Kutlu gün

EVEET, nerede kalmıştık?

Aslına bakarsanız, hiçbir yerde kalmamıştık.

Tá, Yirmi Sekiz Mehmet Efendi’nin ‘medeniyet-i garbiyeyi temaşa ve maarif-i frengiyi müşahade eylemek’ için ilk Osmanlı sefer-i kebiri sıfatıyla Paris’e gönderildiği 1721 yılında başlamış olan ve ardından da Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet aşamalarıyla aralıksız süregiden ‘ince, uzun yol’da, ‘sondan bir önceki engel’i atladık.

O kadar ve de hayırlı olsun!

Tabii bilhassa da, 3 Ekim 2005 tarihi sıçraması ülkemize ve Avrupa’ya kutlu olsun!

* * *

YUKARIDA ‘sondan bir önceki’ ifadesini kasten kullandım.

Çünkü, tabii ki o ‘son’a henüz varmadık. Varana kadar da daha çok mania aşacağız.

Tıpkı, önceki gece teorik 3 Ekim tarihi 4 Ekim’e sarkmasın diye gerçekleştirildiği gibi, saat yelkovanları daha çok durdurulacak. Takvim yaprakları daha çok geri çevrilecek.

Ötesi, Avusturya’nın Lüksemburg küstahlığını mumla aratacak ‘yokuşa sürmeler’, ‘taş koymalar’, ‘çelme takmalar’ peşpeşe gelecek. Biri bitmeden diğeri başlayacak.

Saç saça, baş başa kavga edeceğiz. Kapıyı vurup çıkacağız. Ültimatom verip, alacağız.

Müzakereler kesilecek ve askıya alınacak. Masaya tekrar oturulacak, tekrar kalkılacak.

Bizdeki demokrasi düşmanı ‘statüko zaptiyeleri’ hiç aralıksız ‘hıyanet-i vataniye’ edebiyatı yapacaklar. Belki de, ‘can havliyle’ yine sopa indirmeye yeltenecekler. Kıracağız.

Onların AB içindeki uzantıları ise káh din, káh kültür, káh ekonomi bahanesiyle tekere çomak ve merdaneye kazık sokarak ‘ikiz kardeşleri’nin imdadına yetişecekler. Direneceğiz.

Bunları şimdiden biliyoruz ve mutlaka bilmemiz, mutlaka hazırlanmamız gerekiyor.

Ama, ulusumuzun kaderinde yegáne belirleyici olan nokta ‘sondan bir önceki’ bu hayati aşamaya ulaşmamızdır ki, zaten ‘finiş’e giden nihai süreçle zafer mukadderdir!

* * *

ÖTE yandan, ‘hayırda şer vardır’ sözü bir defa daha kanıtlandı.

Çünkü, sırf yaşanan ‘kriz’ sayesinde, yani Viyana küstahlığının AB’de yarattığı ‘şok’tan ötürü, 4 Ekim 2005 Türkiye’si o AB’ye 2 Ekim 2005’den daha yakın konuma geçti.

Bunu yalnız, diplomatlığına çok şey borçlu olduğumuz Londra Dışişleri Bakanı Straw’ın televizyonlardaki canlı yayın sırasında ‘Türkiye Avrupalı mı’ sorusunu gayet kestirme bir ‘evet, Türkiye Avrupalıdır. Soğuk Savaş boyunca bin minnetle doğu korunmamızı ona teslim ederken bu soruyu sormak aklımıza gelmedi. 42 yıl önce taahhüt imzalarken de gelmedi. Şimdi mi geliyor?’ cevabıyla taşı gediğe oturmasından dolayı söylemiyorum.

En başta o televizyonlar; sonra Fransız ‘Le Monde’nin dünkü Plantu karikatüründen İspanyol ‘El Pais’in pazar günkü ekine, hemen tüm Yaşlı Kıta medyası haberi ve yorumuyla, esas olarak ‘Türkiye’ye haksızlık ediliyor’ ve ‘iki yüzlü davranılıyor’ temasını işledi.

Diyelim ki, Batı kamuoyunu yönlendiren pusulanın mıknatısı belki de ilk defa böylesine net ve yoğun bir biçimde ‘olumlu kutba’ döndü.

Üstelik, yanlış ama eh ‘sokaktaki adam’ın ‘AB Muktesebatı’ bilmesi de beklenemez ya, Lüksemburg’daki ‘mutlu son’un her yerde ilk haber olarak duyulmasıyla birlikte, o kamuoyu sanki Ankara’nın üyeliği artık ‘çantada keklikmiş’ havasına girdi.

En azından, bu fikirle ‘ehlileşmek’ ve ona ‘alışmak’ virajı bir nebze dönülmüş oldu.

Dolayısıyla, hem orta-uzun vadede hükümetlerin kendi ‘sokaktaki adamlar’ını ikna etmek marjı genişledi; hem de Lüksemburg ‘tiyatrosu’ biraz ‘angajman’ niteliği kazandı.

* * *

YÜRÜYORUZ. Tá Yirmi Sekiz Mehmet Efendi’den beri hiç aralıksız yürüyoruz.

‘Uzun ince yol’umuzun açık; 3 Ekim 2005 tarihi de ülkemize ve Kıta’ya kutlu olsun.
Yazarın Tüm Yazıları