Paylaş
Bazen günlük olayların heyecanına kapılıyoruz ve işin perde arkasındaki gelişmeleri göremiyoruz.
İstasyonlarda bir işaret vardır: “Dikkat, bir tren diğerini gizler” denir. Siz önünüzden geçen bir treni görürsünüz ve son vagonun arkasından karşıya doğru adımınızı atarsınız ki, öbür yönden gelen bir başka trenin altında kalıverirsiniz. Önünüzdeki tren diğerini gizlemiştir.
Bugün de aynı durumdayız.
Önümüzden geçen tren, PKK’yı taşıyor.
TV ekranlarında izlediğimiz çatışma sahnelerinde, tüm kavganın PKK ile olduğu sanılıyor. Doğrudur, dış görünüşte kavga PKK ile ilgili. Ancak, işin bir de perde arkası var ki, olayın o yönünü sadece işin uzmanları izliyorlar.
Peki, perde arkasında neler oluyor?
Önce Kuzey Irak’tan başlayalım.
Barzani’nin bu kadar direnmesi, Türkiye ile savaşa girme pahasına böylesine kafa tutmasının altında iki önemli neden var:
1.Barzani, Türkiye’ye başkaldırarak, PKK’yı kollayarak, bölgedeki bütün Kürtler’in lideri olduğunu göstermek istiyor ve bunda da, doğrusu başarı kazanıyor. Hem Türkiye, hem İran, hem de Suriye Kürtleri’nin sempatisini kazanıyor. Adeta, Kürtler’in bayrağı oluyor.
2. Barzani, Türkiye’yi Kerkük’ün Kürtleştirilmesi ve bağımsızlık çabalarına engel olmaktan PKK kartını kullanarak caydırmaya çalışıyor. Ankara’yı kendine muhatap etmeye, bir şekildeAnkara’yla masaya oturmaya çabalıyor. PKK sorununun kendi üzerinden çözülmesi için manevra yapıyor. “Bağımsızlığımı engellemeyin, Kerkük’ü bana bırakın, ben de PKK’yı buradan atayım” diyor.
Gelelim, Türkiye’nin kafasının arkasındakilere:
Ankara için, Kuzey Irak’ın bağımsızlık kazanması ve Kerkük petrollerine sahip olması kabul edilemeyecek bir olasılık. Kuzey Irak’ta kurulacak bir cazibe merkezinin uzun vadede Türkiye’nin bölünmesine neden olacağına inanılıyor.
Bundan dolayı;
İşte asıl kavganın temelinde yatanlar bunlar. Perdenin önündeki aktör PKK, ancak sürekli kullanılıyor. PKK da bu oyundan yararlanmaya ve kendine bir yer edinmeye çalışıyor.
Anlayacağınız, oyun içinde oyun oynanıyor.
* * *
TEZKEREYİ REDDEDENLER; KULAKLARINIZ ÇINLASIN
1 Mart 2003 tezkeresine ret oyu verenlerin kulaklarını sürekli çınlatıyorum. Aralarında kimler yoktu ki...
Türkiye’nin Amerika’ya satılacağını ileri süren ulusalcılar tam bir kampanya açmışlardı. Türkiye’nin onurunu, Türkiye’nin namusunu korumak adına, karşı görüşteki herkesi yerden yere vuruyor ve vatan hainliğiyle suçluyorlardı.
Müthiş bir mücadele yaşanıyordu.
Milliyetçi gruplar da ayaklanmışlardı.
Onlar da, ülkenin bağımsızlığının elden gideceğini, topraklarımıza girecek olan Amerikan askerlerinin bir daha çıkmayacaklarını ileri sürüyor ve ehl-i vatan’ın ayaklanmasını istiyorlardı.
Ne ilginçtir ki, tezkere muhalefetine Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Paşa, Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila’ya verdiği son derece sert bir tepkiyle katılıyor ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de tezkereye karşı durduğu izlenimini veriyordu. Oysa sonradan anladık ki, dönemin Genelkurmay Başkanı Özkök, tam aksine tezkereyi istermiş ve TSK içindeki bir grubun sesi daha yüksek çıktığı için tam bir kakofoni (ses uyumsuzluğu demektir) yaşanmış.
Tezkere, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’a girmesine ve bugün savaşarak oluşturmak istediğimiz, sınır boyunca bir tampon bölge kurmasına yeşil ışık yakıyordu. Kuzey Irak’taki tüm gelişmelerde Ankara da söz sahibi olacak ve Kerkük’ün akıbetinde de rol oynayabilecekti.
Bugün sokaklarda bayraklarla dolaşan, TV ekranlarından “Nerede bu hükümet, ne zaman Kuzey Irak’a yürüyeceğiz” diye bağıranlar, o günlerde tezkere aleyhtarlığı yapıyorlardı.
Kendi içlerinde tutarlı muhalefet gösteren tek grup, Kürtlerdi.
Türkiye Kürtleri, tezkere ile birlikte Güneydoğu’da olağanüstü hal ilan edilmesinden korktular. Ayrıca PKK, böyle bir Türk-Amerikan işbirliğinin Kuzey Irak’taki mevcudiyetlerinin sonu anlamına geleceğini gördükleri için, taraftarlarını ayaklandırdı.
Tezkereye karşı çıkan son grup Barzani liderliğindeki Kuzey Irak Kürtleriydi.
Tabii bu arada, Başbakan Gül ve lider koltuğundaki Erdoğan’ın deneyimsizliklerini, yeterince kararlı davranamamalarını, grubu bağlayıcı karar aldıramamalarını da, etkenlerin arasında saymak gerekir.
İşte böyle bir kargaşa sonucu, Türkiye kendi bindiği dalı kesti.
Bugün ise, kaçırdığı treni yakalamaya çalışıyor. Belki yakalayabileceğiz, ancak mutlaka çok daha pahalıya mal olacaktır.
Kendi düşen ağlamamalı...
Paylaş