Lara haberiyle gelen basın devrimi

LARA'nın intiharının ertesi akşamı, Türkiye'deki Musevi cemaatinin bazı önde gelen üyeleriyle yemekteydim.

Cemaat lideri Bensiyon Pinto, ‘‘Bugün bir şey dikkatinizi çekti mi Ertuğrul Bey’’ deyip, ilginç bir gözlemini anlattı.

Aynen aktarıyorum:

‘‘Dün cemaatimizin üyelerinden birinin kızı hayatını kaybetti. Bununla ilgili olarak bugün basında çıkan bütün haberleri okudum. Bir şey dikkatimi çekti. Gazetelerin hiçbiri Lara'dan söz ederken başına, ‘Musevi asıllı' ifadesini koymamış. Böyle bir şeyi ilk defa görüyorum.’’

Doğrusu ben o kadar dikkat etmemiştim.

GERÇEKTEN ÖYLE

Ama ertesi günü gazeteleri getirtip baktığımda Bensiyon Pinto’nun haklı olduğunu gördüm.

Sağcısından solcusuna, fanatiğinden liberaline hiçbir gazetede Lara'dan söz edilirken ‘‘Musevi asıllı’’ ifadesi kullanılmamıştı.

Bu, Türk Musevilerinin çok önem verdiği bir şeydir.

Bir örnekle anlatayım.

Geçen yıl Cavit Çağlar'ın ABD mahkemesi tarafından belirlenen tazminatını yatıran kişinin adını verdiğimizde bunun ‘‘Musevi asıllı’’ olduğunu yazmıştık.

Beni bazı Türk Musevileri aradılar ve neden bu gibi olaylarda ‘‘Musevi’’, ‘‘Ermeni’’ veya ‘‘Rum asıllı’’ gibi ifadeler kullandığımızı eleştirel bir üslupla sordular.

Hemen hepsi şu soruyu da sormadan geçmedi:

‘‘Haberlerinizde kötü bir şey yapmış kişi Türk olduğu zaman, başına ‘Türk asıllı' ifadesi koymadığınıza göre, Musevi asıllı ifadesini niye koyuyorsunuz?’’

Bu hassasiyeti haklı görmüştüm.

Ertesi sabah yazı işleri toplantısında tartıştığımız zaman öteki arkadaşlarımın da aynı görüşte olduğunu gördüm.

O gün ‘‘bir daha kullanmayın’’ diye talimat verip vermediğimizi hatırlamıyorum.

DEMODE ‘‘AZINLIK’’

Ama Bensiyon Pinto’nun gözleminden sonra bunu Haber Koordinatörümüz Nurcan Akad'a sordum.

Acaba böyle bir ifade vardı ve Nurcan mı bunu çıkarmıştı, yoksa haberi yazan muhabir mi böyle göndermişti?

Muhabir öyle yazmış.

Buna çok sevindim.

Demek ki, böyle yanlış alışkanlıklar artık mesleki jargondan çıkıyor.

O akşam yemekte uzunca zamandır kafamı kurcalayan bir konuyu açtım.

‘‘Lozan’’la birlikte gelen bu ‘‘azınlık’’ kavramı bana giderek batmaya başladı.

İKİ ÇOCUK

Yüzyıllardır bu toplumda yaşayan ve arada geçen bütün dramatik olaylara rağmen bu ülkede yaşamaya devam etmiş insanlara ‘‘azınlık’’ demek, bana biraz 20'nci Yüzyıl'da kalmak gibi geliyor.

20'nci Yüzyıl başında ‘‘azınlık’’ statüsü belki bazı hakların sağlama bağlanması bakımından önemliydi.

Ama Avrupa Birliği konseptine doğru yürüdüğümüz şu dönemde, bana göre ‘‘azınlık’’ kavramı artık anlamını tamamen yitirmiştir.

Çünkü bu çağın hak kavramı, sadece kültürel ve dini hakları aşıp, çok daha ayrıntılı başka haklara doğru gidiyor.

Bu yeni zihniyet ikliminde artık herkes bir ‘‘azınlık’’.

Her insan kendini ‘‘farklı’’ hissettiği bazı alanlarda azınlıkta olabilir.

Hatta azınlıkta kaldığı bu duygu veya farklı durum, 20'nci Yüzyıl'ın klasik ‘‘azınlık’’ alanını belirleyen dil, din ve ırktan çok daha önemli olabilir.

Nitekim birer yıl arayla intihar eden biri Müslüman, öteki Musevi iki genç kızın din ve kültür farklılığı, onları intihara sürükleyen aidiyet sorununun yanında çok küçük kalabiliyor.

O yüzden ben ‘‘azınlık’’ kavramını, eski haliyle 21'inci Yüzyıl'a taşımamamız gerektiğini düşünüyorum.

Çünkü kavram bu haliyle mutluluk değil, mutsuzluk getiriyor.

Bu olayı, 9'uncu Cumhurbaşkanı Demirel'in ortaya attığı ‘‘Anayasal vatandaşlık’’ çerçevesinde çözüp, azınlık kavramını hukuki bir statü değil, ‘‘farklılık hakkı’’ çerçevesine sokmak gerekir.

Tabii bunun için de Türkiye'de bugüne kadar ‘‘azınlık’’ sınırları içinde kalmış toplumların da açılmalarında yarar var.

AÇILIMA DEVAM

Nitekim Bensiyon Pinto, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Musevilerin belli bir açılma politikasına doğru gittiklerini söyledi.

500'üncü Yıl kutlamaları ile başlayan bu açılma, sanıyorum giderek büyüyecek.

Kim ne derse desin, 1987 yılında Avrupa Birliği'ne tam üyelik başvurusu yaptığımız günden bu yana toplumda çok olumlu gelişmeler oluyor.
Yazarın Tüm Yazıları