Kimlik korkusundan kopan kavga

BERLİNİKİNCİ kuşak, Türkiye’yi Şaban filmlerinden öğreniyor. Kemal Sunal filmlerinden.

Üçüncü kuşakta dil sorunu öne çıkıyor. Ana dilinden uzak, bulunduğu ülke diline daha yatkın, ama çevreyle uyumsuz. Bu karmaşa, paradoksal biçimde, aile bağlarını güçlendiriyor.

Dördüncü kuşak, ipini çoktan kopartıyor, kendi başına egemen, dünya vatandaşı olma yolunda.

Birinci kuşak, 60’ların o en vasıfsız işçileri, en kötü koşullarda çalışanlar ise, sonraki kuşaklara omuz veren, en çileli, en alttakiler arasında yerini almış olanlar.

Bu dört kuşak, başta Almanya, Avrupa ülkelerine çalışmaya ve öğrenmeye giden Türkler, başka Avrupa ülkelerinde bulunan diğer yabancılarla birlikte, Avrupa hükümetlerinin programında ön sıraya yükseliyor. Tek bir amaç var:

Yabancıların eğitim düzeyini yükselterek, onları yaşadıkları topluma uyum sağlamalarını kolaylaştırmak.

Yabancılarla o ülke hükümetleri arasındaki kavga tam bu noktada kopuyor.

KİLİT: EĞİTİM

Türkler de dahil, Avrupa’da yaşayan yabancılar uyumda isteksiz. Çünkü:

"Bu yolla bizim kimliğimizi değiştirmek, kimliğimizi elimizden almak istiyorlar".

Bu korku, yabancılar arasında boşanmaların artmasına, başarısızlıklara ve hatta töre cinayetlerine kadar uzanan bir dizi olumsuzluğun kaynağı.

Buna karşı, örneğin Alman Başbakanı Merkel:

"Globalleşme özgürlüklerin ve gelişmenin itici gücüdür. Globalleşme ülkeler arasındaki emeğin dolaşımını arttırdı. O da, beraberinde uyum sorununu getirdi. Uyumu, ancak eğitimle sağlamak mümkün".

Bu nedenle, Alman Hükümeti bir eğitim paketi hazırlıyor. Merkel’in öncülük ettiği yabancılara eğitim programları diğer Avrupa ülkelerinin, Amerika’nın ve hatta dünyanın önde gelen firmalarının gündeminde.

Örneğin, Bill Gates kendi firmalarında göçmenlere özel eğitim programları hazırlatıyor. Önce yabancı dil zorunluğu.

Bunların temel bir nedeni var:

Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde, önümüzdeki yıllarda nitelikli eleman eksikliği var. Almanlar eldeki göçmenleri onun için eğitmek istiyor. Firmalar göçmen çocuklarına o nedenle burs veriyor.

İki gündür Berlin’de bu konuların tartışıldığı sempozyumu izliyorum. Bizim günlük çekişmelerimize, boş tuzaklarımıza, incir çekirdeğini doldurmayan itişmelerimize çok uzak.

Her seferinde aynı duyguya kapılıyorum. Türkiye’ye dışardan bakınca, insanın içi daralıyor, o karmaşa, o bunalım, o itiş-kakış, o hengame. En aşağıdan en tepeye uzanan saygısızlık ve hep kendini haklı görme duygusu.

Ama, o benim ülkem. Ya bu deveyi güdeceğiz ya bu deveyi güdeceğiz.

Gül’ün düğününde polis ücretleri

Berlin’de eski arkadaşlarıma rastlıyorum. Türklere ve Almanlara. Laf bol. Şuradan, buradan derken, Alman arkadaşım konuyu Abdullah Gül’ün kızının düğününe getiriyor.

"Bazı TV’lerde ben izledim. Düğün sırasında güvenlik sağlamak için, çok sayıda polis görev yapmış".

Ben, e, ne olmuş, havasında iken, Alman mantığı devreye giriyor:

"Düğün özel bir olay. Devletle ilgisi yok. Her ne kadar, düğün bir devlet büyüğüne ait ise de, o polisler orada özel olarak görevli. Bu durumda, onların görev parasını kim ödedi, devlet mi yoksa Gül mü?"

Bu Almanlar da, ne biçim soru soruyor böyle.

Almanların PKK yorumu

Sempozyum Alman Dışişleri Bakanlığı binasında. Toplantıyı izleyen ve izlemeyen Alman diplomatlarıyla sohbet fırsatı oluyor. Kimisini Ankara’dan, kimisini başka ülkelerden tanıyorum.

Türban başta, Türkiye’nin iç sorunlarına dönük yorum getirmekten özenle kaçınıyorlar. "Onlar Türkiye’nin iç meselesi" diyerek. PKK terörü ile ilgili soruma ise, şu ilgi çekici karşılığı veriyorlar:

"PKK azdı, çünkü şimdi Türkiye yeni bir anayasa yapıyor. Kürtler, yeni anayasada kendilerini farklı bir konuma oturtmak istiyor. Terör yoluyla, anayasal isteklerini elde edeceklerini sanıyor. Ama, boşuna."

Bu resmi değil, kişisel bir yorum. Yine de, farklı bir bakış.
Yazarın Tüm Yazıları