Kıbrıs'ta yaklaşan kaza

DIŞİŞLERİ Bakanı İsmail Cem'in Kıbrıs konusunda AB'ye yaptığı uyarının, Kıbrıs sorununu Türk kamuoyunda yaygın bir tartışmaya konu etmesi bakımından yararlı bir işlev gördüğü söylenebilir.Cem, AB'nin Kıbrıs Rum Yönetimi'ni (KRY) sorun çözüme kavuşturulmadan tam üyeliğe alması halinde, ‘‘Türkiye'nin AB ile köprüleri atabileceğini, KKTC ile ekonomik ve siyasi bütünleşmeye giderek misillemeye başvuracağını’’ açıkladı. Sorunun gerisinde, AB'nin 1995'li yılların ortalarından itibaren sorunun çözümünü beklemeden, KRY ile tam üyelik görüşmelerini başlatma kararıyla girilen süreç yatıyor. Son olarak 1999 Aralık sonunda Türkiye'nin tam üyelik adaylığının kararlaştırıldığı Helsinki'deki AB zirvesinden sonra yayınlanan bildiride de, ‘‘KRY ile tam üyelik müzakereleri olumlu sonuçlanırsa, nihai çözüm beklenmeden tam üye olarak birliğe alınacağı’’ duyurulmuştu.Kesin bir tarih belli olmamakla birlikte, KRY, muhtemelen 2003, en geç 2004 yılı içinde AB tam üyesi kimliğini kazanacaktır.Bir çözüm bulunamadığı, ayrıca AB ve Türkiye kendilerini bağladıkları tutumlarından geri adım atmadıkları takdirde, 2003'ün Kıbrıs'ta 1974 sonrasındaki en büyük buhrana sahne olacağını tahmin etmek güç değil. Bir anlamda, Kıbrıs'ta herkesin gözü önünde meydana gelecek ve büyük hasara yol açacak bir kazayı şimdiden öngörebilmek mümkündür. * * *KRY birliğe kabul edilirse, Ankara bu gelişmeyi sineye çekmeyerek AB'nin canını yakacak bir tepki ortaya koyacak ve işler sonunda Türkiye-AB ilişkilerini de rayından çıkartabilecek olumsuz bir çerçeveye kayacaktır. Bu kaza önlenebilir mi? Önlemek için ne yapılabilir? Bu noktada, Türkiye'nin elindeki kozların da hafife alınmaması gerekir. Birincisi, Türkiye'nin en yumuşak tepkiyi verdiği ve olan biteni sineye çektiği bir senaryoda dahi, AB, KRY'yi kapısından içeri almakla büyük bir sorun yumağını bünyesine ithal etmiş olacaktır. AB, bundan önceki genişleme adımlarıyla kıyaslandığında, ilk kez ihtilaflı bir alanı kendi coğrafyasına katacaktır. Bu, AB açısından arzu edilen bir durum değildir. İkincisi, Kıbrıs'ta işler ne kadar kötüye giderse gitsin, AB, gerek ekonomik gerek stratejik çıkarlarının dayatmasıyla Türkiye'den vazgeçemez. AB, tam üyelik statüsünü tanımasa da, bir şekilde Türkiye ile özel ve yakın bir ilişki yapısını sürdürmek zorundadır. Türkiye, özellikle 11 Eylül sonrasında girilen yeni konjonktürde, AB'nin üstünü çizebileceği bir ülke değildir.Bütün bu faktörler, Türk tarafının eline, Kıbrıs sorununda kendi görüşleri doğrultusunda AB'yi zorlayabileceği güçlü pazarlık kartları veriyor. Bütün mesele, Türkiye'nin önümüzdeki dönemde bu kartları kullanabileceği yaratıcı bir diplomasi sergileyip sergileyemeyeceği noktasında beliriyor.İsmail Cem'in adımı, bu yönde inisiyatif alan bir diplomasi atağıyla bütünleşecekse yararlı bir egzersiz olarak görülmelidir.
Yazarın Tüm Yazıları