Komutanların dikkatine

BU yazıyı Türk Silahlı Kuvvetleri komutanlarının dikkatle okuyup değerlendirmelerini çok isterdim.

Yazıp yazmamak konusunda çok düşündüm.

Ama Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt hakkında yazılan, maksadı apaçık belli iddianameyi okuyunca yazmaya karar verdim. Yaşadıkları bu olaydan sonra aşağıda yazacaklarımı çok daha iyi anlayacaklarını umut ediyorum.

* * *

Geçen yaz sonunda, uzun yıllardan beri tanıdığım bir arkadaşımın oğlu, bedelli askerliğini yapıp yaşadığı ülkeye döndü.

Döndükten sonra bana bir e-posta attı.

Hemen belirteyim, öyle ideolojik saplantıları olan bir genç değildir.

Vatanı Türkiye’ye çok kuvvetli bağlarla bağlıdır.

Çok sağlıklı ve tarafsız bir değerlendirme yeteneği vardır.

* * *

Bedelli askerliği sırasında, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne olan bağlılığını derinden sarsacak bazı olaylarla karşılaşmış.

Yanlış anlamayın, kötü muameleden falan söz etmiyorum.

Askerliği boyunca kendilerine verilen "doktriner eğitimi" kastediyor.

Genelkurmay tarafından görevlendirilen bazı komutanlar, kendilerine uzun konuşmalar yapmışlar.

Bu konuşmalarda açık bir biçimde Avrupa Birliği üyeliğine karşı görüşler empoze ediliyormuş.

Fener Patrikhanesi’nin Türkiye’ye düşman bir kurum olduğu, Türkiye’yi yıkmaya çalıştığı anlatılıyormuş.

Bazı müttefik ülkeler hakkında çok ağır ifadeler kullanılıyormuş.

Hıristiyanların Türkiye’de misyonerlik faaliyetlerini sürdürdükleri, bunun yıkıcı bir faaliyet olduğu iddia ediliyormuş.

* * *

Arkadaşımın oğlunu sadece bunlar değil, kullandıkları üslup da çok irkiltmiş.

Avrupa Birliği’ni savunan insanlara "hain" damgası yapıştırılıyormuş.

Bunu savunan gazeteciler için "Ali Kemal" ifadesi kullanılıyormuş.

Dediğim gibi sağduyusuna çok güvendiğim, vatanseverliğinden en küçük kuşkum bulunmayan bir çocuğun anlattıkları bunlar.

* * *

Onun söylediklerinin etkisini henüz üzerimden atmamışken, bu defa bir başka tanıdığım buna benzer şeyler anlattı.

Onun bir yakını da askerden dönmüş ve aynı doktrin konuşmalarına tanık olmuş.

Hatta daha da ileri gidilerek, Türkiye’nin saygın bazı şirketlerinin sahipleri hakkında, ancak 1970 model fanatik bir solcunun veya sağcının söyleyeceği aşağılayıcı ifadeler kullanıldığını anlatmış.

Her iki genç insan da büyük bir düş kırıklığı yaşadığını söylüyordu.

Ama asıl vurucu gözlemleri şuydu:

"Bize konuşma yapan bu komutanlar ile aşırı dinci bazı gazetelerin üslubu birbirine çok yakındı."

22 Mart 1990’da Hürriyet’in Genel Yayın yönetmeni olduğum gün, iki talimat verdim.

Birincisi, her cuma namazından sonra sakallı insanların fotoğrafını çekip önüme "Kara Cuma" haberi getirilmemesiydi.

İkinci talimatım ise şuydu:

"Ben bu gazetede çirkin görünümlü Türk askeri fotoğrafı istemiyorum."

Bugün yazdıklarımın işte bu çerçevede değerlendirilmesini isterim.

Şunun cevabını öğrenmek istiyorum:

Acaba bu konuşmalar Genelkurmay Başkanlığı’nın bilgisi dahilinde mi yapılmaktadır?

Yoksa komutanların şahsi zihniyetlerini mi yansıtmaktadır?

* * *

Komutanlarımız, Van Savcısı’nın yazdığı keyfi ifadelerle dolu iddianameden haklı olarak çok rahatsız oldular.

Bu konuda, kendilerine karşı bildikleri, dini hassasiyeti olan gazete ve yazarlardan bile destek aldılar.

O nedenle diyorum ki:

Eğer iddianamedeki ifadeler komutanlarımızı rahatsız ettiyse, kendileri de toplumun öteki kurumları ve üyeleri hakkında daha dikkatli davranmalıdırlar.
Yazarın Tüm Yazıları