Afişlerin dünyasında

Güncelleme Tarihi:

Afişlerin dünyasında
Oluşturulma Tarihi: Haziran 14, 2018 13:46

Türker İnanoğlu’ndan eşsiz bir armağan geldi: ‘Afişlerle Türk Sineması’, görkemli iki cilt. Türk sinemasının başlangıcından (1914) bugüne kadar göz kamaştırıcı bir panorama.

Haberin Devamı

Faruk Şüyün’le bir ırmak-yazışma hazırlıyoruz; handiyse yeniyetmeliğinden tanıdığım sevgili Faruk yazılı soruyor, ben de yazılı yanıtlıyorum. Türk sinemasına ilk ne zaman ve nasıl ilgi duyduğumu sormuştu. Yanıtlayacaktım, ilk ‘Ayşecik’ filmi falan, tabii Çolpan İlhan’lı ‘Zümrüd’...
Ama bir filmin de afişi gözümün önünden gitmiyor: ‘Kızıl Vazo’. İlk çevrim ‘Kızıl Vazo’, Atıf Yılmaz’ın yönettiği, başrollerde Belgin Doruk ve Göksel Arsoy, Peride Celâl’in romanından yola çıkılmış. Bunlar tamam; afiş de gözümün önünde. Ah, bir de afişi tam görebilsem, yeniden o günlere dönebilsem diyordum. Sonunda hayalimde kaldığı kadarıyla yazdım.
Birkaç gün sonra, Sayın Türker İnanoğlu’ndan eşsiz bir armağan geldi: ‘Afişlerle Türk Sineması’ (TÜRVAK Kitapları); görkemli iki cilt. Türk sinemasının başlangıcından (1914) bugüne kadar göz kamaştırıcı bir panorama.
Yıllara bölünmüş, alfabetik sırayla düzenlenmiş. 1961 yılını açtım ve ‘Kızıl Vazo’yu elimle koymuşçasına buldum. Tam sayfa ‘Kızıl Vazo’ afişi beni yeniden çocukluğuma, Cihangir’e götürdü: Sokaklarda bu afişin el ilanlarını birileri dağıtıyor...
‘Afişlerle Türk Sineması’ şimdi baş ucumda. Yalnızca o eski afişlerin albenisinden dolayı değil; anılar da çıkageliyor. Hangi filmi seyretmişim, hangi film hangi sinemada oynamış, bu film şu yılın yapımıymış, şu filmse falan yılın...
Türker İnanoğlu hüzünle yüklü önsözünü noktalarken “Film yapımevlerinin ise birçoğu kapanmak zorunda kaldı. Ama afişler Erol (Şenel) gibi önemli sanatçıların vasıtasıyla yaşıyor. Sadece yaşamakla kalmıyor, kendi döneminin tüm değerlerini de günümüze taşıyor. Onları günümüzde yaşatıyor, yarınlarda da yaşatacak” diyor.

Afişlerin dünyasında


“Kendi döneminin tüm değerleri” saptamasının üzerinde mutlaka durmak gerekir diye düşünüyorum. Türk sineması -hele 1960 sonrasında- kitleyle buluşabilmiş, geniş kitlelere seslenebilmiş çok önemli bir sanat alanıdır bence. Bu alanda uçsuz bucaksız emekleri bilgiççe küçümseyenler çıkmış olsa bile.
Büyük usta Akad’dan, -bir yazıda- ‘Yerli film, Yeşilçam sineması’ dediğim için güzel bir azar işitmiştim. Şimdi çok özlediğim Akad, “Bu nitelemelerde küçümseyenlerden iz var. Türk sineması demek gerekmiyor mu?!” demişti.
Niye küçümseniyordu Türk sinemasının emeği, özellikle film eleştirilerinde? Galiba ‘aydın rolü’ bürünmenin yolu biraz da buralardan geçiyordu. Oysa sinemamız bütün filmleriyle, bize, bugün, yakın tarihimizi de görsel olarak kazandırıyor. Çoğu küçümsenmiş o filmlerde, bir bakıma, ‘gönül, duygu’ tarihimizi yakalamak olası.
İki cildin sayfalarını doymaz bir iştahla çeviriyorum: Yalnızca afişler bile o kadar çok şey söylüyor ki! Film adları, afişlerdeki illüstrasyonlarla birlikte hemen hep bir ‘ıstırap’ söylüyor. Güldürü filmleri çoğu kez özellikle belirtilmiş, yılın kahkaha tufanı olacakmış... Ama güldürü filmleri sayıca ne kadar az!..
‘Afişlerle Türk Sineması’, sinemamızın hayat hikâyesine yeni bir görüngeden yaklaşacaklar için de akıllara durgunluk verici bir kaynak. Mesela senaryoların kimlerce yazıldığı bu afişlerde epey uzun zaman anılmamış. Buna karşılık, şarkıların kimlerce okunduğu özellikle anılmış. Sadece bu olgudan bile sosyolojik bir değerlendirmeye yol alınamaz mı?
Ömer Kavur için yazdığım ‘Kırık Bir Aşk Hikâyesi’nin ilk gösterimi İzmir’de, Fransız Kültür Derneği’nde gerçekleştirilmişti. Bir hanım ayağa kalktı, gösterim sonrasında; “Yine mezarlık, yine göbek, yine cenaze!” diye bağırmıştı. O gün çok sinirlenmiştim. Şimdiyse, iyi ki buruk gülümsüyorum. Büyük usta Akad’dan bir kez daha özür dileyerek, iyi ki yerli filmlerin etkisi altında kalmışım diyorum...
Birinci cilt, 460’ıncı sayfadayım: ‘Çalıkuşu’nun afişi. Ah o Munise’nin ölüm sahnesi! ‘Çalıkuşu’ 1966’nın yapımıymış. 52 yıl sanki hiç geçmemiş...


BAKMADAN GEÇME!