Kusura bakmayın ama kusura bakacağım

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Buna sertlik diyorsanız kusura bakmayın, bu Tayyip Erdoğan değişmez” dedi.

Haberin Devamı

Kusura bakmak zorundayım.

İki nedenle:

1– Partisini kurup seçmenden oy istemeye başladığı günden beri “değiştiğini”, üzerindeki eski “Milli Görüş” gömleğini çıkarıp yenisini giydiğini söylüyordu. Aklına Erdoğan ideolojisindeki bir partiye oy vermek gelmeyecek insanları değiştiğine inandırdı, şimdi çıkmış
“Değişmem” diyor!

2– Demokratik bir ülkede liderlerin halkın isteklerine kulak vermesi, taleplerini dile getirenlerin üzerine copla, gazla yürümemesini beklemek gerekir. Demokratik bir lideri, otokratik liderlerden ayrıştıran temel konulardan biri de budur.

Şiddet, demokratik bir ülkede bir liderin aklına en son gelebilecek, hatta çoğu zaman hiç gelmemesi gereken bir durumdur.
Yani diyeceğim şu ki Başbakan’ın övünerek söylediği bu söz, yurtiçindeki ve yurtdışındaki imajı için hiç iyi bir duruma karşılık gelmiyor.
Oysa Başbakan bu meseleye sertleşerek yanıt vermek yerine kulaklarını insanlara açtığını gösterir şekilde davranabilseydi, son 15 gündür yaşadıklarımızın çok büyük bölümünü yaşamazdık.
İnsanlar ölmezdi, yaralananlar olmazdı, polisin saygınlık imajı ve otoritesi böylesine sarsılmazdı.
Ama böyle olmuyor bir türlü.
Sakin başladığı bir konuşmanın bile sonuna doğru kendinden geçiyor. Adeta kendi sesinin esiri haline geliyor, sesi yükseldikçe kendi gücüne tapan bir kimlik ortaya koyuyor.
Bu memlekette yaşayıp da günün birinde Recep Tayyip Erdoğan’ın azarlarından pay almayacak bir kimse kalacak mı, çok merak ediyorum.
Ona en başından beri inanmış, önünde iki büklüm eğilmiş işadamlarını bile hedefe koymaktan kaçınmıyor.
Öyle görünüyor ki onunla ne kadar mutabık olursanız olun, eğer o dar ideolojik çemberinin içinde değilseniz, önünde sonunda ondan bir tokat yiyecek ya da azar işiteceksiniz.
Çünkü aykırı bir sese tahammülü yok, varsa yoksa kendi sesi. Bu öyle bir ses ki bizzat kendisini bile ajite ediyor!

Haberin Devamı

Otokratik sansür işbaşında

GÜNÜMÜZ Türkiye’sinin ne kadar özgür ve demokratik bir ülke olduğunu anlamak için şu haberi okumak yeterli olacaktır:
“RTÜK, hükümete karşı muhalif yayınları ile bilinen dört TV kanalına ceza verdi. Ulusal TV, Halk TV, Cem TV ve
EM TV’nin, Gezi Parkı olayları sırasında yaptıkları yayınlarda şiddeti özendirdikleri gerekçesiyle cezalandırıldıkları bildiriliyor.”
Bu arada küçük bir not da var: RTÜK’ün İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanı, mahkeme kararı ile görevden alınmıştı ama bu karara esas olan raporunu “vekâleten” yazabilmiş! Bu da “hukuk mu guguk mu” tartışmasına yeni malzeme olsun!
Ceza, RTÜK’ün AKP tarafından seçilen beş üyesinin oylarıyla verilmiş, hükümet partisinin basın özgürlüğüne bakışını yansıtan bir örnek.
Bu kanallar, diğer televizyon kanalları hükümet korkusuyla belgeseller yayınlarken, olayları canlı görüntülerle vermek gibi ağır bir suç işlemişler.
Böylece “şiddeti özendirmişler”!
Sansürcü zihniyetin en belirgin özelliği budur zaten: Gazetelerde, televizyonlarda, radyolarda yayınlanmasını engellerse, olayların hiç olmadığı gibi bir ortam yaratabileceğini zanneder.
Faşist, dini otokratik tüm rejimlerde böyledir bu, Türkiye de hızla bu yola sürükleniyor.
Hükümetin hoşuna gitmeyecek bir haberi yayınlarsan, en iyi ihtimalle para cezası ödersin.
Gezi olaylarını meydanda izleyen dört gazetecinin tutuklanması da bu marifetin üzerine dikilmiş tüy olsa gerek: Bu ülkede özgür gazetecilik faaliyeti yasaktır anlamında!

Haberin Devamı

Bize ‘bidon kafa’ muamelesi yapıyorlar!

SİZ şimdi “Vesayet filan bitti” diyenlere kanmayın, aldırmayın. Cennet vatanımızda vesayet bitmez, çünkü devlet, iktidarda kim olursa olsun kendisini toplumun “vasisi” gibi görmeye devam eder.
Eski kelimeleri bilmeyenler için açıklayayım, vasi “Kendini idare edemeyecek durumda olan bir kişinin malını, mülkünü idare edecek, haklarını koruyacak kimse” anlamına gelir. Vesayet kelimesi de “Haklarını kullanma ehliyetine sahip olmayan kişileri korumak” diye tanımlanabilir. Vesayet işini, vasiler yerine getirir.
Eskiden vasilerimiz devlet yöneticileri, asker ve sivil bürokratlardı. Her şeyin
en iyisini onlar bilirler, bizler için düşünürlerdi. Bizim düşünmemize gerek kalmazdı.
Düşünmeye kalkarsak Allah korusun, duruma göre komünistlerin, masonların, mürtecilerin, Yahudilerin, yabancı devletlerin tuzaklarına düşebilirdik, çünkü genel olarak aptaldık. Onun için vasilerimizi izlemeli, ters yola sapmamalıydık.
Tayyip Bey, sağ olsun eski vesayet düzenini bozdu. Bu kez vasiler heyetinde askerler yok ama geri kalanlar maşallah yerlerini aynen koruyorlar. Devletimizin büyükleri, bakanlar, polis ve sivil bürokrasi yani yargıçlar, savcılar bu işi devam ettiriyorlar.
Dedim ya aptal bir toplum olduğumuz için kolayca faiz lobisinin tuzağına düşebiliriz. Yabancı devletlerin elleri de armut toplamıyor. “Marjinaller” desen hepsinden beterler, işleri güçleri bizleri huzur kaçırtıcı eylemlere yöneltmek. Biz de salak olduğumuz için kolayca kapılabiliyoruz bunların kışkırtmalarına.
Allah’tan yeni vasilerimiz çok uyanık, bunlara pabuç bırakmıyorlar.
Ama onların da bir tutarlılık sorunu var: Hem halka “Bidon kafa, göbeğini kaşıyan adam” diyenlere kızıyorlar, hem de hepimize “kolayca tuzağa düşebilecek bidon kafa” muamelesi yapmakta beis görmüyorlar!
Ne diyeyim bilemiyorum!
Acaba günün birinde, iyi ile kötüyü kendimiz ayırt edebileceğimiz, kimsenin bize vesayet hizmeti vermesine gerek bırakmayacak bir toplum olmayı başarabilecek miyiz dersiniz?

Yazarın Tüm Yazıları