GeriSeyahat Kimliğini kaybetmemiş iki kasaba
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Kimliğini kaybetmemiş iki kasaba

Kimliğini kaybetmemiş iki kasaba

Değişimin mucize anlamına geldiği Birgi. Bir ressama ilham verecek kadar rengarenk TireKimliğini kaybetmemiş Türk kasabasıYüzyıllar da geçse, her günün aynı yaşandığı, değişimin mucize anlamına geldiği kasabalar vardır... Birgi, öyle sakin, öyle durgundur, ilk adım attığınızda. Sanki tüm kasaba derin bir uykudadır. Sokaklarında gezindikçe, yaşam kıpırdanır. Erkeklerin kimi kahvededir, kimi tarlada. Kapı önünde sohbet eden kadınlar da vardır, tarlada patates ekenler de. Bazıları, kocalarından izinsiz açmadıkları, evlerinin ahşap kapılarının ardındaki dokuma tezgahlarında çaput yolluk dokurlar. İpek dokumacılık yok denecek kadar azalmıştır. Birgi, insanın içini açar. Çünkü savaşlar ve betonlaşma hayatımıza girmeden önce, yolları ve evleriyle, kimliğini kaybetmemiş bir Türk kasabasının kusursuz bir örneğidir. Batı Anadolu’daki birçok yerleşimden daha iyi korunmuş olan Birgi’nin, geçmişin tozunun altında kalan güzellikleri, bir süredir Çekül Vakfı’nın projeleriyle ortaya çıkarılıyor. Küçük Menderes Nehri’nin suladığı geniş bir ovanın kenarındaki Birgi, antik dönemde Tmolos olarak anılan, 2159 metre yükseklikteki Bozdağ’ın eteklerinde, denizden 390 metre yükseklikte küçük bir kasaba. Tarihi M.Ö. 3000’lere dayanıyor. Frig, Lidya, Pers, Bergama Krallığı, Roma dönemi ve Bizans İmparatorluğu’nun izlerini taşıyor. İlk Türk akınları, 11. yüzyılda, Selçuklular tarafından gerçekleştirilmiş. 1307’de Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından Aydınoğulları’nın merkezi yapılmış. Bizans dönemindeki ismi Pyrgion iken, zamanla Türkler tarafından Birgi’ye çevrilmiş. Burası aynı zamanda, 16. yüzyılın en büyük bilim adamlarından biri olan, İmam Birgivi’nin (1521- 1573) doğum yeri. Hocalık yaptığı medrese bugün hálá ayakta. ÇAKIRAĞA KONAĞIArkeolojik ve kentsel SİT alanı olan Birgi’nin ününe ün katan en önemli yapılardan biri Çakırağa Konağı. Çakır Ağa, bir tüccarmış. Biri İstanbullu biri İzmirli, iki karısı varmış. Memleket özlemi çekmesinler diye, odalarına kentlerinin resimleri yaptırılmış. Hatta Çakır Ağa’nın yerli zanaatçıların yanısıra, Fransa’dan da sanatçılar getirdiği söyleniyor. İstanbul Odası ve İzmir Odası diye adlandırılan bu odalardaki manzaralar, bugün konağın en çok ilgi çeken bölümleri. Birgi Deresi’ne paralel, Çakırağa Sokağı’ndaki konak, Kültür Bakanlığı’nca başlatılan ve 13 yıl süren bir restorasyondan sonra ziyarete açık. Konak, mimari özelliklerinden çok, hem cephelerinde, hem de iç mekanlardaki kalem işleriyle ünlü. Bugün Tire, Ödemiş ya da Birgi pazarlarında, köylü kadınların sattığı oya ve yazmalarda, bu süslere benzeyen çiçek motiflerine rastlanır. Resimleri kadar, Çakırağa Konağı’nın ahşap işçiliği de etkilenilmeyecek gibi değil. Kapılar, pencereler bir yana, özellikle ahşap tavanlar baş döndürücü. (Pazartesi hariç her gün 09.00- 12.00, 13.00- 18.00 arası açık, 0232 531 52 05)ULU CAMİBirgi’de, en kaçırılmayacak yapılardan biri de Ulu Cami (Aydınoğlu Mehmet Bey Camii)... Muhteşem minberinin kapıları çalındığı günden beri, üç yıl sonra İngiltere’deki koleksiyoncu tarafından iade edilmiş olsa da sadece namaz saatlerinde açık. Buraya ters bir saatte varsanız da, meydandaki bakkallar imama telefon edip onu çağırarak, bakkallarının önünde size çay ikram ederek, konukseverliklerini göstereceklerdir. Bir başka konuksever, bilgili genç İmam İrfan Yaşar. Ulu Cami’yi ondan dinleyin. Eski bir kilisenin olduğu yere inşa edilen cami, Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından 1308-1312 arasında yaptırılmış. En çarpıcı özelliği minberi ve pencere kanatları. Türk-İslam ağaç oymacılığının en güzel örneklerinden; 3 bin parça 175 farklı motifle işlenmiş ve hiç çivi ya da tutkal kullanılmadan, geçme (kündekari) tekniğiyle yapılmış. Mimar Muzafferuddin Usta, ceviz ağacından yaptığı minberi kusursuz geometrik hesaplamalarla 10 yılda tamamlamış. İmam, ‘sonsuzluğun başlangıcı gibi’ diye nitelendiriyor minberi. Caminin turkuvaz ve patlıcan moru çinilerle kaplı mihrabı ve zarif tuğla minaresi de göz alıyor. SOKAKLAR VE BİNALARHemen Ulu Cami’nin arkasındaki sokaklar, Birgi’nin en güzel ve el değmemiş sokakları. II. Beyzade Sokak, Cami-i Kebir Caddesi ya da Bahadır Bey Sokak’taki yıkılmak üzere olan terkedilmiş ya da bacası tüten evler, ve sokakların sonundaki Bozdağ manzarası, en az 20 dakika ayırmayı hak ediyor. Ödemiş dolmuşları yarım saatte bir bu meydandan kalkıyor. Ulu Camii karşısında, Birgivi Mehmet Efendi Medresesi var. Ünlü bilgin Mehmet Birgivi’nin eserlerinin okutulması amacıyla, 1554’te Sultan II. Selim’in hocası Ataullah Efendi tarafından inşa edilmiş. Birgivi, Birgi’nin kuzey varoşundaki Hıdırlık mezarına gömülü ve türbesi sık sık ziyaretçilerle doluyor. Cami, medrese ve hamamdan oluşan Dervişağa Külliyesi’nin bir parçası, Birgi’deki üç camiden biri olan, Pazar Mahallesi’ndeki Dervişağa Camii. Birgi’nin yerlisi Derviş Ağa’nın yaptırdığı 1663 tarihli caminin, ince tek şerefeli bir minaresi var. Dernek Caddesi’ndeki Dervişağa Darülhadisi, Çukur Medrese olarak da biliniyor. Hemen karşısında da oldukça yıkık ancak içeri girince, mukarnaslarıyla etkileyici, Şeyh Muhiddin Hamamı görülebilir. 1876’dan kalma Karakol Binası da benzerine az rastlanan biri. Çakırağa Caddesi üzerinde mermer bir dikilitaş var. Aslında 14. yüzyılda yaşamış ünlü tabip Hacı Paşa (Hızır bin Ali) için, Cumhuriyet döneminde İzmir Valisi Kazım Dirik tarafından diktirilen bir andaç. Yolun evlerin olduğu tarafında bulunan, 19. yüzyıl başlarına ait Esseyid Hacı Ali Ağa anıtsal çeşmesinin yalaktaşı, geç Roma döneminden kalma mermer bir lahit. Çeşmeyi aşağıda bırakıp, evlerin olduğu tepeye doğru birkaç dakikalık bir tırmanıştan sonra, evlerin arasında 14. yüzyıldan kalma Güdük Minare Mescidi’nin kalıntıları karşınıza çıkar. Cumhuriyet Meydanı’nın kenarında Osmanlı’dan kalma kütüphane, bugün Çekül Vakfı tarafından kullanılıyor.AAAA TEPESİBirgi’nin 20 kilometre kuzeyindeki ücra yerleşime gelmeden önce, birçoklarının vardığında ‘Aaaaa!’ diyerek şaşkınlığını saklayamadığı için, ‘A Tepesi’ olarak bilinen noktada, Ege Bölgesi’nde sık rastlanmayan bir görüntüyle karşılaşacaksınız. Çam ağaçları arasından görünen, bu daha çok Alpler’e yakışan altı dönümlük gölün kenarındaki yerleşim, 2159 metre yükseklikteki Bozdağ’ın yarı yolunda, karaçam ormanlarıyla kaplı yaylanın ortasındaki krater gölü kıyısındaki Gölcük’tür. Kışın karlar altında ya da sonbaharda farklı keyifler veren Gölcük, popüler bir dinlenme yeri. Kışın, zaman zaman donan gölüyle, daha çok bir inziva yerini andıran Gölcük, yazın bir yayla gibi serin olmasından dolayı kalabalıklaşıyor. 1050 metre yükseklikte ve en derin yeri 6.5 metre olan gölde sazan ve yayın balığının yanısıra kerevit de bulunuyor. Ayrıca göl çevresinde patates üretimi oldukça yaygın. Orman işletme binasının bulunduğu tepeden inen bir patika ile bir kilometre sonra Yeşilçam Piknik Alanı’na ulaşılıyor. Küçük bir kumsalı da bulunan ve yüzülebilen gölün etrafında kır evleri ve villalar, ayrıca otel, pansiyon ve kamping alanları var. Restoranların, oğlak etinden yapılan güveç ve sarmısak soslu yayın tavasının yanısıra Ödemiş köftesi ve bölgede yapılan sucuklar da ünlü. Pazar günleri kurulan halk pazarında, yöresel el işleri satılıyor. BOZDAĞBirgi’den Gölcük’e ayrılan 8 kilometrelik sapağa geri dönüp yola 8 km. daha devam edince, Bozdağ’a varılır. 2159 metre yükseklikteki, İzmir’in bu en yüksek ve volkanik dağının etekleri karaçam ormanlarıyla kaplı. Yol üzerinde, küçük kırmızı elmalarıyla ünlü Elmabağ’dan geçilir. 1150 metredeki Bozdağ ilçesine ulaştıktan sonra, tabelayla işaretlenmiş 8.5 kilometrelik bir yol Bozdağ Kayak Merkezi’ne varır. Bozdağ’daki Mermeroluk Çeşmesi, yazın ve kışın buz gibi akan suyu ve etrafındaki çam ağaçlarıyla, bölgenin en gözde piknik alanlarından biri. Dağın ünlü bir mitolojik hikayesi var; Müzik Tanrısı Apollon, Bozdağ’da dolaşıp lir çalmayı çok sever ve yeryüzünde bu müzik aletini en güzel kendisinin çaldığını söyleyerek övünürmüş. Apollon, bir gün, en az onun kadar güzel lir çalan çoban Marsias’ı çağırmış, ‘bu dağa iki usta çalgıcı fazla’ diyerek, onu yarışmaya davet etmiş. Yeteneklerini en iyi şekilde sergileyen tanrı ve çobanı dinleyen jürinin içinde, sadece Kral Midas çobana oy vermiş. Bunun üzerine Apollon, Marsias’ın derisini yüzdürmüş, yanlış kararı yüzünden de Midas’ın kulaklarını eşek kulaklarına çevirmiş. Anadolu’nun birçok müzesinde, bir direğe bağlanmış, derisi yüzülmüş Marsias heykeli, bu hikayeyi anlatır. BADEMLİ KÖYÜÖdemiş’ten 19 kilometre mesafede, Mum Dağı eteklerine kurulmuş, parke taşlı dar sokakları ve cumbalı evleriyle şirin bir köy Bademli. Köyün yeşillikler arasındaki, güzel, eski Türk evleri bir yana Kılcı Mehmet Ağa Camii kaçırılmayacak bir eser. TARİHİ YERLER İzmir’den Ödemiş’e giderken, Sartmustafa’ya varmadan, Marmara Gölü ve Gölmarmara Köyü yakınında, Bin Tepe olarak bilinen bir bölgede, M.Ö. 5-6 yüzyılda yaşamış olan Lidya krallarına ait tümülüsler (mezar tepeleri) var. Bozdağ’dan 30 kilometre mesafede, Sartmustafa Köyü’nün merkezinden hemen sağa ayrılan küçük sapaktan bir kilometre sonra, Artemis Tapınağı’na varılır. Tapınağa varmadan, yolun yarısında sağda, Lidya paralarının basıldığı darphanenin kalıntıları çok etkileyici. Tmolos Dağı’ndan (Bozdağ) gelen Ecelkapız Çayı (Pactolus), o kadar çok altın taşıyordu ki, altınlar bu çaya yerleştirilen koyun postlarına takılırdı. Toplanan bu altınlardan da, dünyada ilk kez, altın sikkeler gerçek değerleriyle basılırdı. Bu nedenle, ilk defa olarak, paraya güven ve ticarette kolaylık burada gerçekleşti. Bu altın ve ticaret, Lidya Krallığı’nın zenginleşmesini ve güçlenmesini sağladı. Tekrar Sartmustafa’ya geri dönülünce, anayoldan bir iki kilometre sonra, solda büyük, fazla restore edilmiş olan yapı, Sardes’in Roma devri gymnasium’udur.Osmanlı darphanesiBu kadar turistik olmayıp, böylesine gezilmeyi hak eden, bu kadar sade olup sokaklarında bir ressama ilham verecek kadar farklı renkler barındıran, bir zamanların Osmanlı darphanesi Tire’nin, bugün en büyük zenginliği, insanında, doğasında ve geleneklerinde. Tireli’nin mütevazı yaşamının içinden sivrilen geçmişin yapıları, aslında bambaşka bir Tire’yi anlatıyor. İzmir’e bağlı, 40 bin nüfuslu Tire adını, Lidya döneminde kale ya da hisar anlamına gelen Tyrha’dan alıyor. Hitit, Frigya, Lidya, Pers, Helen, Roma ve Bizans medeniyetleri burada iz bıraktı. Lidya ve Roma devirlerinin, ticaret yolu olan, Efes- Tire- Bozdağ- Sardes hattı, Türkler zamanında Efes- Tire- Bayındır- İzmir- Manisa’ya çevrildi. Bu dönemde, Tire, kervanların önemli bir uğrak yeri oldu. 1308 yılında Aydınoğulları Beyliği’nin Küçük Menderes yöresinde kurulmasıyla, bu kente aşiretler, obalar, oymaklar yerleştirildi. Bu bölgenin aldığı ilk göç değildi. M.Ö. 325’lerde Büyük İskender, Filistin’den Yahudileri getirtmişti. Aydınoğulları döneminde de olumlu bir karar alınarak, Efes halkının önemli bir bölümü buraya yerleştirilmişti. En son olarak da Mübadele’yle birlikte Girit’ten gelen Türkler burada iskan edildi. Bu sadece ekonomik zenginliği değil folklorik çeşitliliği de beraberinde getirdi. Bu nedenle Aydınoğulları Beyliği zamanından, Tire’de birçok eser var. Göçlerle, Tire’de sanat ve zanaat ilerledi. Bugün hálá Tire çarşısındaki dükkanlarda bu geleneksel üretimleri görmek mümkün. Bunların arasında en göze çarpanları; kalaycılar, semerciler, keçeciler, nalıncılar, saraçlar, yularcılar, urgancılar... Özellikle, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul fethinde, gemilerini Tire’nin sağlam urganlarıyla karadan çektirdiği, efsanevi bir şekilde anlatılır. Bir zamanlar sadece çobanlara kepenek olan keçeler, bugün Tire çarşısında, iç dekorasyonda yer alacak, yurtdışından ilgi görecek kadar, özellikli olarak yapılıyor. Tire, 1426’da Osmanlı devletine bağlandıktan sonra, siyasi, ekonomik ve kültürel önem kazandı. 15. yüzyıldan itibaren Osmanlı devlet adamlarının önemli bir kısmı, Tire’den yetişmeye başladı. Aynı zamanda ünlü hattat, şair ve bilginler, Tire’nin kültürel hayatını zenginleştirdiler. Seyyahlar burayı ‘Ahi Kenti’ ya da ‘Aydın Sancağı Paşası’nın Tahtı’ diye adlandırdılar. 15. ile 18. yüzyıl arasında, Tire, Osmanlı İmparatorluğu’nun darphanesiydi. Tire darphanesi 300 yıl boyunca bastığı, mangır (bakır) ve akçe (gümüş) paralarla da ünlendi. Tire darplı paralar, koleksiyonların en gözdelerinden. KAPLAN YAYLASITire Ovası’nın en güzel manzarası, Tire’ye 4 kilometre mesafedeki Kaplan Köyü’nden. 460 rakımlı Kaplan Yaylası, sıcak yaz günlerinde cennet gibi. Tire Pazarı’nda satılan otlar, kekik, ıhlamur buradan toplanıyor. Ayrıca aynı adla anılan, Kaplan domatesi, Kaplan biberi gibi sebzeleriyle de ünlü. Doğa yürüyüşleri meraklıları için zevkli güzergahları var. Hatta yürüyüşe Tire’den başlayıp, yol boyunca Tire Ovası’nı ve tarihi yapıları seyrederek yukarı çıkanlar da az değil. Kaplan Köyü’nün bir klasiği de kartal yuvası konumuyla, 10 yıldır vadiyi gözleyen Kaplan Dağ Restaurant. Burası, Tire sofra geleneğinin en leziz ve az rastlanan örnekleriyle dolu.NECİP PAŞA KÜTÜPHANESİGümüşpala Caddesi üzerinde, parkın hemen yanında, bahçe içinde, mescide benzeyen, tarihi Necip Paşa Kütüphanesi var. Bu müstakil kütüphane, II. Mahmud devrinin Baruthane Bakanı Gürcü Mehmet Necip Paşa tarafından 1827- 28 yılları arasında oluşturulmuş. İçinde beylikler dönemine kadar giden farklı dönemlerden, 2400 civarında taş baskısı ve yazma eser var. Paha biçilmez değere sahip bu zengin koleksiyonun yanında, Necip Paşa’nın Bağdat’tan getirttiği kırmızı kutular içindeki kitaplar da bulunuyor. El yazması kitapların olduğu orijinal bölüme girmek ya da fotoğraf çekmek yasak ancak müzeden sorumlu Ali İhsan Yıldırım, 500 yıllık el yazması eserlerin, mükemmel korunmuş örneklerini memnuniyetle gösteriyor ve bilgi veriyor. Binanın cephesine ve merdivenlerine de dikkat edin. (Pazar, pazartesi hariç her gün 08.00- 17.00 arası açık, 0232 512 19 58)TİRE’NİN CAMİLERİTire’nin büyük çoğunluğu 15. yüzyıla ait dini yapıları ve camileri, Osmanlı dönemi klasik yapıları içinde öncü örnekler. Çoğu zaviye olarak tasarlanmış ancak sonraları camiye dönüştürülmüş bu yapılar, bu nedenle özgün niteliklerini büyük ölçüde kaybetmişler. Orijinal olarak kalan tek örnek, yuvarlak planlı Küçük Hafız Mescidi. Üstü mescit, altı medrese olarak kalmış. Tire’nin en geniş haremli camisi olan Ulu Cami, Atatürk Caddesi ile Ulucami Sokağı’nın kesiştiği köşede. Kurtuluş Mahallesi’nde, 1597’de, Yeniçeri Kethüdası Behram Ağa tarafından yaptırılmış Yeni Cami var. Tire camileri içinde, camii ve minaresi kesme taşlardan yapılmış tek örnek. Çarşı içindeki cami, özellikle son cemaat yerindeki kalem işleri ve kubbe süslemeleriyle, Osmanlı klasik döneminin en güzel örneklerinden. Çarşının merkezinde bulunan, Tahtakale Camii ve Külliyesi, 1401’de, kent içinde birçok vakıf ve medrese yaptırmış olan Hoca Emir tarafından inşa edilmiş. Halk arasındaki bir söylentiye göre, Hoca Emir, caminin yerini bulmakta güçlük çekmektedir. Caminin Orfeni Panaya Kilisesi’nin karşısına yapılmasını isteyen halkı kırmaz ve camiyi bugünkü yerine yaptırır. Bu şekilde Doğu köşede Müslümanlar’ın Batı köşede de Hıristiyanların tapınağı yer almış olur. Aydınoğlu Caddesi üzerindeki Yeşil İmaret Zaviyesi de kentin en kaçırılmayacak yapılarından. Bugün Yahşi Bey Camii olarak kullanılıyor. 1935 ile 1971 yılları arasında kent müzesi olarak kullanılan Mevlevi zaviyesi, 1426’da II. Murad’ın kumandanlarından, Aydınoğulları Beyliği’ni Osmanlı Devleti’ne bağlayan Halil Yahşi Bey tarafından yaptırılmış. Anadolu’daki ilk yarım kubbeli eser. Paşa Mahallesi’nde, Kurt ve Doğancıyan Zaviyesi var. 14. yüzyıldan. Çam kozalağına benzeyen ilginç minaresinden dolayı, halk tarafından Güdük Minare olarak da anılıyor. Kaplan Yaylası’na çıkarken, dağa tam tırmanmadan önce de kiremitlerle örülmüş güzel kubbesiyle Yoğurtluzade Külliyesi’ni farkedeceksiniz. Özellikle Kaplan Yaylası’na çıkarken, yüksekten görüntüsü durup bakmaya değer. ALIŞVERİŞTire Salı Pazarı Henüz büyük kentlerde mahalle pazarları modası yokken, herkesçe bilinirdi. İzmir’den ve civardan, özellikle hanımlar gruplar halinde, bir geziymişçesine buraya gelir, alışveriş yapar, öğle yemeğine de Kaplan Yaylası’na çıkarlardı. Bugün artık Tire pazarının çehresi, kent pazarlarında da satılan tişört, plastik terlik ve kapkacak gibi eşyalarla birlikte değiştiyse de bu pazar hálá özel. Çünkü geleneksel zanaatlar, bu sokaklarda, zor da olsa yaşamayı sürdürüyor.Beledi Tire’nin en özel el sanatlarından, Saim Amca’nın (Bayrı) son temsilcisi olduğu Beledi dokuması. Pamuk, yün ve ipekle, çok karmaşık bir tezgahta, bir günde ancak üç metre dokunabiliyor. Doğatepe Mah. Ekinhisarı Cad. No: 96 Tire, 0232 512 23 63Birgi Pazarı Pazartesi günü, sabah saatlerinden 14’e kadar sürüyor. Bölgede yetiştirilen sebze, meyve ve otların yanısıra, Ödemiş’ten yırtımcı denen bezciler de burada.Nalıncı Pazarlarda satılan renkli kadifeden, simli, pullu nalınların, hálá çeyizlerde önemli bir yeri var. Cemil Tolga, 60 yıldır sattığı nalınları bir süredir kentten alışverişe gelenlere hediyelik eşya olarak sattığını söylüyor. Bakır Hanı Cad. No: 41, Tire, 0232 511 50 16Cön Keçecilik Keçeciliğe genç bir ruh katan ve bu zanaatı zorluklarına rağmen devam ettirmeye kararlı, Arif ve Cemil Cön kardeşlerin, yurtiçinde ve yurtdışında devamlı müşterileri var. Yeni Mah. Lütfü Paşa Cad., 0232 512 23 91Doğal Ürünler Kaplan Restaurant’ın yanıbaşında kulübeden dükkanında Rafet Dağyaran, dağdan topladığı kekik dahil yaklaşık 15 bitkiden doğal ilaçlar yapıyor. Kaplan Köyü, Tire, 0232 512 79 75, 0546 233 22 38Birgi’de Ham İpek Bir zamanlar ipekböcekçiliğinin merkezi olan Birgi’de, ham ipek, Ödemiş keteni, organze imalatı yapan Mehmet Bozdağ’ın atölye- dükkanına uğrayabilirsiniz. Birgi Belediye Zeytinliği, 0232 531 58 22, 0532 221 44 02Çekül Çevre ve Kültür Evi Kültürel değerleri korumak ve tanıtmak için kurulan Çekül evinde, Birgi ve civarından gelen kadınların burada aldığı kurslar sonucu, boyadıkları ahşap tepsiler, evlerinde yaptıkları yazmalar ve el işleri satılıyor. Salı hariç her gün 09.00- 18.00 arası açık. Birgi, 0232 531 55 80Kabak kemaneTire pazarında, vitrinden sarkan, kabaktan yapılan enstrümanları görürseniz, durun. Orta Asya’dan gelen ve özellikle Ege türkülerine eşlik eden bu müzik aleti, naifliğine rağmen iyi sesler çıkarıyor.İğne oyasıÖzellikle salı günü, Tahtakale Meydanı canlılığını, iğne oyası, tığ işi ve yazma satan kadınlara ve kızlara borçludur. Türk kadınının sabrını, çalışkanlığını, hayallerini, özlemlerini simgeleyen bu el sanatı, motif ve renk zenginliğiyle hayranlık uyandırır. Burası insanın içinden saatlerce çıkamayacağı bir alışveriş cennetine dönüşür.YorganMarkalı yorganlar çıkalı, zahmetli bir işçilik gerektiren el yapımı yorganlar daha az tercih edilir oldu. Tek tük meraklıları onunla ısınmanın bambaşka olduğunu söylüyor. Ayrıca geleneksel ailelerde, saten yorgansız çeyiz eksik sayılıyor. Tahtakale Meydanı’na çıkan sokaklardan birinde Yusuf Çırpar, özenle yorganlarını dikiyor. Kendisi ve çocukları hálá dükkanın yorganlarından kullanıyor.KAÇINTire gezisini, pazarın kurulduğu salı gününe denk getirememekBirgi ya da Tire’de, camilerin namaz vakitlerinden biraz önce ve sonra ziyaret edilebildiğini bilmemekTire gezisine, Turizm Danışma’ya uğramadan başlamakGölcük’ün Karaçam ormanları içindeki, tepeden görüntüsünü kaçırmakHiçbir geleneksel yemeğini yemeye fırsat bulamadan, Tire’den ayrılmakYAKALAYIN Tire yolu üzerinde, Torbalı’daki yeni kazı yeri Metropolis’i ziyaret etmekBozdağ’ın Memeroluk’undan buz gibi su içmekÖdemiş patatesi satın almakBirgi’ye gitmişken, Gölcük ve Bozdağ’a da uğramakBozdağ’dan İzmir’e, dönüş yolunda Sardes antik kentini görmekGölcük kıyısında yayın balığı yemek
False