Kınamaya devam ediniz

Pakize SUDA
Haberin Devamı

Orhan Pamuk söyleşisinden sonra bir dolu e-mail aldım.

Ama bir tanesi var ki, ‘‘bencil yaratık’’ rumuzlu (e-mail'i fırlatana göre, o ben oluyorum, pek de haksız sayılmaz, o beyefendi hani!), sizinle paylaşmazsam çatlardım.

Biliyorsunuz, beni övgülerden çok hakaretler ilgilendiriyor.

Çünkü onlar aslında, insanda ‘‘devam etme’’ arzusu uyandırıyor.

Hadi birlikte okuyalım.

Sonra ismini verme cesaretini bile göstermeyen o beyefendiyi cevaplayalım.

Kafiye olsun diye okuyalım-cevaplayalım yazdım.

Yoksa 15 kişi değiliz.

Tek kişiyiz ama nedense...

Bugün pek bir keyifliyiz!

Utandırdınız beni

‘Ayşe Arman'ı zeki buldum hep.

Arman'ı bırak yazar, ‘gazeteci’ dahi bulmayanlara karşı, savunacağım bir yanı vardı. Her ülkede olduğu gibi, edebi metin tüketimi azaldıkça (roman, öykü, şiir vesaire), bu ‘tür’ler popüler mecralarda başka biçimlerde ‘gün ışığına çıkmanın’ yolunu buluyorlardı. ‘Ben kıllı erkekleri severim’ demek, üstelik bunu ülkenin en çok satan gazetesinde söylemek bile bence çok ciddi bir iş. Bu ve benzeri çıkışları ‘değerli’ buluyorum. Şimdi uzun uzun kıymet veriş gerekçelerimi sıralamak ve bunlar üzerine tartışmak istemiyorum, isterseniz yazışırız.

Ama haberiniz olsun, bu mail, sizi kınamak için yazıldı!

Çünkü Orhan Pamuk söyleşiniz çok kötüydü.

Benim Adım Kırmızı'yı gerçekten okudunuz mu siz?

Gerekçeniz ne olabilir: Söyleşi sanki zoraki yapılmıştı; sizin aslında soracak sorunuz yoktu. Sizi savunduğum için -benim gibi okurlara ihtiyacınız olduğunu unutmayın- utandırdınız beni!

Bir kurmaca metinle ilgili olarak, olsa olsa bir teenager'ın aklına gelebilecek türden sorular:

- Bu arada kaç yüz yıl kalıcı olmayı düşünüyorsunuz?

(Aman Allahım soruya bak!)

- Yaratıcılarla ölümlüler arasındaki en temel fark ne?

(Tanrım, Tanrım, Tanrım!)

Soruyorum, bu söyleşiyi neden yaptınız ki!’’

Yanıt veriyorum

1) Canım istediği için.

2) Orhan Pamuk'u tanımak istediğim için.

3) Ve okumadığımı düşündüğünüz Benim Adım Kırmızı'yı sevdiğim için.

Yeterli mi?

Yoksa, birkaç sebep daha sıralayayım mı?

Peki o zaman:

4) Söz konusu kişi -boru değil- romanları bu kadar çok dile çevrilmiş tek uluslararası yazarımız olduğu için. Yeni kitabı çıktı, ilk birkaç günde 60 bin sattı, haber bu haber, bu aralar ‘‘gündem’’ olduğu için.

5) ‘‘Yazı adamları’’ gibi bakamam meseleye, ama romanlarında kurduğu bazı cümleler beni bile büyülediği için.

6) Onun kendisini nasıl değerlendirdiğini gerçekten merak ettiğim için. Mesela biz ‘‘dünyalılar’’ın seviyesine ne kadar inebiliyordu, kendisini ne kadar ‘‘değerli’’ ya da ‘‘önemli’’ buluyordu, yoksa o da ‘‘popüler’’ olan her şeyi küçümsüyor muydu?

7) ‘‘Benim sizinle konuşacak bir şeyim yok hanımefendi mi?’’ diyecekti, ‘‘Siz benimle söyleşi yapabilmek için önce edebiyat klasiklerini okumakla işe başlayın. Neee yoksa Cevdet Bey ve Oğulları'nı bile okumadınız mı!’’

‘‘Rica ederim, işinize gidin, benimle değil Mahsun Kırmızıgül'le söyleşin’’ diye mi ekleyecekti? Tüm bunların yanıtını öğrenmeyi, zannettiğinizden daha fazla arzu ettiğim için.

8) Meydan okuyan bir hali var. Sosyal olmasa da.Ortalık- ta fink atmasa da. Fildişi Kulesi'nde yaşasa da. Bu da beni heyecanlandırıyor. Bilmem anlatabiliyor muyum? Bunun için.

9) ‘‘Bencil yaratık’’ rumuzlu arkadaşı ve onun gibi düşünenleri gıcık etmek için.

İçin de... için...

Gördüğünüz gibi, bende gerekçe çok, ama artık durmazsam...

Bu yazının içine edeceğim.

Affedin beni!

Sanırım gerekçelerimi sıraladıktan sonra sizi ve sizin gibi düşünenleri ‘‘utandırma hadisesi’’ne girebiliriz. Affedin beni! Siz benim üzerime vazife olmayan alanlarda yüzmemden hoşlanmıyorsunuz, değil mi, hadi itiraf edin. Sığ sular, derin sular meselesi. Oysa ben sizin kadar iyi yüzemesem de derin sulara atlamaya bayılıyorum.

Bu da sizin canınızı sıkıyor.

Siz benim yüzme stilimden hoşlanmıyorsunuz.

Ama ben de anlamıyorum ki bir türlü size yaranamıyorum.

Mahsun Kırmızıgül'le röportaj yapıyorum. Küfrediyorsunuz. Bula bula onu mu buldun konuşacak diyorsunuz. Sana yakışmıyor diye ekliyorsunuz. Orhan Pamuk oluyor. Onunla konuşmam da hoşunuza gitmiyor. Anasını satayım, ona da soru sormamak gerekiyor. Ya da sadece, iç karartıcı, kimsenin anlaması (sizin dışınızda tabii!) mümkün olmayan, edebi, düzeyli, deriiin sorular sormak uygun düşüyor.

Neden?

Kalıcı olma takıntısı

Dünyanın en sıkıcı sorularını sorsam, ortaya en iç kıyıcı röportaj çıksa içiniz rahatlayacak değil mi?

İyi de bu da beni huzursuz ediyor.

Hem zaten beceremem.

Sıkılırım.

Benim elimden ancak bu kadarı geliyor.

Bu arada yeri gelmişken düzelteyim, Orhan Pamuk ‘‘Kalıcı olma takıntım yok’’ demişti, ama sayfayı yapan canımdan çok sevdiğim arkadaşım, bu cümlede bir yanlışlık olduğunu düşündüğü için, (böylesine havalı bir yazarın bu kadar alçakgönüllü davranabileceğine ihtimal vermediği için!), o cümle ‘‘Kalıcı olma takıntım var’’ başlığıyla yayınlanmış. Anlıyorsunuz beni değil mi, ortalık üç yüz yıl değil, beş yüz yıl ‘‘kalıcı’’ olacağına emin insanlarla dolu. Oysa Pamuk, ‘‘Öyle bir takıntım yok’’ diyor.

29 yaşındayım, zaman zaman 13 yaşında çocuklar gibi soru sorduğumu kabul ediyorum, ama yine de bu bana çok ama çok ‘‘değerli’’ geliyor.

Beni kınamaya devam ediniz.

Bu bana güç veriyor.

Yazarın Tüm Yazıları