Kurtuluşumuzun tek çaresi var!

BUGÜN, Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanları geç de olsa istifa etmiş durumda! Neden? İç çekişmelerden ve birlik içinde olmamamız yüzünden...

Uzun süredir düşman kamplara bölündük! Hep birbirimizi yiyip duruyoruz!
Kurtuluş Savaşı’nı niçin yaptık? “Tek dişi kalmış canavara” teslim olmamak, emperyalizmin kölesi haline gelmemek için değil mi?
Atatürk ve silah arkadaşlarının önderliğinde birlik ve beraberliği sağlayıp ulusal onurumuzu ve bağımsızlığımızı kurtardık. Uygarlık yolunda büyük devrimler yaptık, fakat...
Bugün geldiğimiz nokta ne? Ülkemizin insanları ne yazık ki, karşıt kutuplara ayrılmış durumda!
Boş yere kendimizi kandırmayalım.
Dünya egemenleri Sevr’de dayattıkları gibi sınırlarımız içinde yine bir Kürdistan ve bir Ermenistan devleti kurulmasını istiyor. Bunu açık açık söylemeye cesaretleri yetmese de, belli ki bu istek yüreklerinde, beyinlerinde yatıyor. Olayların gösterdiği gerçek böyle...
Kanlı PKK terörünün rezilce desteklenmesi, Ermeni soykırımı hikâyesinin pişirilip pişirilip önümüze sürülmesi bu çirkin oyunun bir parçası...

Topraklarımızın üzerine kanımızın son damlasını akıtacak olsak bile, bu alçakça dayatmaya boyun eğmeyeceğiz elbette... Fakat...
Ülkemizi, ulusumuzu bölmek, milli birliğimizi parçalamak isteyenler ve onlarla gaflet içinde işbirliği yapanlar, laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yüzlerce yıl geriye götürmeye, eski Osmanlılık anlayışına sürüklemeye çalışıyor.
Ulusumuzun, din, dil ve mezhep gibi nedenlerle bölünmesini engelleyecek tek seçenek Atatürk ilkelerine sarılmak olmalıdır. Peki, sarılıyor muyuz? Hayır!
Şu dönemde çektiğimiz her sıkıntının, her sorunun çözümünü Atatürk ilkelerinde bulacağız. Bugün ona ahlaksızca küfredenler var ama bize Türkiye Cumhuriyeti’ni armağan eden o muhteşem insan, ebediyete kadar nur içinde yatsın. Kurtuluşumuzun yolu yine O’dur.

Lafa gelince bizden büyüğü yok ama Atatürk ilkelerinden koptuk, hapı yuttuk.
Lafla dağları deliyor, lafla gemileri yürütüyor, lafla insanlarımıza cennetler yaratıyoruz.
Hepsi bir hayal, bir rüya... Üretmeden tüketiyor, sürekli olarak borçla yaşıyoruz.
500 milyar doları aşan iç ve dış borç stokumuz bizi boynu bükük, benzi soluk, namerde muhtaç bir toplum haline getiriyor.
1922 yılından beri büyük savaş görmemiş bir ulusuz. Zengin kaynaklarımız var. Bugünkü halimizden en az yedi-sekiz kat daha iyi durumda olmalıydık. Oysa hâlâ fakir bir ülkeyiz. Neden?
Az üretiyor, çok tüketiyoruz ve sürekli borçla yaşıyoruz da ondan...
Dünyada çalışma disiplini olmayan toplumlardan biri durumundayız.

1950 yılında Türkiye’nin kişi başına milli geliri Japonya ve Kore’nin önünde, İtalya’nın ise 25 dolar gerisindeydi.
İkinci Dünya Savaşı’nda ağır bir yenilgiye uğrayan Japonya bugün kişi başına 45 bin dolar milli gelirle dünyanın (Amerika ve Çin’den sonra) üçüncü büyük ekonomik gücü durumunda...
1950’deki savaşta perişan olan Güney Kore’nin milli geliri bile bizi ikiye katlamış halde.
İkinci Dünya Savaşı’ndan yenik ve perişan çıkan İtalya, şimdi kişi başına 40 bin dolar milli gelir düzeyinde zengin bir ülke... Nedir bizim bu geri kalışımızın sebebi?
Bu durumun tek açıklaması vardır: Türkiye 60-70 yıldan beri dünyanın en kötü yönetilen ülkelerinden biridir. Bunun başka izahı yoktur.
Atatürk’ten sonra ülkemiz (kısa bazı dönemler hariç) hep kötü yönetilmiştir... Ve ne yazık ki hâlâ öyledir! Şöyle iyiyiz, böyle iyiyiz diye kendi kendimizi kandırıyoruz!
Yazarın Tüm Yazıları