Kukumav nasıl bir kuştur bilmiyorum ama uzun zamandır kendimi kukumav gibi hissediyorum

Kukumav nasıl bir kuştur bilmiyorum ama uzun zamandır kendimi kukumav gibi hissediyorum.

Özellikle de her hafta yazının başına oturduğumda. Elimi şakağıma koyduğumda.

Soru hep aynı: Ne yazılacak?

Yanılıp şaşırır da, kendime sorduğum soruyu yüksek sesle dile getirirsem vay halime.. Yazsan iki satır tutmayacak konu önerenlerden bizi yaz diyenlere, bak sana yazılacak ne buldum diye gelenlerden bana ne dercesine omuz silken ama dayanamayıp akıl verenlere, bir dolu insan.

Oysa haftalık yazmanın, hele hele eliniz kolunuz bağlıyken en büyük derdi şu: Gündemi yakalasanız yazı çıktığında kaçmış oluyor, gündemden dem vurmasanız üstünüze fütursuz yaftası yapışıyor.

Peki madem öyle, o zaman geleneği bozalım, yemeği içmeyi bir kenara bırakıp gündemden dem vuralım.

Vurmasına vuralım da, önce Bodrum’un gündemi ne onu saptayalım.

Bana sorarsanız üç kalem:

Birincisi ve en önemlisi bütün ülkede olduğu gibi Seçimler...

İkincisi yöreyi vuran Yangınlar...

Üçüncü kalem de her yaz olduğu üzre, gelmeyen turistler, işletmeleri yeterince doldurmayan İnsanlar..

O zaman başlayalım:

İNSANLAR: Terk etmişler... gitmişler...

İnsanlar dediysem, hesap kitap yapmadan iki ay için dudak uçuklatan kiralar ödemeyi göze alan, umutlarını gelecek kalabalıkları kazıklamaya bağlayan işletmecilerin sözünü ettiği insanlar.

Terk etmişler, gitmişler, küsmüşler...

Ağustos’ta gelirlermiş...

Geçen yılın felaketi futbol ise bu yılın felaketi seçimlermiş...

Hepsi palavra!

Ağlaşacaklarına dursunlar...

Dönüp kendilerine baksınlar...

SEÇİMLER: Plajlarda aynı soru, kime oy verilecek?

Ortada miting, bayrak, hoparlörleri sonuna kadar açık seçim şarkıları çalan, arada da sıtma görmemiş sesleriyle slogan atan partililerin doluştuğu minibüsler yok. Ama her otobüs durağına, her reklam panosuna afişler asılı. Gökte uçan bir cisme bakıyorlarmış gibi havaya bakan bir grup insanın önünde gergin yüzüyle gülümseyen Baykal’lı CHP, dünyaya bir oyla cevap verilmesini isteyen Devlet’li MHP, sanki kaybedilmemiş gibi kaybedecek beş yıl olmadığını söyleyen ve kendinden başka gül tanımadığı için olsa gerek tek başına boy gösteren Erdoğan’lı AKP ve gülüyor mu ağlıyor mu pek anlaşılamayan yüz ifadesi ve soyadını atmış Mehmet’i ile DP’nin afişleri her yanda.

Bu işin propaganda faslı..

Seçmenlere gelince, her yerde ama her yerde, sokaklarda plajlarda, iki adım üç kulaç arası konuşmalarda sorulan soru aynı. Kime oy verilecek?

Herkes birbirine aynı soruyu soruyor da, kimse aldığı cevaptan memnun kalmıyor. Herkesin aklı karışık. Kime oy verilmeyeceği belli de, kime verileceği değil. Meclis aritmetiği üzerine kafa yormalar, barajı aşar mı acaba kaygıları, bölünmeyelim çağrıları gırla.

Millet harıl harıl dönüş hazırlığında.

THY’nin ayın yirmisinde greve girebileceği gibi küçük bir gazete haberi bile infial yaratmaya yetti. İşin aslı araştırıldı, alınacaksa bile grev kararının seçimlerden sonra alınacağı anlaşıldı da yüreklere su serpildi.

Garajlardan kalkan bütün otobüsler ağzına kadar dolu.

Geçen gün yolum düştüğünde oturup izledim.

İzmir, Balıkesir, Aydın, Manisa gibi yakın kentlere sefer yapan otobüslerin yolcuları şortlu şıpıdıklı babalar, işlemeli terlikli anneler ve annelerinin eteklerine yapışmış bebelerle orta sınıf aileler.

Adana, Antep, Hatay gibi güney illerine gidenlerin çoğu bir iki aile, bir iki yaşlı başlı teyze dışında bıçkın, bitirim delikanlı.

Doğu ve Güneydoğu’ya gidenlerin çoğu gözle görülür biçimde yoksul. Yolcular arasında hemen hiç kadın yok. Göçmen aileler nüfuslarını da buraya aldırdıkları için dönenler daha çok kış aylarında çalışmak için buraya gelenler.

Yaz aylarında misket gözlerine güvenip İngiliz gelin avına çıkmayı, soluğu yurtdışında almayı uman açıkgözler bile yollara düştüyse eğer, herkesin kafasına göre anket yaptırttığı, dolayısıyla da seçim sonuçlarının kestirilemeyeceği bu günlerde belki de kesin olan tek şey, Doğu ve Güneydoğu’da oy patlaması yaşanacağı.

Refik’ten biliyorum:

Yol parası bulamayan yoksullara cebi para görenler bilet aldı, imece usulü toplanan paralarla azıklar hazırlandı, okuma yazması olanlar olmayanlara belleti; bağımsız adayların isimleri ezberlendi.

Ne denir? Umut fakirin ekmeği.

Burada seçim havası böyle.

YANGINLAR: Torba kavşağında eli böğründe yüzlerce insanla yangını seyrettim

Gün geçmiyor ki bir tepenin ardından dumanlar yükselmesin.

Bodrum cayır cayır yanıyor.

Direnen son çama, son ağaca kadar da yanacağa benziyor.

Rivayet muhtelif. Kimine göre yangınları çıkaranlar rant peşinde koşanlar, kimine göre teröristler.

Rivayet muhtelif ama herkesin hemfikir olduğu şey ormanların öyle atılan izmaritle, şişe camının kozalakları tutuşturmasıyla çıkmış yangınlarla kül olmadığı.

Haklılar da.

Rastlantının bu kadarı fazla.

Ne zaman fırtına sınıfına girecek kadar güçlü bir rüzgar olsa, o zaman tutuşuyor ortalık. Bir yerde tutuşsa iyi. Yedi yerde, sekiz yerde başlıyor yangın. Yalıçiftlik’i kül edeni evi yalayıp geçti. Ben her şeyden bihaber evde otururken bir arkadaşım aradı, evin sırtını dayadığı tepeden dumanlar yükseldiğini söyledi.

Demeye kalmadı hava karardı. Her yanı duman sardı. Ben öyle havayı koklayıp rüzgar tahmini yapanlardan değilim. Rüzgarın nereden estiğini anlamak için babadan görme bir yöntemim var: Parmağımı ağzıma sokar havaya tutarım. Hani ne yanı önce kuruyorsa oradan esiyor derler ya. Yalan. Buranın rüzgarı döne döne esiyor, dolayısıyla alevlerin nereye gideceği kolay kestirilemiyor. Önce telaşlanmadım. Ama ne zaman ki dumanın yerini alevler aldı içimi korku kapladı. Yangından mal kaçırıyor diye bir tabir vardır ya, o da yalan. Neyi kaçıracaksınız? Kaçırılsa kaçırılsa can kaçırılıyor. Elena’ya fırla dedim, Zıpkın’ı kucağıma aldım, mal olarak da pasaportumu çantaya attım. Bir de dizüstünü. Çıktık. İki adım attım atmadım, dönüp dizüstünü de eve bıraktım.

İki yazı üç mesaj...

Yansa ne olur yanmasa ne olur.

Nereye gideceğimizi bilmiyoruz.

Şaşkın şaşkın birbirimize bakıyoruz.

Dumandan, yalımdan, rüzgardan tedirgin Zıpkın havlamayı kesti ağlamaya başladı.

Onunla birlikte ben de.

Eskiden yangın var dendiğinde ayaklanırdık. Kovalar elden ele geçirilir, tutuşan makilere kum serpilir, erkekler hendek kazar herkes oradan oraya koşardı.

Yangına kürekle gitmek de kalmadı artık. Küreği kapsan bile hangisine yetişeceksin? Nerede başladığını nasıl bileceksin?

Gittim, Torba kavşağında benim gibi eli böğründe kalan yüzlerce insanla yangını seyrettim: Sönmedi, sönmedi, sönmedi. Söndürülemedi.

Gün boyu dağlardan duman yükseldi. Telefonlar sustu, elektrik kesildi, haberleşme bitti.

Afet kendi söylencesini kendi üretti: Demir evler yanıyormuş... Kedilerin kuyruğuna gaz tenekesi bağlamış ormana salmışlar... Gündoğan’da da başlamış... Kempinski boşaltılmış... Alevler Halikarnas’a dayanmış...

Çatırdaya çatırdaya, ağlaya ağlaya yandı koca orman.

Aradan bir hafta geçti.

Bir tane daha.

Bu kez Milas, Güvercinlik, Doktorlar Sitesi, Maya tehdit altında.

Öyle yandı öyle yandı ki, yok olan Halep çamlarının külleri iki gün boyunca yağmur gibi denizin, caddelerin, evlerin, tentelerin üzerine yağdı. İçimizi dışımızı yağlı kara kapladı.

Ertesi gün gazetelerde okuduğumuz Akoral haberi kararan yüreklerimizi dağladı.

Yeni bir felakete kadar, yangın da bu kadar.
Yazarın Tüm Yazıları