1950 öncesi Türk sinemasına yolculuk

Güncelleme Tarihi:

1950 öncesi Türk sinemasına yolculuk
Oluşturulma Tarihi: Nisan 07, 2012 00:23

Geçen pazartesi günü TÜRVAK Sinema-Tiyatro Müzesi’nde ‘Afiş, Fotoğraf ve Belgelerle 1950 Öncesi Türk Sineması’ sergisi açıldı.

Haberin Devamı

Kimler yoktu ki...Muhsin Ertuğrul’un sevgili eşi Handan Uran Ertuğrul, Hülya Koçyiğit, Hale Soygazi, Yılmaz Atadeniz, Zeki Alasya, Metiner Ürer, Ülkü Erakalın... Sinemamızın belki de en olanakları kısıtlı dönemlerinden elde kalan ürünlerin gösterildiği sergide; fotoğraf kareleri, tablo niteliğindeki orijinal afişler ve çeşitli belgeler arasında ‘50 öncesi sinema tarihimizi hep birlikte andık.

Halen tartışmaları sürüyor olsa da genel bir kabul olarak Fuat Uzkınay’ın 1914’te çektiği ‘Ayastefanos Abidesi’nin Yıkılışı’ filmi ile başlatılan Türk sineması tarihinin ilk yıllarını gözlemleyerek başlıyoruz sergi gezimize.
Sektörün ilk yıllarda, hazır yetişmiş tiyatro oyuncularına yöneldiğini görüyoruz. Bunda teknolojik yetersizliğin yanı sıra, sinema oyuncuları yetiştirecek bir okulun olmaması büyük etken. İlk film denemeleri de yıllarca Darülbedayi’de sahnelenen tiyatro oyunları, operetler ya da eski Türk romanlarının uyarlaması olmaktan öteye gidemiyor zaten. Dolayısıyla yönetmenler, oyuncular, kurgucular, hatta yapımcılar ve kameramanlar bile Darülbedayi ve tiyatro kökenli. Türk kadınının sahnede dahi görünmesinin yasak olduğu dönemde, sinemada ancak Ermeni, Rum, Yahudi, İtalyan kökenli Levanten sanatçılara rastlayabiliyoruz. Dönemin parlayan isimleri ise; Ahmet Fehim Efendi, Fuat Uzkınay, Muhsin Ertuğrul, Behzat Butak, Hazım Körmükçü, Vasfi Rıza Zobu, Raşit Rıza, Madam Kalitea ve Eliza Binemeciyan oluyor.
BEYAZPERDENİN İLK TÜRK KADINLARI
Özgün senaryolara dayalı ilk filmlere gelince, 1917’de yönetmenliğini Sedat Simavi’nin yaptığı ‘Pençe’ ve ‘Casus’ ile başlıyor. Almanya’da oyuncu ve yönetmen olarak film çalışmaları yapan Muhsin Ertuğrul’un yurda döndükten sonra çektiği ‘İstanbul’da Bir Facia-i Aşk’ ve ‘Boğaziçi Esrarı - Nur Baba’ filmleriyle birlikte ise, sektörün canlandığını görüyoruz. 1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla doğan özgürlük ortamında ilk kez iki Türk kadın oyuncu Bedia Muvahhit ve Neyyire Neyir ‘Ateşten Gömlek’ ile beyazperdede görünüyorlar. Sonra ardından ‘Leblebici Horhor’, ‘Kız Kulesi’nde Bir Facia’, ‘Sözde Kızlar’...
Sinemamızın ilk sesli filmi ise 1931’de Türk-Mısır-Yunan işbirliğiyle çekilen Muhsin Ertuğrul rejisörlüğündeki ‘İstanbul Sokaklarında’ oluyor. Türk sinemasının ilk uluslararası ödülünü, 1934 yılında Venedik Film Şenliği’nde onur diploması olarak ‘Leblebici Horhor Ağa’ filmiyle alıyor. 1935’te Muhsin Ertuğrul, ‘Bataklı Damın Kızı Aysel’ ile sinemamıza ilk köy filmini armağan ediyor. Yine bu filmin başrol oyuncusu Cahide Sonku ile birlikte Türk sinemasında ‘starlık’ kavramından bahsedildiğini gözlemliyoruz.
1944’ten itibaren yeni rejisörler, yeni film şirketleri birbiri ardına sinemamıza farklı bakış açıları ve renkler taşıyor. Ama bugün bile hatırlanan, 1949 yılına damgasını vuran, genç yönetmen Lütfi Ö. Akad’ın ‘Vurun Kahpeye’ filmi oluyor. Türk sineması yeni yıldız adayları Sezer Sezin, Gülistan Güzey, Orhon Murat Arıburnu ve Hümaşah Hiçan ile daha üretken yıllara yürüyor...
Başta söylediğimiz gibi, sinemamızın doğum sancılarını takip ediyorsunuz sergide. Başlangıçtan 50’lere uzanan süreçte verdiği ürünleri afiş, siyah beyaz fotoğraflar ve belgelerle izliyorsunuz. Türk sinemasına ait 60 bin ciltlik kitap, beş bin 500’e yakın orijinal Türk sineması film afişi, fotoğraflar, yazışmalar ve belgelerin bulunduğu zengin Türker İnanoğlu arşivi bu sergiyle ilk kez gösteriliyor üstelik. Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yılları arasında çıkılacak bu yolculuğu kaçırmamanız umuduyla...

Haberin Devamı

DÖRT DİLDE EL İLANI

Haberin Devamı

Yandaki gördüğünüz 1912 tarihli el ilanları; Osmanlıca, Rusça, Ermenice ve Fransızca dillerinde basılmış. Bugünkü Kadıköy Rexx Sineması’nın yerinde bulunan Apollon Sineması’nın el ilanları. Ramazan bayramı sebebiyle düzenlenen cumartesi ve pazar günleri etkinlikleri duyuruluyor. Kentin çeşitli yerlerindeki kapalı vitrinlere, duvarlara, ağaçların üzerlerine ve meydanlara asılan bu el ilanlarının dört dilde basılması ve kapsamlı tanıtım metni, sinemanın sahibi Sırotchkın Kardeşler’in ciddi bir işletmecilik anlayışına sahip olduğunun işareti.
TÜRVAK Sinema - Tiyatro Müzesi Müdürü Erol Şenel, Apollon Sineması’nın sade sinema değil, tiyatro sahnesi işlevi de gördüğünü söylüyor. Ama sahipleri Sırotchkın Kardeşler, yalnızca kendileri gibi azınlık yurttaşlara yönelik etkinliklere yer veriyor, tiyatro ve sinema meraklısı Türk gençlere imkan tanımıyorlarmış. Bunun üzerine, o dönemin Kadıköy yakası şehreminisi, yani belediye reisi olan Süreyya İlmen Paşa ‘Süreyya Sineması’nı kuruyor. Apollon Sineması’na tepki olarak doğan mekan; Cumhuriyet baloları, ilk operet ve tiyatro eserlerine ev sahipliği yaparak, Türk gençlerinin kendini rahatlıkla ifade edebildiği bir yer oluyor.

Haberin Devamı

İbrahim Enez
500 FİLM AFİŞİNE İMZA ATTI

79 yaşındayım. 60 senedir çalışıyorum. Lise yıllarında sinemayı sevdim. Sinemaya afişler yapmaya o zaman başladım. Bugüne kadar kalıcı 500 afiş hazırladım. Sinemaların önlerine asılan büyük afişler hariç tabii, onları sayamam. En son Ekrem Bora ile Belgin Doruk’un oynadığı, Metin Erksan’ın çektiği ‘Suçlular Aramızda’ filminin afişini yapmıştım. Hem sevindim hem üzüldüm. Sevindim, yaptığım eser için. Üzüldüm, Ekrem Bora’yı kaybedişimize. Sağlığım el verdikçe daha nice afişler yapacağım. Eşim bana büyük destek. Beraber ölmek istiyorum eşimle. İnsan gelip geçici. Yaptığım afişlerle gurur duyuyorum, onlar yaşasın.

Haberin Devamı

Süper ikili bir aradaydı

Sergi düzeninde Türk sinemasının bir köşe taşı olan ‘Vurun Kahpeye’ filmine ayrı bir köşe ayrılmış. Halide Edip Adıvar romanından tam üç kez sinemaya uyarlanan filmde, Kurtuluş Savaşı sırasında işgal kuvvetlerine karşı çıktığı halde bir iftira sonucu linç edilen Aliye Öğretmen’in öyküsü anlatılır. Aliye Öğretmen, sinemamızın üç büyük kadın oyuncusunun bedeninde hayat bulur. 1949 yapımı filmde Sezer Sezin, 1964’te Hülya Koçyiğit ve 1973’te ise Hale Soygazi rol alır. Filmler sırasıyla Lütfi Akad, Orhan Aksoy ve Halit Refiğ tarafından çekilir. Açılışa katılan Hülya Koçyiğit ve Hale Soygazi ile Vurun Kahpeye köşesinde buluştuk. Onlardan film çekimlerinden hafızalarında kalan anıları dinledik.  Bakın neler anlattılar...

Haberin Devamı

Hülya Koçyiğit
GERÇEKÇİ BİR LİNÇ HİKÂYESİ

Filmin çekimlerini gerçekleştirmek üzere Bursa Mustafakemalpaşa’daydık. O meşhur linç sahnesi için belediyenin megafonlarından halkın çekim alanına gelmesi duyuruldu. Bir miktar taş, bir miktar sopa hazırlanmıştı. Halkın ellerine verildi ve ‘vurun kahpeye, saldırın’ diye komut aldılar. Yanımda Talat Gözbak ile Ali Şen var. Bu ikisi halka ‘bu alçak düşmanın yatağına girdi, iş birliği yaptı; vurun’ diye seslenmeye başladılar. Halk ne bilsin? Saldırmaya başladılar. Nasıl vuruyorlar bana... Kafam, omzum, bacaklarım kan revan içinde kaldı. Baktı ki Ali Şen iş ciddi, üzerime kapaklandı bu sefer. ‘Yapmayın, durun! Film çekiyoruz, bunlar gerçek değil!’ diye bağırıyor. Bu arada annem kameranın çalıştığını unutmuş, bırakın evladımı diye hücum ediyor. Daha 16 yaşındayım. Şimdi işim daha zor oluyor, diye mazoşistçe hoşuma giderdi. Halbuki gerçekten linç edilebilirdim orada, ne bileyim. Yani biz bu işi ne kadar amatör bir ruh ve heyecan ile yapıyormuşuz, o çıkıyor buradan.

Hale Soygazi
MAL SAHİBİ MÜLK SAHİBİ HANİ BUNUN İLK SAHİBİ?

İzmir’e çok yakın olan Kula’ya gitmiştik bu filmi çekmek için. Rumlardan kalmış bir yer orası. Daracık sokaklar, cumbalı evler bizim filmin çekimleri için çok uygundu. Orada bir aya yakın kalarak filmi çektik. O cumbalı eski evlerin kapısının hemen hemen hepsinde ‘Mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi’ yazıyordu. Aklımda o kalmış, nedense unutamam...
Sinemada ilk yıllarımdı. Halit Bey beni aramıştı rol için. Görüşelim demişti. Projeden bahsedince “Tabii ki oynarım” demiştim. Herhalde beşinci veya altıncı filmimdi ‘Vurun Kahpeye’. Halit Refiğ ile çalışmak bana çok şey kazandırmıştı.
Şimdi bu sergide olmak beni duygulandırıyor. Burada yer alan filmlerin belli başlılarını gördük. Ama hepsini değil. Bu yüzden sergi çok önemli. Müthiş bir tarih gezisine çıkarıyor insanı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!