çıkıyor. İşkence sahnelerinin hiçbir zorluğu olmadı. Özel bir şey de düşünmedim. İşkence gören bir adam vardı orda. O oldum sadece.

“HER FİLME ÇOK ELEŞTİREL BAKIYORUM”

Dizi oyunculuğundan sonra sinema… Filmi izlerken aklınızdan geçenler neler oldu? Kendinizle oyunculuğunuzla ilgili olarak…

Ben çok eleştirel bakıyorum her filme ve karakterlere. Kendime de böyle bakıyorum tabii ki. Dizinin üstüne bir karakter çıkarttık ortaya. Başarılı ve yerinde bir karakter olmuş söylenenlere göre.
 
Beyazperdede adınızı görmek nasıl bir duygu peki?

Beyazperde diziye göre kalıcı bir iş tabiî ki. Sizden sonrakilerinde izleyebilecekleri bir yapıt. Neticede arşivleniyor. Güzel bir duygu açıkçası.

Bu filmde iki tane ilk var. Sizin ilk sinema deneyiminiz, Görkem Turgut’un da ilk yönetmenlik deneyimi bu filmde buluşuyor. Görkem Turgut sizi bu rolü için seçtiğinde, hangi yönünüzü, özelliklerinizi düşünüp de seçmiş olabilir?

Sordum “Bu rolü neden bana teklif ediyorsunuz? Ben o dönemde yetişkin değildim. Ayrıca bu tür filmlerde oynamış ve oynamak isteyen çok tecrübeli oyuncular varken neden ben” dedim. Görkem de bana “Kim var, söyle bakalım” dedi. İki, üç isim söyledim. Geç onları! Her şeyiyle Nuri’yi en iyi oynayacak kişi sensin bana göre” dedi. Şimdi tabii ona sormanız lazım bu soruyu ‘Serhan Yavaş, sizin düşündüğünüz Nuri olabilmiş mi’ diye.

Pelin’le (Batu) oynamak nasıldı? Paslaştığınız sahneler oldu mu mesela?

Pelin’le ilk defa bu filmde tanıştım. Pozitif biri, iyi anlaştık. Kendi dünyasında, kendi idealleri doğrultusunda yaşayan biri. İyi vakit geçirdik, eğlendik.

Politik dram türündeki bu filmin çekimlerinde, sizi en çok etkileyen sahneler hangileri oldu? Neden?

Dediğim gibi beni en çok etkileyen sahne kızımla ilk karşılaşmam ve eski eşimle yaptığım konuşma sahneleri. Daha hikaye anlatılırken duygulanmıştım. Filmde kızımın olması ve ondan dokuz yıl ayrı kalıp özlem duymam beni çok etkiledi.

Peki hikayede içinizi en çok acıtan…

Nuri zor şartlarda yaşamak zorunda kalmış bir dönem. Ailesiyle ilgili dram da eklenmiş. Bu da yetmezmiş gibi bir de yeni bir aşkla bir başlangıç düşüncesi de suya düşürülünce hakikaten yazık adama diyor insan.

Filmin sloganından yola çıkarsak, ‘Yağmurdan sonra gökkuşağı görünür mü?’

Bazen diyelim şartlara göre değişir. Ama görünmesini isteriz değil mi?

“HANGİ İŞİN NE KADAR GİŞE YAPACAĞINI KESTİRMEK ZOR”

Pelin Batu “Ülkemizde film yapmak deli işi, çünkü hiçbir şekilde garantisi yok. Bu anlamda sinemacılık Don Kişot’luk gibi geliyor” diyor. Sizce de öyle mi?

Sanırım gerçeklik payı var. Hangi işin ne kadar gişe yapacağını kestirmek zor. Bu, dizilerde de böyle.

Nasıl bir rolü iyi canlandırabileceğinizi düşünüyorsunuz? Ya da var mı hayalinizde şu rolü iyi canlandırabilirim” dediğiniz…

Aslında var. Benim içimde hep aksiyon ağırlıklı bir projede yer almak vardır. Fakat Türkiye de bu tarz filmleri çekebilecek yönetmen çok az ve de bütçe sorunu var. Tabii bir de senaryo kısmı yani bunlar tamam olursa ben oynarım. Bu işi seviyorum, severek yapıyorum. Başarabileceğime inandığım her rolü canlandırmaya çalışırım. Her karaktere öyle pat diye giriş yapamıyorsunuz. Ön hazırlığı, araştırması, gözlemi ve bunun sizden nasıl açığa çıkartılacağı süreci var. Hiç düşünmediğiniz bir rolü çok gerçekçi ve zengin bir karakter olarak canlandırabilirsiniz.

Gelelim Serhan Yavaş’ın hayatına… İlgiyle izlenen ‘Yemin’ dizisiyle dikkatleri üzerinize çektiniz. Diziden önce çikolata reklamında oynadınız. Diziyle birlikte sizi tanıyanların sayısı çoğaldı. Şimdi de ‘Yağmurdan Sonra’ filmiyle… Peki bu bilgilerin dışında kimdir Serhan Yavaş? Sizi tanıyalım biraz.

Serhan Yavaş; 1972 doğumlu, Marmara Üniversitesi Spor Akademisi Bölümü mezunu, bir kız çocuğu babası, huzuru ve mutluluğu her daim yaşamaya çalışan, duygularından çok aklıyla hareket etmeyi öngören bir bakış açısı oluşturmuş, düzenli, titiz, disiplinli, yaptığı işe ve tüm iş arkadaşlarına saygı duyan, insanları ve canlıları seven, kendi halinde biridir.

Spor Akademisi’nde eğitim aldınız. Branşınız da tenis hocalığı. Ne kadar süre tenis hocalığı yaptınız?

Üniversitede ikinci sınıftayken ders vermeye başlamıştım. Hiç unutmam, oturduğum yerden tam 125 km uzağa İstanbul dışında bir yere ders vermeye gidiyordum hafta sonları. Daha sonraları daha uygun şartlar ve koşullar ortaya çıktı. Altı sene kadar severek ve eğlenerek bu işi sürdürdüm.

Tenis hocalığı yaparken modellik maceranızın başlaması nasıl oldu?

Ben zaten Akademi’ye girdiğimde bir ajansa bağlı olarak reklam oyunculuğu ve modellik yapıyordum.

“BENİ KEŞFEDEN ODAMDAKİ AYNADIR!”

Sizi bu anlamda ilk keşfeden kim oldu peki?

Bu işe girmemi sağlayan keşif odamdaki aynadır! (Gülüyor)

1990’dan 1998’e kadar modellik ve reklam oyunculuğu sonrasında 1998 yılından 2005’e kadar başka bir sektöre yönelmişsiniz. Hangi sektördü bu? Ve o sektöre yönelmenizin nedeni neydi?

1999’da evlendim. Evlenince bu işi bıraktım. Ailevi mecburiyetten dolayı da tekstille, ticaretle uğraşmam gerekti.

2005 yılında sizi asıl yapmak istediğiniz mesleğe yani oyunculuğa döndüren ne oldu?

Boşanmış olmam!

“REKLAM ÇEKİMLERİNİ SEVİYORUM”

“Her zaman oyunculuğa ilgim ve yatkınlığım vardı” diyorsunuz. Oyunculuğunuzu keşfeden kim oldu?

Ben reklam çekimlerini seviyorum. Hep aynı disiplinle severek yaptım. Reklam setleri bana hep eğlenceli gelmiştir. Bundan ileri de gitmedi. Tabiî ki büyük bütçeli Hollywood aksiyonlarını izlerken hep o gerçekçiliği takdir ederdim. Ayrıca bu tarz yapımların içinde düşünürdüm kendimi naçizane. Bunun dışında kendimi bir oyuncu olarak görmedim, görmüyorum da.

Oyunculuğunuzun ilk basamağı olan ‘Yemin’ dizisi için teklif nasıl geldi? Veya şöyle sorayım kimin aracılığıyla ya da tavsiyesiyle bu rolü size sundular?

Bahsettiğiniz çikolata reklamını sevgili Nilgün Sağyaşar, televizyonda izlerken “İşte ‘Yemin’ dizisindeki Menderes” demiş ve bana ulaşmış. Bizzat benim deminki soruda geçen keşif olayım Nilgün Hanım’ın kendisi tarafından gerçekleştirilmiştir. Teklifi de bana kendisi yapmıştır.

Ailevi nedenlerden dolayı modellik ve reklam filmlerine bir süre ara verseniz de vazgeçmediniz ve ne mutlu ki şimdi istediğiniz işi yapıyorsunuz. Bu anlamda zorluklarla ya da engellerle karşılaştığınızda neler yaptınız?

Zor dediğiniz aslında o an için sizin kendine güveninizin zayıfladığı ‘an’dır. Ben önüme çıkan engellerin nasıl aşılması gerektiğini düşünüp, araştırıp yöneliyorum. Bu süreç sonunda da sizin zorunuz yok oluyor. Şu da var tabii, her an yeni bir oluşumun içindeyiz. Her oluşum kendine ait zamanı da beraberinde getiriyor.

Modelliğin, oyunculuğa kamera alışkanlığı dışında başka nasıl katkısı oluyor?

Rahat olma açısından katkısı var. Sizin evde yalnızken hissettiğiniz o rahatlığın sanıyorum kamera önünde de yaşanması gerekiyor. Reklam setlerinde de dizi setleri kadar kalabalık bir kadro var.

Modellikle oyunculuğun kıyaslamasını yapın demeyeceğim ama ikisini ayrı ayrı anlatmanızı, sizdeki yerini sorarsam ne der, nasıl anlatırsınız?

Modellik bir ürün tanıtımı ile ilgili bir gösteri diyebiliriz. Tanıtılan ürünün gerektirdiği bir rol vardır aslında ve bu roller de hep bizim yaşamımızdan karelerdir.

'Yemin’ dizisinin öncesinde sayısız reklam filminde rol almanızın yanı sıra bir de Türk-Fransa ortak yapımı olarak çekilen Osmanlı’nın son dönemleriyle ilgili 4-5 bölümlük bir dizide rol aldınız. Tarihi bir dönemin ele alındığı projede yer almak neler kattı size ve oyunculuğunuza?

Bu gerçekten uzun zaman önceydi. Diziyi Fransız ekip çekiyordu. Benim Fransa da ünlü bir balerin olan başrol oyuncusuyla bir sahnem vardı. Bir ara çekim esnasında bayanın morali bozuldu çekim durdu. Sonradan benimle ilgilenen ajans yetkilisi yönetmenin bana olan iltifatlarını duyduğu için kızın sinirlendiğini söyledi. Yani benim reklam dışındaki ilk işimdi ve tamamen yabancı bir ekip çekiyordu. Açıkçası ben oyuncu değildim şimdi de değilim. Sadece benden istenileni iyi anlayıp en iyi nasıl verebileceğime konsantre oluyorum.

“YENİ KARAKTERLER GÖRMEK İSTİYORUM”

Siz de ekranlarda yeni yüzler görmek isteyenlerdensiniz. Ekranlarda yeni yüz olmanın avantajları ve dezavantajları neler sizce?

Yeni yüzden ziyade ben yeni karakterler görmek istiyorum. Bir dizi ya da filmdeki rolüyle öne çıkmış ya da tanınmış bir oyuncunun aynı karakterle başka bir dizide oynamasını çok doğru bulmuyorum. Yeni yüz eğer başarılıysa herkes onun peşine düşüyor. Onlar da ‘Akarken kabımı doldurayım’ diye düşünüp, gelen her işi kabul ediyorlar. Bu, diğerlerine göre avantaj sayılabilir. Ama benim için değil. Dezavantajı ise tanınmak ve artık topluma karşı sorumluluk duyarak yaşamaktır. Fakat bunu yapabilen maalesef çok az.

Oyunculuğunuzu nelerle besliyorsunuz?

Hayatla aslında derler ya... Şunu izle, bunu izle diye bilinçli olarak çevrenizi izlerseniz çevrenizdeki her bir insanın tavrı, duruşu, mimikleri, bakışı, sözleri, yürüyüşü yani. Tüm hayatınız aslında sizi besleyendir. Çünkü her bir insan farklı güler, farklı ağlar, farklı bakar. Sizin yapacağınız; canlandırdığınız karakterin bunu nasıl yapması gerektiğidir.
 
“TENİSİN KİŞİLİĞİMLE UYUMLU YAPISI VAR”

Tan Sağtürk’le yaptığım bir röportajda “Bale içtiğimiz su kadar önemli” demişti. Peki tenis sizin için ne kadar önemli?

Su kadar değil tabiî ki ama spor bedenimiz ve sağlığımız için önemli bir yaşam aktivitesi. Aklına esince ya da ‘Kilo aldım, vermem lazım’ deyip spor yapmak anı kurtarmaktır, geçici çözümdür. Bu yüzden düzenli ve sürekli spor yaparak yaşamak gerekir. Zaman buldukça tenis oynuyorum. Tenis ferdi bir spor. Ben koç burcuyum, kişiliğimle çok uyumlu bir yapısı var tenisin.

Şöhret, tanınmak neler hissettiriyor, neler yaşatıyor?

Toplumu dikkate alarak yaşamayı gerektiriyor bence. Onun dışında insanların size olan hayranlığı ve beğenisini hissetmek tabiî ki güzel bir şey ama bunun müptelası olmak ve beklentisine girerek yaşamak o egoya bürünmek bir o kadar da tehlikeli.

Sizinle röportaj yapacağımı duyanlar kendinden geçti.

(Gülüyor) Neden?

Yakışıklı buldukları, sevdikleri bir oyuncuyu görüp, konuşacak olmam sebebiyledir belki bu kendinden geçmeler... Onlar adına şimdiki sorum: nasıl biri sizi etkiler?

Benim dikkatim kişinin hayata bakışı ile ilgili.

Yani?

Yaşam tarzı, alışkanlıkları vazgeçmeye hazır oldukları, vazgeçemeyecekleri... Hayata; şartlanmalarla, değer yargılarıyla, yoğun duygularla bakmak yanmayı getiriyor. Bu yaşıma gelirken bunları öğrendim.

2005 yılında boşanmışsınız sanırım. Bu nedenle evlilik kavramı uzak mı size?

2005’te boşandım evet. Evet uzak görünüyor ama yine de görünüyor. (Gülüyor)

Gelelim babalığınıza... Bir kızınız var. Nasıl onunla aranız? Nasıl zaman geçiriyorsunuz?

 Aramız iyi çok şükür. Onun istekleri doğrultusunda zaman geçiriyoruz. Genelde oyun ve eğlence ağırlıklı oluyor yaşının gerektirdiği gibi. Ders de çalışıyoruz beraber. Onu mutlu görmem gerek. Kendi doğrularımı ona empoze etmek yerine doğruyu bulmasına yardımcı olmak üzerine bir ilişki kuruyorum kızımla.

Oyunculuğun güzel yanları ve olumsuz yanları neler?

Öncelikle yaptığınız işi sevmelisiniz. Ben şu anda işimi severek yapıyorum. Bu yüzden de mutlu ve huzurluyum. Olumsuz yanları; çalışma saatleri normal bir iş gibi değil. Bir de çekimlerimizin yoğun olduğu dönemlerde maalesef kendinize pek vakit ayıramıyorsunuz.

“NERDE, NASIL, NE ŞEKİLDE YAŞADIĞINIZIN ÖNEMİ YOK!”

Kendinize vakit ayırabildiğinizde nelerle ilgilenmek ya da neler sizi mutlu eder?

Film izliyorum, kitap okuyorum. Nelerin beni mutlu ettiğine gelince… Huzur. Nerde, nasıl, ne şekilde yaşadığınızın önemi yok. Bunlar gelip geçici şeyler. Ne yapıyor olursanız olun o anda içinizdeki huzurun ve mutluluğun derecesidir sizi yaşama ve hayata bağlayan.

Ya kızdıran konular…

Bu bakış açınızla alakalı. Kızdığım şeyler tabiî ki var. Mesela işteki disiplinime aykırı tavırlar bana göre yanlış. Toplumu ilgilendiren konulardaki yanlışlar beni kızdırıyor. Yoksa şahsımın gocunması söz konusu değil.

Yaşam felsefenizi soracak olursam...

Sevgi. Mevlana’nın, Hacı Bektaş’ın Yunus’un, tüm erenlerin dilinden dökülen gerçekler istikametinde hayata bakabilmek. Her an senden çıkanın farkında olarak yaşamak. Bir sonraki karşılaşacağın algılamanın senden çıktığının neticesi olduğunu bilerek yaşamak. Benim amacım bunu idrak edip hissetmek ve hazmetmektir.

“TENİSE DÖNEBİLİRİM!”

Bundan sonra sizi hep oyuncu olarak göreceğiz değil mi? Oyunculuktan başka sektörlere geçmeyi düşünmüyorsunuzdur sanırım. Tekrar tekstile dönmek gibi...

Sanırım şimdiden bir şey söylemek için erken. Şu an tek düşüncem; gelen, değerlendireceğim projeleri ve oyunculuğu başarıyla sürdürmek. Bu işi başarıyla yapabiliyorsam ne mutlu bana. Tekstile döneceğimi zannetmiyorum. Ama tenise dönebilirim.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!