Kıyamet günü

Size saçma sapan kıyamet muhabbeti yapmayacağım.

Haberin Devamı

Benim size yazacağım bir film.
Kıyamet günü de filmin Türkiye’deki ismi, orijinal ismi ise impossible, yani imkânsız.
Niye kıyamet günü diye çevirmişler o da ayrı.
Muhtemelen şu ara içinde kıyamet sözü geçen her şey dikkat çekiyor, birilerinin cebine de para olarak geri dönüyor, ondandır.
Film gerçek hikâyeden uyarlanmış.
Bir aile seyahate Thailand’ın Phuket Adası’na gidiyor ve orada olanlar oluyor.
Tsunami Phuket’i vuruyor, tabi haliyle aileyi de.
Filmi seyrederken bir ara ağlıyordum, sonra bir anda gülmeye başladım.
Sağ kolum Nesibe; “abla iyi misin?” dedi.
“Daha şimdi ağlıyordun kadın ya ölürse diye.”
“Ah be Nesibe” dedim, “biz kocamla bundan tam tamına 23 sene önce balayına Phuket’e gitmiştik.
Oradan sağ salim eve gelebildik. Bizim tsunami o tarihten 17 sene sonra vurdu bizi.
Daha doğrusu en çok beni.”
Başladım Nesibe’ye anlatmaya.
Bak şimdi, bir sabah kalktık.
Sahile gittik.
Tam güneşleneceğiz, benim koca dedi ki “ben deniz paraşütü yapacağım. Bak millet ne güzel yapıyor.”
“Hayır, yapamazsın.”
“Yaparım”
“Yapamazsın!”
“Eeeee yaparım!”
“Yapamazsın, görmüyor musun yaptıranlar Thailandlı genç çocuklar. Her şey eski püskü.
Bir otelin ya da tatil köyünün adamları falan değil.
Ya sana bir şey olursa?”
“Olmaz”
“Olur”
“Olmaz Ayşe, yapacağım, karışma.”
Baktım balayında kavga etmeye başladık;
“Aman” dedim, “ne halin varsa gör”
Cahillik işte, benim yaş 19, onun 27.
Bağladılar mı benimkini!
Motor demeye bin şahit isteyecek alet bunu çekip havalandırdı mı!
Benim kalpte zaten ritim bozukluğu var, elim ayağım birbirine dolandı mı!
Hele havalanıp gözden de yok olunca başladım mı ağlamaya…
“Gitti iki günlük kocam!”
Olmadı, baktım kimse gelip yanıma “bir şey olmaz” falan demiyor,
başladım İngilizce ağlayıp dövünmeye.
“My husband is gone”
“Kocam gitti, sanırım öldü, balayındaydık, yardım edin!” “
I think he is dead.
We were on our honeymoon.
Help me, help!”
O sırada Thailandlı gençlerden biri geldi yanıma.
“Dont worry abla, meraklanma abla”
Afalladım.
“Abla?
“Yani korkma abla. Ben Türk’üm.
Fazla güneşten Türk’e benzemiyorum haha”
“Hahaha çok komik! Kocam nerede?”
“O iyi, merak etme, şimdi gökyüzünün keyfini çıkarıyor.
Bak sakinleş bizim Talia (Talia fıstık gibi, benim yaşlarda bir kız) gelsin masaj yapsın sana, hatta sonra da saçlarını örer, boncuk takar. Bir de sana bir kokteyl söyleyeyim.”
Kokteyli içtim, masajla gevşedim, kafa oldu çakır, saçlarım Bo Derek.
Tam serilmişim kumsala, bir ses;
“Yuh diyorum sana!”
Sesin sahibi benim koca.
“Niye yuh canım, ne oldu?”
“Ulan insan bir merak eder kocam iyi mi diye!
Serilmişin kumlara.
Dünya umurunda değil.”
Anlatmadım tabi ona, ödüm mokuma karıştı demedim.
İki kokteylle sakinleştim de demedim.
“Eeeee” dedim, “ne merak edeceğim, kaderde varsa göklerde ölmek Allah’ın takdiri.”
Bir “yuh” daha dedi.
Sonra da
“Ben dalmaya gidiyorum Ayşe”
“Güle güle, fazla derine dalma, hahahaa…”
“Talia, biraz da boynumu ovsana.
Pardon “Talia, my neck please” (boynum lütfen)

 

Yazarın Tüm Yazıları