Kimseyi istismar etmemek için otosansüre sığındım

Güncelleme Tarihi:

Kimseyi istismar etmemek için otosansüre sığındım
Oluşturulma Tarihi: Eylül 16, 2012 00:00

Demiryollarında yol bekçisi olarak çalışan Basri’nin 18 yıldır kayıp olan oğlunu ararken, toplum tarafından yalnızlaştırılma hikâyesini anlatıyor, ‘Küf’.

Haberin Devamı

Dünya prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nde, ilk uzun metraj filmini çeken Ali Aydın’a ‘Geleceğin Aslanı (Lion of the Future)’ ödülünü kazandıran film, Türkiye prömiyerini 6-12 Ekim tarihlerinde düzenlenecek 49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin ulusal yarışma bölümünde yapacak. Ödülü ‘kayıplarını aramaktan asla vazgeçmeyen Cumartesi Anneleri’ne’ adayan Ali Aydın’la, İstanbul’a ayak bastığının hemen ertesinde buluştuk; üzerinde halen festivalin yorgunluğu vardı...

Küf’te başrolleri Ercan Kesal, Muhammet Uzuner ve Tansu Biçer paylaşıyor.

Venedik sonrası nasılsınız?
- Biraz yorgun... Galiba ister istemez stres yükleniyorsun. Biz galamızı yapıp ertesi gün Türkiye’ye dönmüştük aslında. Sonuç itibarıyla bekleyecek bir şey yoktu. Sonra ödül töreninden bir önceki akşam aradılar. Yarın Venedik’e bekliyoruz sizi, diye. Biz de kalktık gittik. O ana kadar ödül beklentimiz yoktu. Aslında benim hiçbir beklentim yoktu. Kendinizi öyle bir şeye hazırladığınız zaman, festival anlamını yitirmeye başlıyor. Ben oraya filmin dünya prömiyerini yapmaya gittim ve umduğumdan çok daha güzel bir tepki aldım. Filmin bitiminde dört beş dakika ayakta alkışlandık. Normalde çok zayıf geçen film sonrası söyleşiler, bizim için çok uzun sürdü. İzleyiciler filmin çözümlenmesine yönelik birçok doğru soru sordu.
İlk filmiyle uluslararası başarı kazanan bir yönetmene göre oldukça heyecansız görünüyorsunuz...
- Bu yetiştirilme tarzımla alakalı. Anlatırken utanıyorum aslında biraz. Çok kolay bir şey değil benim için. Çünkü sıradan hayatımız içinde çok da alışık olmadığımız bir durum bu. Bir de yaptığımız iş atla deve değil ki... Rahmetli Seyfi Teoman’ın bir söyleşisini okumuştum. “En nihayetinde yaptığım şey sinema, ne olacak yani” diyordu. Evet, gerçekten bu kadar basit. Sonuçta bizim yaptığımız iş dışında dünyada ve ülkede neler oluyor. Onlara odaklanmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Hem biraz da mizacım böyle. Ama heyecanımyok değil. Festivalde Shekhar Kapur, Michael Mann ve Isabella Ferrari’yle görüşebildik. Hepsi de filmin onları çok heyecanlandırdığını söyledi. Kıymetli olan da bence bu. Şimdi izleyicilerin filmi nasıl bulduklarını duymak için heyecanlıyım.

Haberin Devamı

POLİTİK DAVALARDA İNSANLIĞIMIZI UNUTUYORUZ

Haberin Devamı

Küf, tek planlı upuzun sahnelerin olduğu ve olayların gerçek zamanıyla yansıtıldığı bir film. Niçin böyle bir kurguyu tercih ettiniz?
- Anadolu’da zaman farklı akar. Buradaki ritme benzemez. O sahneleri farklı biçimlendirseydim, doğru bir iş yapmış olmazdım. Bunun için çekimlerden önce Adana’daki köye giderek mekânı hissetmeye çalıştım. Orada baki bir sessizlik var. Sadece doğa seslerini duyuyorsun. Sonra birdenbire sessizliği yırtan bir demir yığını, bir tren geçiyor. Haliyle filmi bu şekilde biçimlendirmek lazım. Zamanın yavaşlığını, insanların nasıl yaşadığını, o zaman aralığını nasıl algıladıklarını onların hisleriyle aktarmalı.
18 yıldır kayıp oğlunu arayan Basri karakterinin portresini bir tren yolu bekçisi olarak çizmenizin de büyük etkisi olmalı filmin ritminde. Basri’nin toplum tarafından dışlanmış olmasından ziyade... Ne dersiniz?
- Bence Basri’nin yaşam ritmi, tek başınalığı, suskunluğu sonradan kazanılmış bir refleks olabilir. Başına gelenleri düşünelim... Oğlu gözaltı sırasında kayboluyor. Ondan altı sene sonra karısı ölüyor ve yaptığı iş itibarıyla da Basri, sürekli yalnız başına kalmaya başlıyor... Toplum bu tip olaylara yakından bakmak istemez. İşin içine politik bir durum girdiğinde hemen kendi taraflarımıza ayrılırız. Bir şeyi gözardı ediyoruz; önce insanız. Hepimizin başına her an her şey gelebilir. Duygu ve düşüncelerimizi hiçkimseyi zulmedilmek üzere işaret etmeden, şiddete sevk etmeden söyleyebilmek gibi bir özgürlüğümüz var. Bırakalım herkes istediğini söylesin. Benim özgürlükten anladığım şey bu. Eğer toplumu özgürleştirmek gibi bir fikrimiz varsa...
Sizce var mı?
- Bende var. Ama politik olarak bakıldığında, sanırım böyle bir gaye yok. Çünkü toplumun üzerinde hâlâ baskı var.

Haberin Devamı

FİLM İZLEYİCİYİ ZORLAYACAK

Küf’ün hikâyesi tamamıyla kurgu mu?
- Evet, hiçkimsenin hikâyesinden bir şey yok bu filmde. Ama maalesef tüm kayıp hikâyeleri birbirinin aynı. Ne kadar kurgu yapmaya çalışsan da bir şekilde benzeşiyor. Elimden geldiğince işin özgün olması için çaba harcadım. Bir de hiçbir duyguyu istismar etmemek için otosansür uyguladım. Asla hiçbir şeyde aşırıya kaçmak istemedim. Bu yüzden izleyiciyi biraz zorlayacak bir film bu. Bu durum içten içe mutlu ediyor beni. Çünkü insanlar ister istemez bazı yerlerde filmden uzaklaşacak bazen de yakınlaşacaklar. Bu, yapmak istediğim bir şeydi. Ama bunu yapabilmek için de çok uğraştık. 9 aylık kurgu sürecinde filmin yedi farklı versiyonunu yaptık. En sonunda bir karar vermem gerektiğinde, bu hali içime en çok sinen oldu.
Çekimler ne kadar sürdü?
- Beş haftada bitirdik. Bunun sebebi bizim çok iyi bir ön hazırlık çalışması yapmış olmamızdı. Çekimlerden evvel önce kendi başıma, sonra yardımcı yönetmenim Serhan Şahin ve görüntü yönetmenimiz Murat Tuncel’le defalarca çekim yapacağımız mekânı gezdik. Bir de dijital çekmedik filmi, zor bir materyal olan 35 mm. ham film kullandık. Bu daha disiplinli olmamızı sağladı. Çünkü makinadan akan şey 35 mm ham film. Bir hata olursa biliyorsun ki her şey çöpe gidecek.

Haberin Devamı

ONLARA ACIMANIZI İSTEMEDİM

Cumartesi Anneleri’ne dair bir film çekme fikri nerden çıktı?
- Pek çok şeye bireysel veya toplumsal olarak şahit oluyoruz, fakat bugün zaman çok hızlı akıp geçiyor. O yüzden sosyal medyadan özellikle uzak durmaya çalışıyorum. Türkiye gündemine düşmüş bir mühim mesele, çözüme ulaştırılana kadar aylarca ülkenin gündemini meşgul etmesi gerekirken, yarım saatte eriyip başka bir şeye dönüştürülüveriyor. Sonra hemen yeni bir gündem oluşuyor. Bu kadar hızın içinde eriyen meselelerden biri de Cumartesi Anneleri’nin yaşadıkları. Halbuki onlar 1995’ten beri orada bekliyor. Peki, biz bu insanlarla aramıza nasıl mesafe koyduk?... Gerçi mesafe ister istemez araya giriyor. Çünkü bazı şeylerle empati kuramazsın. Böyle bir kayıp duygusu belleğinde yokken, onlarla nasıl hemhal olabilirsin ki?
Siz nasıl yaptınız?
- Onları anlamaya çabaladım. Anladım, diyemem. Çünkü böyle bir acının hafızası bende yok. Özellikle hiçbiriyle röportaj yapmadım. Yaşadıklarını okuduklarım oldu. Sonra bir süre senaryoyu yazmaya ara verdim. Çünkü onların yaşadıklarıyla iç içe girdiğinizde kontrolünüzü kaybetmeye başlıyorsunuz. Bu filmi izleyen birilerinin onlara acıma duygusuyla yaklaşmasını istemedim. Bugüne kadar nasıl dışarıdan baktıysam, öyle olmaya devam etmeliydim. Bu en dikkat ettiğim şeylerden biriydi. Çünkü bu, insan haklarıyla alakalı bir mesele. Din, dil, ırk ayrımı yapılmadan bakılması gerekir. Bütün Orta Doğu’yu dolaşın, her yerde aynı kayıp hikâyesini bulacaksınız. Ben de geride kalanların hikâyesini anlatırken, evrensel tarafına bakmak gerektiğini düşündüm.
Venedik’te kazandığınız başarı bunu becerdiğinizin bir işareti olsa gerek. Kafanızda yeni film projesi var mı?
- Var. Zaten bu sayede ödül almanın yarattığı tereddütü yaşamıyorum. Ne yapacağımı biliyorum. İkinci projeyle uğraşmaya yaklaşık beş ay önce başladım. Önümüzdeki bir ay içerisinde oturup senaryoya dalmayı umuyorum ki, senaryo yazım aşaması çok sevdiğim bir evre. Bu kez dünyadaki toplumların bir başka yüzünden söz edeceğim. Kimse bunu fazlaca dillendirmese de her toplumsal sınıfta var olan bir şeydir, kadın üzerinde hakimiyet kuran erkek dünyası. Ancak yansımaları farklıdır. İşte yeni film o dünyadan yansıyanları gösterecek. Gerçi şimdiden belli olmaz. Her şey değişebilir de...

Haberin Devamı

RUS SİNEMASINDAN ÇOK ETKİLENDİM

Dostoyevski’nin kahramanlarının belleklerinde vicdanla yaşadıklarını görürsünüz. Belki de en sevdiğim yazardır, Dostoyevski. Aynı zamanda Rus sinemasından da çok etkilendiğimi söyleyebilirim.

VİDEO ART VE ENSTELASYON YAPMAK İSTİYORDUM

Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat Yönetimi’ne girerken, aslında kendimi video art ve enstelasyon üzerine geliştirmek istiyordum. Bir süre sonra o alanla çok da hemhal olamadığımı fark ettim. Daha sonra sinema beni çekmeye başladı. Böylece bir dizide stajyerlik yapmaya başladım. Ardından uzun süre dizi ve sinema filmlerinde yönetmen asistanlığı yaptım. Kendi filmimi çekmeye ama senaryosunu da kendim yazmaya karar verdiğimde, bir sene başka hiçbir işle uğraşmaksızın senaryo yazımı çalıştım. Yaklaşık altı buçuk ayda ‘Küf’ün senaryosunu oluşturup, Kültür Bakanlığı’na gönderdim. Destek alacağımı zannetmiyordum ama oldu. Sonrasında filmi çekerek, festivallere göndermeye başladık. Bir de Ömür Akay’ın Kültür Bakanlığı’ndan destek aldığı projesinin senaryosunu yazdım. Onun dışında daha önce birkaç dizi senaryosuna da katkım olmuştu.

BAŞROLDEKİ BASRİ ASLINDA ÖNEMLİ BİR DOKTOR

Önce Siyasal Bilgiler Fakültesine gitti. İki yıl dayandı. Sonra diş hekimi olmak istedi. Mezun oldu ama tıp dalı daha fazla ilgisini çekiyordu. Üşenmedi, tıp fakültesine yazıldı, psikriat olarak doktorluğu benimsedi. Şizofreni, rehabilitasyon, AIDS kollarında bilimsel araştırmalarla yüksek lisans yaptı. Bir çok hayır vakfında etkin faaliyetler gösterdikten sonra kendi özel hastanesini. Ne var ki sinema kendisini fazlasıyla çekiyordu. Usta yönetmen Nuri Bilge Ceylan ile tanıştığında ikinci mesleğini çoktan bulmuştu. Son olarak onu Venedik Film Festivali’nden ödülle dönen Küf filminin başrolünde gördük. Dr. Ercan Kesal ile Venedik Film Festivali’nde konuştuk. Reha ERUS

Sayın doktor önce tebrikler başrolünü oynadığınız ‘Küf’, ‘Geleceğin Aslanı’ ödülünü kazandı.
- Ali Aydın çok yetenekli ve coşkulu bir yönetmen. İlk filmiyle ödül alması geleceğinin ne denli başarılı olacağını gösteriyor. Senaryoyu okuyunca Basri karakterini hemen benimsedim. Üstelik Basri, sara hastası. Rolde başarılı olmak için sara ile ilgili belgeler ve hastaları bire bir izledim.
Basri’yi tanımlar mısınız?
- Basri aslında doğmaması gereken biri. Ama doğuyor. Doğunca da yaşamaması gerekiyor. Ama bütün badireleri atlatıp hayatta kalabiliyor. Bir oğlu oluyor. Dar bütçesi ve fedakarlıklarla onu okutmaya çalışırken birden ortadan kayboluyor. Tam 18 yıl onu arıyor.
Siz Nuri Bilge Ceylan’ın tüm ödüllü filmlerinde oynadınız.
- Evet. Uzak, Üç Maymun ve Bir Zamanlar Anadolu’da rol aldım. Dramatik filmleri seviyorum. Sinemayı çok seviyorum.
Asıl mesleğinizi geri plana atacak kadar mı?
- Özel bir hastanem var. Sahibi ve yönetim kurulu başkanıyım. Sinemadan teklif alınca yerimi dolduracak çok yetenekli meslektaşlarım var. Setteyken gözüm arkada kalmıyor.
Küf’te bir ara tam 12 dakikalık sabit kamera karşısında komiser rolündeki Muhammet Uzuner ile diyaloğunuz var. Nasıl hata yapmadan, diliniz sürçmeden kesintisiz başardınız?
- Film dijital çekilmedi 35 mm. ile gerçekleşti. Provalar yaptık ve ezberle başardık. Zor ve gergin bir sahneydi ama filmin kilit noktasıydı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!