Kıyamet tarihinden akıl ve ruh çağına!

GRANADA ’da Elhamra Sarayı’nı gezerken görmüştüm.

Sarayın tavanlarına bir söz nakşedilmişti:
Aynı yakarış, inanılmaz bir estetikle, yüzlerce, binlerce kez yazılmıştı:
“Allah’ım beni kibirden koru!”
Endülüs’te İslam egemenliğinin sembolü olan sarayda hüküm süren emirlerin en büyük korkusuydu:
Kibir!...
Japonya’da;
Nagazaki yakınlarındaki bir Budist tapınakta dağıtılan küçük kağıtlarda da şöyle yazıyordu:
“Asıl ıstırabın nedeni öfkedir. Kendini öfkenin zehrinden koru.”
Ve nefret...
Mevlana’dan Dante’ye bir cehennem yakıtı gibi anlatılan o nefret.
Öyle ya;
Aslında bir nefret, öfke ve kibir tarihinden gelmiyor muyuz?
Öteki dünyada cennete gitmek için;
Bu dünyayı cehenneme çevirdiğimiz bir nefret tarihidir bu.
Din savaşları;
Kibir imparatorlukları;
Nefret coğrafyaları;
Öfke kampları,
Devrilmiş sarayların tozlarında;
Eşyaya, bedene ve maddeye bağlanmış;
Ruhun terk edildiği bir yüzyıldan geliyoruz;
Yeryüzüne ayarlı bağımlılıkların;
Gökyüzünden koparılmış gözlerin tarihinden geliyoruz;
En gelişmiş silahların en ilkel açlıkları kuşattığı ve bilimin silaha ayarlandığı bir “negatif medeniyet”ten geliyoruz?
İşte 2012 için bunu söylüyor, 3 bin yıl öncesinin Maya takvimi.
Ve ne yazık ki:
Sanki bir “korku takvimi”ne sürüklendiğimizi yazıyorlar.
Hollywood gereğini yapıp hemen bir “2012 felaket filmi” çekiyor.
Dünyanın sonu geldi diyen “kehanet”le “kıyamet” yarışıyor.
Peki gerçekten de 2012 kıyametin başlangıcı mıdır?
Hayır.
İnsanoğlu 2012’yle birlikte kıyamete gitmiyor.
Tam tersine;
İnsanlık kendi yarattığı kıyametten geliyor.
Kölelikten, işgalden, açlıktan, esaretten örülmüş bir kıyamet tarihinden geliyoruz.
Nefretin, öfkenin, eşyanın, maddenin, silahların, sömürünün, ruhu teslim aldığı bir kıyamet tarihinden çıkıyoruz.
Ve umarım; 2012’yle birlikte;
Yeryüzüne ayarlı cüce ihtiraslardan kurtulup;
Gökyüzünde doğru bilgeliği, aşkı ve arınmış ruhu kavrayan bir insanlığa doğru kanatlanırız.
Herkese mutlu bir yıl,
İnsanlığa da;
Eşyanın kuşatmasına ve ihtiraslarına teslim olmayacağı bir yeni takvimde; günahlarıyla hesaplaşabileceği bir bilgelik dönemi diliyorum.

İKİNCİ YAZI

‘Bırakın isteyen istediğini söylesin’

YENİ anayasa nasıl hazırlanacak?
Dahası;
Herkes dilediği öneriyi özgürce yapabilecek mi?
Dün bu konuyu TBMM Başkanı Cemil Çiçek’e sordum:
- Yeni anayasa için insanlar farklı ve marjinal öneriler yapabilecek mi?
Çiçek çok açık bir cevap verdi:
“Bırakalım herkes dilediğini söylesin. Düşüncesini özgürce dile getirsin. Halkın katıldığı, sivil bir anayasa ancak böyle olabilir.”
Doğrusu bu sözler beni cesaretlendiriyor.
Nitekim; Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu da önemli bir bilgi veriyor:
“Siyasi partiler arasında anayasa çalışmaları için görüşmeler yaparken, dedik ki, herkes düşüncesini özgürce ortaya koysun. Kimsenin hakkında kanuni bir işlem yapılmasın!”
Evet.
Sivil bir anayasa için uğraşıyoruz. Ben elimden geleni yapıyorum.
Çünkü bana göre 2012’nin en önemli gündem maddesi budur.
Ve biliyorum ki;
Korkuyla kuşatılmış toplumların üzerindeki en acılı işgal, aslında kendi yarattığı korkunun özgür düşünceyi işgalidir.
Hasarı büyük olur.
Bu nedenle Meclis Başkanı olarak Cemil Çiçek’in herkesin özgürce düşüncesini dile getirebileceği bir anayasa hazırlığı yapıldığını söylemesi önemlidir.

ÜÇÜNCÜ YAZI

2 milyon kişinin isteği

SİVİL anayasa için açtığımız kanala gelenlerin sayısı 2 milyona yaklaşıyor.
Yorumlar, görüşler, değişiklik istekleri.
Bütün bu dijital halk hareketinde çok önemli bir detay var.
Dikkat ettim;
Gelen yorumlarda, önerilerde bir tek ahlak dışı tavır. Saldırgan, kavgacı bir üslup yok.
Tam tersine inanılmaz bir saygı var.
Bildiğimiz ama bir kez daha gördüğümüz açık gerçek şu;
Halk, bayrağına, milli marşına, cumhuriyete, demokrasiye, laikliğe, hukuka ve sosyal devlete, ezici bir çoğunlukla sahip çıkıyor.
Ve asıl önemlisi;
Halk özgürlük istiyor, temel hak ve özgürlüklerin en gelişmiş standartlarını istiyor.
Hak ediyor da.

DÖRDÜNCÜ YAZI

Sevgili kardeşim kaymakam bey


ULUDERE Kaymakamı Naif Yavuz;
Seni bütün kalbimle alkışlıyorum.
İki yıldır Uludere’desin. Her türlü zorluğa, ilkelliğe, teröre karşı mücadele veriyorsun.
Ve hayatını kaybeden 35 vatandaşımızın taziye evinde birileri tarafından saldırıya uğradıktan sonra şu açıklamayı yapıyorsun:
“Ben iki yıldır burada görev yapıyorum. Ölen o çocuklarla fotoğraflarım vardır. Ben de Muş’ta büyüdüm, 4 kilometre yürüyerek okula gitmek ne demek bilirim. Bu yüzden köylere öğretmen evi yapıyoruz.”
Sevgili kardeşim, Naif Yavuz;
Kim bilir ne zorluklarla okudun. Bu yüzden halden anlıyorsun. Ve en önemlisi;
“Kimse beni orada görev yapmaktan alıkoyamaz” diyorsun.
İşte bu yüzden bütün kalbimle alkışlıyorum seni!
İyi ki varsın. İyi ki oradasın!
Yazarın Tüm Yazıları