Kurbağalarını sevmediğiniz bir vatanı sevebilir misiniz?

TRABZON İdare Mahkemesi, Karadeniz Otoyolu’nun kıyı dolgusu yöntemiyle yapılmasına ilişkin Fındıklı Belediye Meclisi’nin ve Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun kararlarını iptal etti. Böylece ilginç bir durum ortaya çıkıyor: Mahkeme kararları iptal etti, ancak aradan geçen bu süre içinde de sahilin önemli bir bölümü doldurulmuş oldu.

Mahkemenin daha önce verdiği "yürütmeyi durdurma kararlarını uygulamayanlar" hakkında ne gibi işlemler yapılacak, merak ediyorum. Aslında hiçbir şey yapılmayacağını biliyorum da lafın gelişi soruyorum!

Bütün Karadeniz kıyısını, çevrede yaşayanlara kapatan bu uygulamanın gerekçesi çok ilginçti: Yolu yukarıdan geçirmek pahalıya mal oluyor! Bu arada kıyı halka kapatılmış, bir sürü canlının yaşam alanı yok edilmiş, kimsenin umurunda bile değil. "Vatanını sevmek" bizde çok kolay bir şey? Çünkü bu sevgi, herhangi bir sorumluluk duymayı gerektirmiyor. Öyle söylüyorsunuz, öyle oluyor: Ben vatanımı seviyorum! Oysa vatanını sevmek, vatanının ağaçlarını, kuşlarını, böceklerini, vahşi hayvanlarını da sevmeyi gerektiriyor.

O toprak parçasının onlarla birlikte değerli olduğunu, onlara yaşam hakkı tanımadan vatanı sevmenin eksik kalacağını bilmeyi gerektiriyor.

Bugün Hürriyet’te bir haber var (solda). İngiltere’de çiftleşme dönemine giren "kara kurbağaları"nı korumak için bir karayolu üç ay süreyle trafiğe kapatılmış.

Geçen yıl "kara kurbağalarını koruma devriyeleri" bölgede bin kadar kurbağanın yolu güvenle geçebilmesini sağlamış; ama yine de yeterli olmamış. Bunun üzerine bu sene yol tamamen trafiğe kapatılmış.

Yolu trafiğe kapatmak şu kadar sterline mal oluyor gibi bir hesap yapmamışlar; çünkü biliyorlar ki o toprak parçası insanlara olduğu kadar orada yaşayan başka canlılara da ait. Ve o toprak parçası ancak ona ve üzerinde yaşayan tüm canlılara duyduğunuz saygı kadar değerli.

Üniversiteli işsizler ordusuna bir katkı daha

GEÇEN yılın son çalışma gününde kabul edilen bir kanunla 15 yeni üniversitemiz daha oldu. Artık 55 ilimizde "üniversite" var. "Hayırlısı olsun" diyeceğim ama dilim varmıyor; çünkü bu yapılanın bir göz boyamadan başka bir şey olmadığını biliyorum.

Üniversitelerimizin çoğu, içinde bulunduğu şartlar nedeniyle "yüksek lise"den farklı değil; ama olsun? Kütüphaneleri yokmuş, içinde kitap yokmuş, doktoralı hocaların sayısı yetersizmiş, mezun olanlar zaten bir iş bulamayacaklarmış, kimin derdi!

Yaptık bir kanun, kurduk üniversiteleri ve sorun bitti!

Zannediyoruz ki Türkiye’deki eğitimin sorunu üniversite kapısına kadar gelip, orada öylece kalakalan iki milyon genci dört sene daha bir okula sokabilmek.

Oysa sorunumuz, milyonlarca çocuğumuzu hiçbir mesleki beceri ve bilgi kazanmadıkları liselerde okutup, üniversite kapısına yığmamızdan kaynaklanıyor.

Sonra bakıyoruz ki üniversite kapısında birikenler çok arttı, hadi biraz daha üniversite kuralım diyoruz. Yaptığımız şeyin kaçınılmaz sonu dört sene daha geciktirmekten başka bir şeye karşılık gelmediğini görmüyoruz, görmek istemiyoruz.

Kaçınılmaz son, dört sene sonra geliyor: Sokaklarda ne yapacağını bilemez halde kalakalmış, on binlerce üniversite mezunu işsiz genç!

"Mesleki eğitim" denildiğinde hükümetin aklına gelen tek şey ise "imam hatiplileri de üniversitelere sokmaktan" ibaret. Daha önce çok yazdım, bir kez daha tekrarlayayım: Türkiye’nin temel sorunu orta eğitimde. Meslek liselerimiz yetersiz, normal lise eğitimi ise hiçbir beceri ve bilgi kazandırmıyor! Bunu çözmeden 15 üniversite daha kurmak ise sadece "seçim yatırımı" anlamına geliyor, ülkeye hizmet değil!

Tarım Bakanlığı neden küçük düşmüyor?

EVLİ bir erkek ile aynı evi paylaştığı için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden Tarım Bakanlığı’na sürülen kadın memurla ilgili haberleri Hürriyet’te okudunuz. Memurun, Tarım Bakanlığı’na sürülme nedeni şuydu, yeniden hatırlatayım: "Aile birliğinin kutsallığını hiçe sayarak davranışlarıyla kurumu küçük düşürmek."

Dün bu konudaki görüşlerimi yazmıştım, memur erkek olsaydı böyle bir suçlama da, sürgün de olmayacaktı. Bugün işin bir başka yönüne dikkatinizi çekmek istiyorum: Memurun hareketi gerçekten "kurumu küçük düşürmek" olarak nitelenebilecekse, Tarım Bakanlığı bu "küçük düşmeyi" nasıl kaldıracak, içine nasıl sindirebilecek?

Yoksa şöyle bir şey mi var: TBMM olursa küçük düşer; ama Tarım Bakanlığı olursa küçük düşmez! Bu tür uygulamalar bizim kamu yönetimimizde çok yaygın.

Görevini kötüye kullandığından kuşkulanılan bazı memurların bir yerden diğerine "ceza olsun diye" tayin edildiğini biliyoruz mesela. Neden? Orada da sanatını icra etmeye devam etsin diye mi?

Ya da filanca çocuk yuvasında tacizde bulunan bir memur, başka çocuk yuvasına tayin olunca huy mu değiştiriyor?

Ama ben en çok bu Tarım Bakanlığı meselesine takıldım. Tarım Bakanlığı bu "küçük düşme" işini ciddiye almıyor mu yoksa?
Yazarın Tüm Yazıları