Kıbrıs’ı Erdoğan ve Gül çözdüler

Kıbrıs konusunda gelinen bu noktada en çok kimlerin etkili olduğunu sorarsanız hiç kuşkusuz ilk sıraya Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül ikilisi oturur. Onların siyasi kararlılıkları olmasa bugün olduğumuz yerde duruyor ve eski sloganlarla birbirimizi suçluyor olurduk. Tüm rol oynayan tarafların bir sıralamasını merak ediyorsanız sizler için kişisel bir tablo hazırladım.

Hezimetler öksüz çocuklardır. Başarıların ise çok sahibi çıkar. Kıbrıs konusunda gelinilen bu noktaya çok kişinin katkısı oldu. Kimi küçük, kimi büyük katkıda bulundu. Ancak, bir de en önde siyasi sorumluluğu alanlar var. Kıbrıs konusunda varılan aşama hakkında daha uzun süre yazılar yazılacak ve bilançolar çıkarılacaktır mutlaka, ancak bu aşamada sıcağı sıcağına, elde edilen sonuçta en çok kimlerin katkısı olduğuna bakarsak karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor.(1)

ERDOĞAN- GÜL İKİLİSİ: SİYASİ BAŞARI ONLARA AİT

Kim ne derse desin, bugün bir noktaya gelindiyse bunda en büyük pay Başbakan Tayyip Erdoğan’a ve hemen onun yanı başında da Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e aittir. Türkiye İsviçre’de beşinci Annan planını bu noktaya getirememiş olsaydı, bugün hala yerimizde sayıyor olacaktık.

40 yıldır süre giden, kemikleşmiş, kimselerin dokunamadığı ve toplum olarak tabulaştırdığımız Kıbrıs sorunu çözerken, siyasi irade gösterdiler. Cesur davrandılar ve daha da önemlisi, bu noktaya gelinirken etrafı döküp kırmadılar. Yönetime katılan kurumları karşılarına almadılar. Silahlı Kuvvetleri ve Cumhurbaşkanı’nı ikna etmesini bildiler. Direnmeleri “ben karar verdim, bu şekilde olacaktır” şeklindeki dayatmalara gitmeden, aksine bir yandan siyasi irade gösterip, öte yandan da ikna yöntemiyle yumuşattılar.

Gül’ün genel yaklaşımı buna müsait idi, ancak doğrusu ben Tayyip Erdoğan’ın bu kadar iyi oynayabileceğini tahmin etmiyordum. 2002 Kopenhag doruğunda ve 2003 Lahey toplantılarındaki inişli çıkışlı yaklaşımı gördükten sonra, yoğurdu üfleyerek yemeğe başlamıştım. Başbakanın, belirli bir aşamadan sonra böylesine kararlı ve daha da önemlisi cesur davranabileceğini beklemiyordum. Tayyip Erdoğan’ın başından itibaren son dakikaya kadar sergilediği tutum, vücut dili ve kararlılık BM yetkililerini dahi şaşırttı.

Erdoğan- Gül ikilisi Türkiye’nin yakın tarihinin en önemli kararını almış oldular. Yüklendikleri risk çok büyüktü ve her siyasetçinin kolay kolay taşıyamayacağı nitelikteydi.

Eğer bugün bir yere gelindeyse, herkes çok iyi bilmelidir ki, kredinin büyük bölümü bu iki siyasetçiye aittir.

UĞUR ZİYAL: SIRADIŞI BİR DİPLOMAT

Bazı kişiler vardır, kendilerini öne atmazlar. Reklama hiç önem vermezler. İnsanlar belki tam algılayamazlar, ancak bu kişiler tutumlarıyla tarihin değişmesine sessiz sedasız inanılmaz katkıda bulunurlar.

Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Uğur Ziyal’den söz ediyorum.

Ziyal Kıbrıs konusundaki yaklaşımıyla, Türk dışişleri Bakanlığının bir ara yıpranmaya başlayan prestijini kurtarmıştır. Sadece bununla kalmamış, direnen bürokrasiyi, Cumhurbaşkanlığını, Denktaş’ı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinde kaygı duyan çevreleri ikna etmiştir.

Ziyal en büyük desteği Gül’ün gösterdiği siyasi iradeden almış, ancak bunun ötesine geçerek kişisel prestijini kullanmış ve Türkiye’ nin herkesi şaşırtan kararının alınmasında anahtar rol oynamıştır.

Hem içerdeki direnişleri kırmış, hem de dış ilişkilerdeki orkestra şefliğini inanılmaz bir başarıyla gerçekleştirmiştir.

Kıbrıs müzakerelerine başından itibaren katılan, BM’ nin üst düzey bir diplomatının Uğur Ziyal hakkındaki şu sözleri, sanıyorum herşeyi çok iyi özetliyor:

“Uluslararası düzeyin çok üstünde bir diplomat. Onun bu aşamada dışişleri müsteşarı olması sizin için büyük bir şanstır. Eğer Ziyal bu görüşmelerde olmasaydı anlaşma bu haliyle çıkamazdı. Tam bir orkestra şefi gibi sadece Türk tarafını değil bizi (BM) ve Rumları dahi etkileyen bir performans gösterdi. ”

ORG.ÖZKÖK: ANAHTAR ROL OYNADI

Eğer tüm riskleri omuzlayarak gösterdikleri cesaret ve irade ile Erdoğan- Gül ikilisi, siyasi açıdan en büyük prime hak kazandılarsa, Kıbrıs denilince en büyük duyarlığı gösteren Silahlı Kuvvetlerin başındaki isim de tarihe geçecektir.

Org. Özkök’ün bu dönemde Genelkurmay Başkanlığında bulunması, Türkiye’nin büyük bir şansı olmuştur. Özellikle Kıbrıs konusunda gösterdiği sağduyulu yaklaşım unutulmamalıdır. Kamu oyuna yansıyan izlenim, Kara Kuvvetleri ve Jandarmanın Annan planına ters baktıkları şeklindeydi. Nitekim basında çıkan bazı demeç ve söylentiler, emekli bazı Komutanların yaydıkları hava, TSK içinde bir direnmenin işaretleriyle doluydu.

Org. Özkök, Silahlı Kuvvetler içindeki direnmeleri son derece ustalıkla yönlendirmeyi bildi. AKP hükümetine karşı kuşku ve kaygıları, Kıbrıs konusuyla karıştırılmasına izin vermedi. Kendi açısından o da, Erdoğan gibi büyük cesaret ve irade gösterdi. İstese, bugün gelinilen noktayı kolaylıkla engelliyebilirdi.

Yapmadı.

Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarının nereden geçtiğini çok net şekilde gördü ve hükümet ile uyumlu bir çalışma yaptı. TSK içindeki muhaliflere, böyle bir kararın siyasi iktidarların sorumluluğunda olduğunu, askerin görüşünü vermenin ötesine geçmemesi gerektiğini ve TSK’ nın tutumu konusundaki son sözün de kendisine ait olduğunu anlattı.

Benim dışardan algıladığım buydu. İzlenimlerin gerçeği yansıttığını düşünürsek, Org. Özkök’ü hepimizin tebrik etmesi gerekir.

DENKTAŞ VE TALAT: KİLİT ROL OYNADILAR

Rauf Denktaş’ın kendi kendini muhalefete çekmesi ve New York anlaşmasını imzalamasına rağmen Annan planına sürekli karşı çıkması, Kıbrıs müzakereleri sürecinden kopmasıyla sonuçlandı. Baba Denktaş kendi kendini saf dışı etti. Onun yerine Başbakan Mehmet Ali Talat ve Serdar Denktaş geçtiler. Aralarındaki ilişkiler tahminlerin ötesinde iyi oldu. Aynı şekilde Ankarayla ilişkilerini de sağlıklı tutmasını bildiler.

Aslında buraya gerçek “kahraman” olarak konması gereken kişi Kıbrıs Türk seçmeni olmalıydı. Zira onlar çözüm istediklerini son seçimlerde Mehmet Ali-Serdar ikilisini başa getirerek gösterdiler. Bende onlar adına Talat-Denktaş koalisyonunu ön plana çıkarıyorum.

Mehmet Ali Talat Başbakan olduktan sonra adeta kendini yeniledi ve eski hırçın ve aşırı muhalif bir politikacı görüntüsünden kendini kurtarıp kısa sürede “devlet adamı” diye nitelendirebileceğimiz bir tutum benimsedi. Cumhurbaşkanı Denktaş ile ilişkilerini saygı düzeyinde sürdürdü, Ankarayla arasını kısa sürede düzeltti, Serdar Denktaş’la iyi bir iletişim kurdu.

Serdar Denktaş babası ile siyasi kimliği arasında kalmasına rağmen, kalbinin çözümden yana olduğunu gösterdi. İki cami arasında bi-namaz durumuna rağmen (şu ana kadar) uzun vadeli düşündüğünü ortaya koydu. Bundan sonraki tutumu geleceğini de saptayacak. Ya babası ile birlikte hareket edip çözüme karşı çıkacak ve küçük bir muhalif politikacı olarak kalacak veya yeni kurulacak Kıbrıs’ta ön planda rol oynayacak genç bir lider konumuna girecek

Özetle, Rauf Denktaş’ın yerine bu ikilinin devreye girmesi bu sonucun alınmasında son derece önemli bir rol oynadı.

SİMİTİS-PAPANDREU-KARAMANLIS

Kıbrıs konusunda bugünkü noktaya gelinmesinde Simitis ve Papandreu ikilisinin önemli rolü oldu. 7 Mart’ta başbaşa giden bir seçim öncesinde, kaybedeceklerini bilmelerine rağmen New York anlaşmasına onay vererek siyasi cesaret ve vizyon gösterdiler. Nitekim sonunda da iktidarı kaybettiler.

Karamanlis İsviçre’deki görüşmelerde istese Kıbrıslı Rumların arkasında çok daha kesin durur ve onları daha da sertleştirebilirdi. Yapmadı, mesafeli kaldı. Hatta referandumdan EVET oyu çıkması gerektiği sinyallerini de verdi.

POWELL- STRAW-VERHEUGEN : PERDE ARKASI OYUNCULARI

Ekran önünde görünmeyen yabancı aktörleri de unutmamamız lazım. Bunların başında da Amerikan Dışişleri Bakanı Powell var. Tüm müzakereler süresince her gerektiğinde devreye girdi. Zamanını ayırdı ve özel temsilcisi Weston ile birlikte tüm tarafları ikna etmek konusunda son derece etkili bir rol oynadı.

Powell’dan hemen sonra İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw geliyordu. Tüm tarafları ve AB başkentlerini yönlendirdi.

Ortalarda daha az görünmelerine rağmen Almanlar ve Fransızlar da önemli katkılarda bulundular.

En büyük süprizi AB Komisyonu yaptı. Başta Verheugen ve tabii ona destek veren patronu Prodi (Komisyon Başkanı) tarafları tatmin edecek bir uzlaşı formülü bulabilmek için çırpındılar. Verheugen neredeyse 3 gününü tüm resmi işlerini ve randevularını iptal ederek bu konuya ayırdı. Türk tarafını hiç bir zaman yanıltmadı. Hem doğruları söyledi hem de Ankara’yı belirli oranda tatmin eden formülü bulmakta kilit rol oynadı.

(1) Bu yazıyı 19.02.2004 günü Kıbrıs’la ilgili New York görüşmelerinden sonra yazmıştım. Bu defa İsviçre’de varılan noktaları da dikkate alarak yeniden gözden geçirdim. Bazı kişileri listeden çıkardım. Bazılarının derecesini arttırdım. Ben yargıç değilim sadece görebildiğim kadarıyla kimlerin daha ön planda rol oynadığını size aktarmaya çalışıyorum. Bu listeyi mutlaka genişletebilirim. İsimlerine hiç yer vermediğim daha nice kahramanlar, nice görünmeyen ancak etkili olanlar var. Yerim bu kadarına müsait. Kusura bakmasınlar.

* * *

(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır.)
Yazarın Tüm Yazıları