Konuşan bir Türkiye istemiyoruz

Konuşuyoruz, konuşuyoruz, bin kere aynı konuları konuşuyoruz. Konuşa, konuşa konuları amacından saptırıyoruz.

Ülke meselelerini televizyonda konuşuyoruz, rakı masasında konuşuyoruz, seçim meydanlarında konuşuyoruz. Sonra ne konuştuğumuzu unutup, bir daha konuşuyoruz. Herkes konuşuyor ama boşa konuşuyoruz. Boşa konuşmanın bir sektör haline geldiğinin farkındasınızdır umarım.

KONUŞTUĞUNU YAPAN ÜLKE İSTİYORUZ

Ulusal güvenliğimizi yakından ilgilendiren ’Trafik Güvenliği’ konusunda yıllardır konuşuyoruz, ne kadar yol aldık bir bakın. AB uyum paketleri içinde sürücü standartlarının iyileştirilmesi konusunu içeren yönetmelikler hakkında yetkili kişilere bir sorun; ne biliyorlar, ne yapıyorlar bir bakın. AB’den hibe bütçe geliyor, herhangi bir ’Trafik Güvenliği Projemiz’ olmadığından geri gidiyor.

Mağazalar, ürünlerini müşterinin beğenisine sunmak için ayda bir ’vitrin’ yaparlar. Bu deyim günümüzde göz boyamak için yapılan, gelip geçici işler için de kullanılmaktadır. Bu vitrin yapma işini çok severiz ve iyi de yaparız. Belediyelerimiz de bunu çok iyi bilirler. Genelde kaldırımlar yapılır ki, bir şeyler yapılıyor gözüksün diye. Aslında bilinmez ki, yüksek kaldırımlar az gelişmişliğin göstergesidir. Alt yapı eksikleri nedeni ile yollar asfaltlanır, üç gün sonra kazılır.

Petrole bağımlı bir ülkede bu durum müsrifliğin dikalası değil midir? Boş kalmasın diye acele ile yapılan bu vitrinin yüksek maliyeti de bizim cebimizden çıkmaktadır. Yüzlerce örnek gösterebiliriz. İstanbul’un her iki yakasında demir yaya geçitleri yapıldı onlarca, minare merdivenli bu geçitler amacına hizmet etmedi söküldü, çöp oldu.

Üst geçitler hangi mimarı anlayış ile yapılıyorsa bir çoğu yanlış. Kavşaklar yanlış yapılıyor, kazalara sebep oluyor ve yenibaştan değiştiriliyor. Yolun ortasına bariyer yapılıyor, araçlar bunlara saplanıyor, insanlar hayatını kaybediyor. İnsan hayatının değerli olduğu bir ülkede, o bariyeri dikene öyle bir saplarlar ki, ölenin ailesine dünya tazminat ödemek zorunda kalır. Yapılan bu tür hatalar neticesinde insanımızın ölmesine tahammül edemiyorum. Güvenlik kavramının ne anlama geldiğini hala anlamış değiliz. Hangimiz bir iş yaparken kişisel güvenliğimize önem veriyoruz.

"Veriyoruz" diyorsanız trafikte niye deli gibi araç kullanıyoruz veya bu delilerin yanına niye oturuyoruz. "Yavaş git, korkuyorum" demeye niye cesaretimiz yok?

Sevdiklerimizden bir kişiyi kurban vermiyor muyuz trafik canavarına? Hayatımız bu kadar ucuz mu? Değerli köşe yazarlarımız ve okuyucularım, ’Sokakta İlk Adımlar’ını atacak çocuklarınızın trafikteki güvenliğini sağlamak için il il, okul okul dolaşarak, geleceğimizi emanet edeceğimiz yavrularımıza, kimler yatırım yapıyor biliyor musunuz? Lütfen bir araştırın ve siz de üzerinize düşeni yapın. Eğitimin şart olduğu hepimizin ortak kanısı değil mi?

BİRİ BİZİ GÖZETLİYOR

Trafik kameralarla gözlenecek, hatalı sürücüler tespit edilecek, cezalar yollanacak ve trafik düzene girecek. Aynen Avrupa’da olduğu gibi. Süper bir fikir, hemen uygulayalım, trafik düzene girsin. Ancak, böyle olacağını düşünmüyorum.

Yurt dışında gördüğünüz kameralar trafiğin akışını ve yol güvenliğini sağlamak için yapılmıştır. Olası bir kazaya anında müdahale veya yol güvenliğini tehlikeye düşürecek az sayıda sürücüyü anında cezalandırmak için. Cezalar da bizdeki gibi otopark ücreti kıvamında değil. Bizde hangi birine ceza keseceksin, polisin gözü önünde her türlü ihlali yapan yüz binlerce sürücüye mi? Maksat ceza yazmaksa, muhakkak bir ihlal yapıyoruz, her araca aylık ceza faturası yollayın olsun bitsin.

OGS’de bir milyon araç kaçak geçiş yapmış, yasak ve cezası olmasına rağmen. Cezası adrese gidene kadar adam aracı satmış, evi taşımış olacaktır. Unutmadan, aracınızın ruhsatında yazılı bulunan adreste ikamet etmiyorsanız, yeni adresinizi mutlaka aracınızın kayıtlı olduğu tescil kuruluşuna bildiriniz. Bu yasal zorunluluktur (K.T.K Madde 32).

İsterseniz bir daha düşünelim, sonra konuşuruz.
Yazarın Tüm Yazıları