GeriSeyahat Lüks merkezi Zürih’ten Hint deve panayırına kadar herkes kendine uygun bir adres bulacak
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Lüks merkezi Zürih’ten Hint deve panayırına kadar herkes kendine uygun bir adres bulacak

Lüks merkezi Zürih’ten Hint deve panayırına kadar herkes kendine uygun bir adres bulacak

Bu yıl Şeker Bayramı, çok isabetli bir tarihte başlıyor. Pazartesiye denk gelen 29 Eylül arife, yani uzun bir tatil olacak. Üstelik eylül sonu, ekim başı seyahat için de ideal bir dönem. Yaz sıcağının kaybolduğu, keskin soğukların kendini göstermediği, sararan yaprakların ortalığa romantik bir hava kattığı günler. Seyahat yazarlarından, tarihi de dikkate alarak sizin için tatil rotaları önermelerini istedik. Maceracılar, lezzet düşkünleri, romantikler, alışverişçiler...

Herkes kendine uygun bir adres bulacaktır.

KAŞİFLERİN KENTİ LİZBON

MEHMET YAŞİN


Portekiz’in başkenti ekimde doyumsuz olur. Yaz sıcağı yerini okyanustan kopup gelen serin rüzgarlara bırakır. Lizbon, yokuşlar, merdivenler kentidir. Keşfetmek için bütün yokuşları ve merdivenleri tırmanmanız gerekir. Nefesine güvenmeyenler için tramvaylar bu işi üstlenir. Her tepeden kentin bir başka güzelliği görülür.
/images/100/0x0/55eb08cff018fbb8f8a6bc0d


Ben Chiado semtini çok severim. Bunda ünlü şair Fernando Pessoa’nın etkisi vardır. Çünkü şairin yıllar boyu oturduğu kahve buradadır. Kahvedeki heykelinin yanına oturup, onun mısralarını mırıldanmayı çok severim. Akşamlarımı Bairro Alto’nun daracık sokaklarında geçirmekten pek hoşlanırım. Eski evlerin balkonlarında uçuşan çamaşırların fotoğrafını çekmeye can atarım. Kentin en lezzetli lokantalarının, fado kulüplerinin, barlarının bu semtte olduğunu bilirim.

Alfama tepesindeki kaleye tramvay ile tırmanır, sonra daracık sokaklardan yürüyerek aşağıya inerim. Bu sokaklardaki eski evlerin kentin geçmişini yansıttığını iyi bilirim. Benim gibi yemeye ve içmeye düşkünseniz Lizbon tam size göre bir yer.

ÇİZMENİN GÜNEY UCU SİCİLYA

Bu mevsimde sokaklar, kahveler, lokantalar gerçek Sicilyalılar’a kalır. Yemeklerin en gerçeği ve lezzetlisi bu ayda pişmeye başlar. Önce Palermo’ya uğramanızı öneririm. Kentin en eski caddesi Vittorio Emanuelle’de yapacağınız yürüyüş size ada hakkında birçok ipucu verecektir. Daha sonra labirent sokaklara dalın. Eski evler, yoksul yaşamlar Mafia’nın doğuş nedenlerini size anlatacaktır.

Palermo’ya gelmişken Vucciria Pazarı’na uğramamak olmaz. Denizden çıkan her şeyin, her türlü sebzenin, şarküterinin, av hayvanlarının, sergilendiği bu pazar, fotoğraf makinenize cazip pozlar sunacaktır. Eğer adayı daha yakından tanımak isterseniz, araba kiralayın. Arada bir yoldan çıkıp zirvelerdeki küçük köylere tırmanırsanız, gerçek Sicilyalılar’la tanışabilirsiniz.

Yolun yarısına doğru Etna Yanardağı karşınıza çıkar. Hálá duman püskürten bu yüce dağ, size en güzel görüntülerini sunacaktır. Yol sizi alıp tepedeki Taormina’ya götürür. Biraz Bodrum, biraz Alaçatı, biraz eski Datça görünümündeki Taormina, adanın en güzel köşelerinden biri.

Sicilya’da baş köşede sardalya balığı vardır. Zeytinyağı, limon suyu, kekik ve kırmızı pul biber içinde kızaran sardalya balığı kafalarını yemenizi öneririm.

ŞARABIN BAŞKENTİ BORDEAUX

Ekimde Fransa’nın Bordeaux bölgesi buram buram şarap kokar. Bağbozumu bitmiş, tüm şatolarda üzümler sıkılıp, mayalanmaya bırakılmıştır. Böyle bir yolculuğa niyetlenirseniz, bölgenin başkenti Bordeaux’yu üs tutmanızı ve araba kiralamanızı öneririm.

Önce Gironde Irmağı’nı takip ederek kuzeye çıkmanız gerek. Çünkü bu yol üstünde ünlü bağlar ve şatolar yer alır. Dünyanın en pahalı şarapları bu şatolara aittir. Acele etmeyin, şaraphanelere girip bölge şaraplarının tadına bakın.

İkinci yolculuğu St. Emilion’a yapmalısınız. Bu küçük kent de Fransa’nın önemli şarap merkezlerinden. Yol bazen nehirlerin, bazen yaprakları sararmaya yüz tutmuş bağların arasından geçer. St. Emilion’un, şarapları kadar Ortaçağ’dan kalma daracık sokakları, taş evleri de aklınızı başınızdan alır.

Ardından rotanızı Siyah Perigord’a çevirmelisiniz. Bu bölge insanı baştan çıkartan lezzetlerin merkezidir. Siyah elmas denen özel mantarı, kaz ciğeri, sosisleri, salamları, peynirleri ile insanın damağını çatlatır. Buraya giderseniz Sarlat kentini üs tutun. Fransa’nın en güzel tarihi kentlerinden biri.

HİNDU HACILARIN DEVE PANAYIRI PUSHKAR

REYAN TUVİ

Ekim-kasım aylarında, Hindistan’ın kuzeybatı bölgesi Rajasthan’da olmayı planlamak doğru bir gezgin manevrasıdır. Çünkü şubat sonrası sıcaklar, mayıs sonrası da muson yağmurları başlar. Ekimden şubata kadar hava idealdir.
/images/100/0x0/55eb08cff018fbb8f8a6bc0f

Saray, kale ve tapınaklarıyla ünlü bir bölge Rajasthan. Ancak akıllarda başka bir özelliğiyle de yer etmiştir; Pushkar Deve Panayırı. Her yıl ekim-kasım aylarına denk gelen Hindu ayı Kartika’da, köylüler deve, at, fil, sığır gibi hayvanlarını satmak için Pushkar kasabasında düzenlenen dünyanın en ünlü bu büyükbaş hayvan panayırında toplanır.

Hindistan’da her festival ya da kutlamanın ardında derin bir felsefe ve inanış vardır. Pushkar Panayırı da öyledir.

Pushkar, ’’çiçek tarafından yaratılan göl’’ anlamına gelir. Efsaneye göre Yaratıcı Tanrı Brahma, kutsal kurban töreni için yer ararken lotus çiçeğini elinden düşürmüş ve burada bir göl oluşmuş. Çölün kenarına kurulu Pushkar kasabasında bulunan ve tepelerle çevrili olan bu kutsal gölün etrafındaki 52 yıkanma ghatı (merdiven), Pushkar Panayırı sırasında hacıların akınına uğrar. Her ghat’ı çevreleyen suya ayrı bir anlam yüklenir, suların cüzzamı iyileştirme, bilgelik verme, doğurganlık kazandırma gibi özel güçleri olduğuna inanılır.

Hindu hacılar kutsal göle batıp çıkarak günahlardan arınır ve dünyadaki tek Brahma tapınağına saygı gösterirler.

Bir haftalık panayırda iyi ticaret yapma umutları yüksektir. Develer, inekler ve koyunlarla birlikte kadınlar ve çocuklar da gelir. Tepeden tırnağa takılarla süslü, yalınayak dimdik yürüyen kadınların sarileri, erkeklerin türbanları panayırın estetiğine estetik katar.

İlk beş gün develer, atlar, inekler, keçiler ve koyunlar satılır. Hayvan pazarlıklarını seyretmek başlı başına bir deneyimdir, bazen hiç bitmeyecekmiş gibi uzar, bazense göz açıp kapayana kadar el sıkışılır.

Kadınların bu tarakta pek bezi olmaz. Tezgahlardaki incik boncuğun dünyasında kaybolurlar. Saç tokaları, hızmalar, tasmalar, bilekten omuza kadar sıralanan fildişi bilezikler, kemerler, halhallar, ayak parmaklarına takılan yüzükler, en tutumlu kadını bile alışverişçi yapabilir. Satılan rengarenk kıyafetler ve dövme tezgahları da kalabalıktır. Hindistan’ın bir gerçeğidir bu; yaşam şartları her ne olursa olsun, tuzu kuru olan da sürünen de estetik ve güzellik peşindedir. Develer de süsten nasibini alır. Hatta parfüm bile sürülür.

Deve alımı satımı sakinleşince panayır sakinleri kendilerini eğlenceye verir. Deve sporları panayırın olmazsa olmazıdır. Deve yarışıyla başlanır. Ardından müzik durunca devenin boynunu iki sırığın arasından geçirmesini gerektiren bir yarışma yapılır. Deve güzellik yarışması görmeye değerdir. Bir başka yarışmada ise devenin ne kadar yük taşıyabileceği test edilir. Adam üzerine adam, devenin üzerine tırmanır. Deve ayağa kalkarken de bu insan kulesinin yıkılması oldukça alışılmış bir görüntüdür. Panayırın en can alıcı noktası, Kartik Purnima yani ritüellerle adak adandığı gündür. Bu aynı zamanda festivalin kapanışıdır da. Ghat’larda yıkanma şafak vakti başlar. İğne atsanız yere düşmez. Yıkanma ritüelinin ardından inançlılar Brahma’ya tapınmak için uzun kuyruklar oluşturur.

Pushkar’ın en romantik ve etkileyici görüntülerinden birine dolunay gecesi şahit olursunuz. Küçük yaprak kayıklar, içlerine yerleştirilmiş çiçekler ve yağ lambalarıyla kutsal gölün üzerine bırakılır. Binlerce yıldız gibi sudaki titrek yansımaları görmeye değerdir.

BİR MASAL DÜNYASI BRUGES

FATİH TÜRKMENOĞLU


Koca yaz böyle geçti, söylemesi ayıp. Tam istediğim gibi... Hep Ege’deydim, bana göre hep cennetteydim.
/images/100/0x0/55eb08cff018fbb8f8a6bc11

Ama insan cennette de olsa sıkılıyor işte. "Hadi biraz da öbür tarafları göreyim" diyor. Nasıl ki balığın üstüne helva, Orhan Pamuk’un yanına Tenten, bazen ayran bazen çay; Ege’nin üstüne de bir adet Batı Avrupa!

İnsanın kendine "yaz bitti" demesi lazım bir yerde. Bu mevsim, belki de son bir deniz gezisinden sonra, karanlık günlere girişin mevsimi. Alışmak, dolaptan ince montlar, sweat-shirtler, çoraplar çıkarmakla işe başlamak lazım. Birden ağırlaşmak, birden melankoliye dalmak lazım...

Yazın son noktasından sonra, dedim ya, bana göre Batı Avrupa zamanı. Henüz hava çok soğumamış, ama bizim buralardan daha bir serince. Arada yağmur atıştırıyor, erken grileşen havada dükkanların ışıkları göz alıcı menevişlerle parlıyor. Her yer kuru yapraklarla kaplanmış. Sanki sepya renkler ve nazlanan güneşle, dünya hafif kızılımsı bir kahverengiye bürünmüş.... Evet evet, kesinlikle bu mevsimde bir adet Batı Avrupa yapmak lazım.

Büyük şehirleri her gezen az buçuk biliyor artık. Paris’i, Londra’yı, Roma’yı anlatmaya hacet yok. Hepsinin havası, antikacısı, tiyatrosu, müzesi listelerimizde. Bir büyük şehir gezisinde yaşanabilecek en büyük macera, yeni açılan bir mekan keşfetmek ya da en olmadık yerde okul arkadaşımıza rastlamak.

Ama ya küçük şehirler?

Gerçek keşif, gerçek seyahat, gerçek yok oluş... İşte bu aralarda içimden geçen şehir: Bruges. Hayali bile beni benden aldı. Oradaki bütün anılarım gözümde canlandı, burnumda waffle ve çikolata kokusu tüttü.

Brüksel’den trenle çok yakın, ama bir masal şehrine ineceksiniz. Ortaçağ’dan kalma bir masal şehri. Zaten "In Bruges" filmini, Colin Farrell’ı seyrettiyseniz, ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız. Başka türlü bir yer burası... "Kuzeyin Venedik’i" diyorlar. Göller, kanallar, envai çeşit çiçek, böcek, kuğu, kuş var etrafta. Büyük gölün adı "Aşk Gölü". Kanallarda tekne gezintisinin tadı bir başka. Hele bir de "uçuşan kuru yapraklar arasında fayton gezintisi" desem?

Romantizm dorukta. Öyle bir tekne gezintisi ki, bence gondoldan daha özel. Bağıran çağıran kimseler yok burada. Ses yok. İki kuş öter, üç tane yaprak yeri yalar, siz nefes alırsınız; o kadar. Bir çift at nalı "dıgıdık dıgıdık" geçer yanınızdan, burnunuza buram buram çikolata kokusu da gelmesin mi? Aşkın kokusu nedir ki? İflah olmaz romantiklerin şehri neresidir ki?

Tabii ki Bruges. Aşkın şehri. O göle atılan her bozukla bir daha gelinen Bruges...

Size bir Ege kasabası, bir Akdeniz esintisi vaat etmiyorum. "Bir Ortaçağ masalı, biraz da karanlık bir masal yaşarsınız" diyorum. Kuleler, şatolar, küçük evler, masal kitaplarının canlandırmalarına benzer sokaklar görürsünüz diyorum. Michalengelo’nun heykellerini saatlerle seyredersiniz, Place du Bourg’da zaman ve insan ilişkisini yeniden gözden geçirirsiniz diyorum...

Dantellerden ve dantelcilerden geçip, beş kuşaktır çikolata işi yapan 20 m2’lik bir dükkanda da iyice kaybolursunuz diyorum. Hemen vitrinin yanındaki tezgahta o yaşlı adam büyük kazanı nasıl bir titizlikle karıştırır, nasıl kalıplara döker, envai çeşit çikolata nasıl olur da sadece bir hafta içinde tüketilecek şekilde üretilir-paketlenir-satılır; kırmızı biber çikolataya bu kadar mı yakışır, şuncacık dükkan ne cüretle dünyanın "en iyi çikolata adresleri"nden biri olarak listeye girer ve buradan çıkan çikolata paketleri nasıl olur da dünya starlarının evlerine postalanır; işte bütün bunlara şaşırır kalırsınız diyorum.

Şehir Meclisi binası, bahçeler, faytonlar, dantellerle, şeytan icadı çikoltanın kokusuyla kendimden geçiyorum adeta. Biraz karamel, biraz siyah çikolata sürülmüş waffle’ımı yiyerek meydanda yitmişim. Ortaçağ üzerinden sonbahara çoktan girmişim...

İSVİÇRE’NİNGÖZBEBEĞİ ZÜRİH

SAFFET EMRE TONGUÇ


İsviçre’nin en büyük şehrinde 370 binin üzerinde insan yaşıyor. Avrupa’nın en büyük sokak partisi, Zürih Gölü’nün kıyısında yer alan bu şehirde yapılıyor. Her şeyin dakik olduğu, zenginliğin etrafa yansıdığı Zürih’te binin üzerinde
/images/100/0x0/55eb08cff018fbb8f8a6bc13
sokak çeşmesi var. Göle dökülen Limmat Nehri, Zürih’i ikiye ayırıyor. Lindenhof’a çıkarsanız, şehrin en güzel manzaralarından birini tepeden seyredebilirsiniz. Dolder Grand Hoteli’nden de manzara çok hoş. Augustinergasse ise şehrin en şirin sokaklarından biri, cumbalı güzel evler ve antika satan dükkanlar var. Letten, nehir üzerinde bulunan plajın adı. Yazın çok hareketli, etrafı da barlar ve restoranlarla dolu. Zürih Gölü’nün etrafında parklar var ve yürüyüş için ideal. Şehirde 50’den fazla müze, 100’ün üzerinde sanat galerisi bulunuyor.

13. yüzyıldan kalma, gotik Fraumünster Katedrali’nde, Marc Chagall imzalı beş muhteşem vitray var. Binanın avlusunun girişinde ise başları kesilerek öldürülmüş olan Zürih’in koruyucu azizleri Felix ve Regula’nın freskleri bulunuyor. Grossmünster İsviçre-Almanya Reformu’nun ana kilisesi olarak kabul ediliyor. St Peterskirhe’nin kulesinde ise çapı 8,7 metre olan Avrupa’nın en büyük saati var.

Kunsthaus Zürich, Avrupa’nın özel vakıf destekli en büyük müzesi. Koleksiyonda Gauguin, Rembrandt, Renoir, van Gogh, Dali, Picasso ve Chagall gibi sanatçıların eserleri bulunuyor. Norveç dışındaki en büyük Edvard Munch koleksiyonu da bu müzede sergileniyor. Rietberg Müzesi, Rieter-Park’ın içinde. Avrupa dışındaki ülke ve kıtalardan zengin bir koleksiyon var.

Schweizerisches Landesmuseum, tren istasyonunun arkasında. Tarih öncesi dönemden başlayıp günümüze gelen zengin bir koleksiyona sahip. Bütün müzeler pazartesi günleri kapalı.

Bahnhofstrasse, şehrin en hareketli caddesi, aynı zamanda da alışveriş için en ideal yer. Niederdorf ve Oberdorf yayalara ayrılmış iki cadde, gece ise eğlence merkezi. Göl kenarındaki Bürkliplatz’da cumartesi günleri renkli bir bitpazarı var. Sihlcity eski bir kağıt fabrikası ve 80 dükkanlık bir AVM’ye dönüştürülmüş.

Zürih Havalimanı’ndan 10 dakikada ana tren istasyonuna gelebilirsiniz. Bilet fiyatı 5,40 SFr. Trenle Milano’ya 4 saatte, Basel’e 65 dakikada ulaşıyorsunuz. Zürichcard’ı bir gün için alırsanız 17 SFr ödüyorsunuz, ulaşım dışında 40’tan fazla müzeye de ücretsiz giriyorsunuz. İsviçre’nin çoğu şehrinde ücretsiz bisiklet servisi var.

FONDÜ VE RACLETTE ÇOK POPÜLER

İsviçrelilerin hayatında sütün önemli bir yeri var. Alkolsüz içecekleri Rivella’da bile süt bulunuyor. Patatesi domuz jambonu ve peynirle renklendirip rösti yapıyorlar. Ülke genelinde peynir ve et fondüsü, bir de erimiş peynirden yapılan raclette çok popüler. Zürih’te 1300’ün üzerinde restoran var. Bahnhofstrasse üzerindeki Cafe Sprüngli, çikolataseverlerin mutlaka uğraması gereken bir cennet. Mavi ördek anlamına gelen Blaue Ente adlı restoran, eski bir fabrikanın restorasyonu ile ortaya çıkmış. Yemekler ve servis çok başarılı. La Salle, klasikle moderni hem mimarisinde hem de mutfağında harmanlamış bir restoran. Vertigo, uluslararası sanatçıların sahne aldığı bir yer. Hem yemek hem eğlence için planlanmış. Dekorasyonu da güzel.

Şehirdeki kulüpler Niederdorfstrasse ve Zürich-West civarında toplanmış. Acqua, hafta sonları İsviçre’nin en özel gece kulübü haline geliyor. Club Q, Zürich West’in en iyi kulüplerinden. Dekorasyon da çalan DJ’ler de başarılı. Saint Germain, akşam yemeğinin ardından kulübe dönüşüyor. Hafta sonları sabah 04.00’e kadar açık.
False