Kokteyl ortamında Peter Sellers gibi kalmak

Çarşamba akşamı, Oğlak Yayınları 499’uncu (Rekin Teksoy’un Sinema Tarihi) ve 500’üncü (Tarihin Süzgecinde Mutfak Kültürümüz, Deniz Gürsoy) kitaplarını tanıttı ve 12’nci yaş gününü kutladı.

TÜRSAK’ta yapılan kokteyle ‘Party’ filmindeki Peter Sellers gibi katıldım ben de. Filmi seyretmiş olanlar durumumu anlayacaktır.

Seyretmeyenler için üzgünüm, çünkü anlatılabilecek bir hal değildir. Neredeyse tamamen yabancı olduğunuz bir ortamda medeniyet kuralları dahilinde hayatta kalma savaşı verirsiniz ve bu arada sürekli sersem şeyler yaparsınız.

Öncelikle böyle kokteyl ortamlarına pek alışık olmadığımdan nerede durmam gerektiğine karar veremedim bir türlü.

Sonra herkesin sabit öbekler halinde durduğu bir ortamda oradan oraya gezmemin sinir bozucu olacağını düşünerek bir köşeye çekildim.

Çekildiğim noktanın sahne olduğunu fark edince (Tek basamaklı bir yer, sahne olduğu anlaşılmıyor, yoksa o kadar salak da değilim), benden konuşma istenebilir diye paniğe kapıldım.

Hemen yer değiştirdim. Ancak bu kez de boş sanarak yerleşmeye çalıştığım yüksek kokteyl masa, içki almak üzere yerlerini 10 saniyeliğine terk etmiş iki kişiye aitmiş. ‘Git buradan pis adam!’ demediler tabii, ‘Rica ederiz, yer var durabilirsiniz burada’ dediler ama niyeyse ‘Benim bir gazeteyi aramam gerekiyor’ gibi saçma bir cümle kurarak yanlarından ayrıldım.

Böyle deyince nedense gerçekten de gazeteyi aramam gerektiğini düşündüm. Ve aradım da... Kültür Sanat editörümüz İhsan Yılmaz’ı aradım. Siz de takdir edersiniz ki; bulunduğum ortam düşünülürse en doğru kararı vermiş oldum. Spor servisini arayıp, kafalarını karıştırmak da vardı....

İhsan’a ne mi anlattım? Duvardaki kokteyl mönüsünü okudum ve kapattım telefonu. Kokteyl insanlarından yaptığım abukluğu fark edenler oldu tabii ama aldırmadım.

*

Her neyse ya... Odaklanabileceğim bir şey olmadığı için nereye bakacağımı da bilemiyorum.

Bu arada etraftaki insanlar gayet medeni... Arada sırada, kazara göz göze geldiğinizde hafifçe gülümseyip, başlarını eğerek selam veriyorlar. Ama ben tam bu noktada iyice kilitleniyorum.

Bir ara aynı şeyi ben de yapmalıyım dedim ve gülümsemeye çalışarak kafamı hafifçe eğdim. Ama kafayı eğerken gözlerimi kapatıyorum nedense ve bu üzerime 10 beden bol gelen selamı tamamlayıp kafamı kaldırdığımda göz temasını kaybetmiş oluyorum.

Kendinizi benim yerime koyun. Hiç tanımadığınız birinin gözlerine bakıyor, gülümsüyor, kafanızı eğiyor ve kaldırıyorsunuz veya boşluğa ya da selamlamaya başladığınız kişinin ensesine bakar vaziyette kalıyorsunuz.

Tabii bu arada ‘Yaptığım bu saçmalığı fark edenler oldu kesin; ölmek istiyorum!’ hissine kapılmak da işin cabası.

*

Kokteylde tanıdığım isimler de var tabii. Bir ara önce Gökhan Akçura’yla sonra da Oğlak’ın ortaklarından Raşit Çavaş’la sohbet ettim. Ama ikisinin de ilgilenmesi gereken başka insanlar olduğundan, kısa bir süre içinde yine yalnız kaldım.

Bütün bunlar olup biterken, ısrarlı bir garsonun da takibi söz konusu. Kapıdan girdiğim anda kanepe tepsisini uzatıp ‘Çok değişik... Denemek ister misiniz?..’ dedi. ‘Evet’ deyip, bir tane kanepe yesem belki sorun hallolacaktı fakat ‘Hayır’ dedim ve orada kalmayıp, nedense, ‘Evde yedim çıktım’ diye manasız bir açıklamayla noktaladım cümlemi.

Taktı kanepetör bunun üzerine. Nereye gitsem, gülümseyerek karşıma çıkıyor ve ‘Çok değişik... Denemek ister misiniz?..’ diyor...

‘Hayır’ diyorum, beş dakika sonra yine karşımda. Kokteyl mekanı küçük olduğu için ona da hak vermek lazım ama soğukkanlılığınızı kaybetmeden kaç kere hayır diyebilirsiniz, siz söyleyin.

Sonunda ‘Ben tatlıları bekliyorum’ diyerek konuyu en azından yarım saatliğine başımdan attım. Ya da ben öyle sandım...

Çünkü takip sürüyor...

Kavun dolması gelene kadar da sürdü. Kavun dolması diye bir şey olmadığına inananlara ‘Evet var böyle bir şey, tarifi de Deniz Gürsoy’un kitabında’ demek isterim. Öyle minimalist bir yaklaşım filan da söz konusu değil. Almışlar topatan kavununu, doldurmuşlar içini kıymayla. Denemedim ben...

*

Kokteylde ‘ilik yemeği’ diye sunulan (Plastik boru içinde ciğer ezmesi var. Borudan kuvvetle içinize çekmek gerekiyor) şeyi tatlı sanıp, takipçi garsona ‘Bu ne ya?’ dedikten, ‘Yemez misin sen kanepeleri, uğraş bakalım bunlarla şimdi’ ifadesi ve intikamcı bir sırıtış eşliğinde ‘İlik yemeği’ cevabını aldıktan sonra zamanımın dolduğunu hissediyorum.

Tanıdıklarımla kazasız belasız vedalaşmayı başarıp, iki güzel kitap eşliğinde evin yolunu tutuyorum.

Rekin Bey’in kitabı 1100 sayfa gibi bir şey. Sadece dizin 120 sayfa tutuyor. O yüzden karıştırıp algılamam için bayağı bir zaman geçecek..

Ama Deniz Gürsoy’un kitabını çabucacık karıştırdım.

Bira kitabını çok sevmiştim bunu da çok sevdim.

40 kadar da tarif var. Bazıları bildik yemekler ama arada ‘Sümer usulü yağda kızarmış ekmek’ gibi belki müzelerde çivi yazılı tablet formatında bulabileceğiniz kadar ünik tarifler de var...

Ben medeni cesaret geliştirici egzersizler yapmak üzere yeniden evime kapanıyorum. Artık nasıl olacaksa...

Doğu yükselişi veya Paskalya Ayaklanması

History Channel’da Giselle Fernandez’i seyrediyorum. Seyredenler bilir ‘Ben History Channel’dan Giselle Fernandez’ diyen kadın...

İrlanda tarihiyle, daha doğrusu Michael Collins’le ilgili bir şeyler anlatıyor. Ben de ‘Anlat Giselle Abla’ diyerek seyrediyorum.

Bu arada takılmış bir ‘Doğu yükselişinden etkilenen Michael Collins... Doğu yükselişinden sonra hırs yapan Michael Collins...’ muhabbetine ki; bitmek bilmiyor. Sanırsın 20’nci yüzyılın başlarında bir feng-shui modasının kurbanı olmuş Michael Collins...

Telefonla ulaşılabilecek bir insan olsa Giselle Fernandez Abla, sarılıp cep cihazına arayacağım ve diyeceğim ki; ‘O senin Doğu yükselişi dediğiniz şey, Easter Uprising’dir. Yani Paskalya İsyanı de, Paskalya Ayaklanması de, ne dersen de ama doğru de be ablacığım...’

Paskalya veya ecnebilerin Easter dedikleri, boyalı yumurtalarından küçükken benim de bir şekilde faydalandığım bayram oluyor. Hıristiyanlar, Hz. İsa’nın yeniden dirilişini kutluyorlar...

Tabii ki hatayı yapan kişi Giselle Fernandez değil; History Channel’a çeviri yapan arkadaşımız. Tarih kanalı neticede bu... Dizi çevirilerindeki yanlışlara gülüp geçiyoruz filan ama bu biraz abartılı oluyor.

Normal şartlar altında böyle şeylerle uğraşmıyorum ama aklıma fena takıldı, o sebepten...
Yazarın Tüm Yazıları