Kitap ve film almak için Kadıköy Beyoğlu'ndan iyi

MECBUR kalmadığı sürece karşı tarafa (Benim açımdan Kadıköy tarafı oluyor bu) geçmeyenlerdenim. Kitap, film gibi ihtiyaçlarımı karşıladığım adresler de bellidir.

Geçen hafta canım ıslama köfte istedi (Bir konudan bir konuya böyle mi atlanır, izninizle kendime yuh demek istiyorum. Ama durumla alakası da var, şimdi açıklayacağım.)

Kalkıp Adapazarı'na gideceğime, ne zamandır uğramadığım süper köfteciye, Kadıköy Çarşısı'ndaki köfteciye gitme kararı aldım.

Latif'i aradım ‘‘Hava güzel, Kadıköy'e gidelim’’ dedim, ‘‘Olur’’ cevabı gelince yola koyulduk.

Köftenin üstüne bir de yerkürenin en lezzetli kupunu, Baylan'daki Kup Griye'yi gövdeye indirince resmen mutlu olduk.

Mutlu olan yani bir bakıma refaha ulaşan insan ne yapar? Alışveriş di mi? Direkt Kadıköy'ün ara sokaklarına daldık.

Girdiğimiz kitapçılarda ve film satıcılarında karşılaştığım manzara beni çok şaşırttı.

Kültür merkezimiz Beyoğlu diyoruz ya, alışveriş konusunda Kadıköy Beyoğlu'nu sollamış. Birincisi çeşit çok fazla. Beyoğlu'nda belki sürekli aynı kitapçılara girip çıktığımdan, sahaflarda çok sürpriz bir şey olmadıkça kitap almıyorum.

İkincisi fiyatlar çok fark ediyor. Beyoğlu'na kıyasla Kadıköy'deki kitapçılar çok daha insaflı. Balık Pazarı'ndaki Aslı Han'da fiyat sorarken, alıcı olduğumu belli etmemeye çalışır hale geldim.

Satıcı eğer istekli olduğunuzu anlarsa anormal fiyatlar çekebiliyor. Bu tabii ki hepsi için geçerli değil. Ama bazıları hakikaten ayıp ediyor.

Normalde 3 milyon TL'den bir kuruş fazla etmeyecek kitaba 10-15 milyon lira istendiğine çok rastladım.

Aynı durum filmler için de geçerli. 10 milyon liraya, jelatin içinde filmin kapağının bile yer almadığı korsan cd'ler satanlar var.

Daha geniş bir film koleksiyonunun, daha makul bir ambalajda 3,5 hatta 3 milyon liraya satıldığı yerler gördüm Kadıköy'de.

Demem şu ki; mecbur kalmadıkça artık Beyoğlu'nda ne sahafa giderim, ne de film alırım.

Bu yüzden de yıllardır hayatımı memnun mesut geçirdiğim Beyoğlu esnafına kızarım.

Beyoğlu, kitap ve film konusunda bayrağı benim gözümde Kadıköy'e kaptırmış durumdadır bundan böyle.

Acı ama gerçek!


İyi müzik iyi geyiği kovar mı?


NGUYEN Le, Vietnam asıllı bir gitarist. Fransa'da yaşıyor. Geçen sene bu hiper orijinal insanın Jimi Hendrix yorumladığı albümünü uzunca bir süre, neredeyse ara vermeksizin dinlemiştim.

Nguyen Le, yarın (19 Ekim Pazar) İstanbul'da Cemal Reşit Rey'de Hendrix çalacak. Konser 20.00'de başlıyor; bilet fiyatları da 15 milyon ve 20 milyon TL.

Konserlerde sıkılıyorum artık ama Maraton'u feda edip gitmeyi düşünüyorum. Herhalde ‘‘iyi müzik, iyi geyiği kovar’’ ilkesiyle hareket edeceğim.

Meraklılarına duyurulur.


Kapaklar açıldı su geliyor abi


İSTANBUL'un önemli bir gölümü geçtiğimiz çarşamba günü susuz bir dünyaya uyandı. Büyük Britanya'da doğmadım, ormanda maymunlar tarafından bulunup yetiştirilmedim; yani su kesindisi nedir her Türk vatandaşı gibi bilirim.

Hatta telefonun yanında, bakkal gibi sık aradığım numaraların yanına İSKİ'yi de kaydetmiş durumdayım. Arıyorum kesinti olduğu zaman, suyun ne zaman geleceğini söylüyorlar oluyor bitiyor.

Fakat çarşamba günü hadise biraz uzadı. Sabah suyun altından geçmemek, kahve içmemek gibi bir şey. Hatta daha sarsıcı. Ama evde musluk nöbeti tutup sinirim bozulmasın diye dışarı çıktım.

Akşamüstü eve döndüğümde önce banyoya, musluğa koştum, yok. İSKİ'nin internet sitesi, ‘‘Sabah 8'den itibaren 14 saat süreyle susuz kalacaksınız’’ diyor.

Yani gece 10'da gelecek sular. Yok, gelmiyor.

Sinirli yatınca sinirli uyanıyor insan.

Sabah yine su yok. Öfkeyle arıyorum İSKİ'yi, ‘‘Su vermeyi düşünüyor musunuz?’’ diye.

Karşıma çıkan adam, öyle bir cevap veriyor ki; sinir minir kalmıyor: ‘‘Abi bekle, Kağıthane'den açtık kapakları, senin oraya yarım saate kalmaz ulaşır...’’

Ben kıllanmış vatandaş konuşmalarını filan rafa kaldırıyorum o dakika itibarıyla. Hani bazen ‘‘Canım memleketim’’ filan diye gülüp geçiyoruz ya; hakikaten öyle...


Olan Battle Royale'e olacak


ASMALI Konak için yerini haftalar önceden Biletix aracılığıyla ayırtmış insanlar tanıyorum. ‘‘İkinci Bahar’’ histerisi sırasında da böyle olmuştu. Dallas'tan sonra dizi seyretmemiş biri olarak, bu fenomen dizileri ıskalayıp duruyorum.

Asmalı Konak bu sebepten benim için bir şey ifade etmiyor. Ama arada kaynamasından korktuğum bir film var: ‘‘Battle Royale.’’

Dün bizde ‘‘Ölüm Oyunu’’ adıyla gösterime girdi.

Bir süre önce sıkı bir operasyonla indirdiğim bir grup hasta Japon filmi arasında bu film de vardı.

Sansürlenmiş hali oynayacak yanılmıyorsam ama fark etmez. Mutlaka seyredin. Japonya'da hükümet disiplinsiz öğrenciler için Battle Royale Kanunu diye bir kanun çıkarıyor.

41 lise öğrencisi (İki genç de orada katılıyor), silahlandırılarak bir adaya bırakılıyor. İstenen şey, birbirlerini öldürmeleri. 3 gün içinde tek bir kişinin sağ kalması gerekiyor. Sağ kalan kazanıyor.

Müthiş bir film.

Zaten bence Uzakdoğu, özellikle de Japon filmleri oyunculuk konusunu filan bir kenara bırakırsanız, senaryo yaratıcılığı konusunda Hollywood'u da, Avrupa sinemasını da solladı geçti.

Bir de Takeshi abinin hastasıyız, söylemeden geçmiş olmayalım.
Yazarın Tüm Yazıları