Keşke sevgili Sipahi, keşke...

Cumartesi sabahı, aslında başka şeyler yazmayı plânlıyordum. Siyasetten, kentten, itiş-kakıştan, bizi yoran kısırdöngüden uzak şeyler…

Haberin Devamı

Ama İzmir’in nabzına ilişkin ilk okuduğum satırlar, her zamanki gibi Deniz Sipahi’ye ait olduğu için, kafamdaki bütün hazırlığı değiştirdi sevgili dost. Belki yazdıklarımız aynı kapıya çıkacak ama, söylemlerimizin farklı olduğu kesin! Kendisinin iznini alamadım; satır aralarını biraz irdelemek istiyorum. Umarım bana darılmaz…

Katılıyorum: İzmir’e daha liberal ve sivri bir dil lazım / İzmir daha fazlasını yapmalı. İzmir daha iyisini hak ediyor / Bunu tersine çevirmek de en başta Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ile diğer ilçe belediye başkanlarına düşüyor. / Seçimlerden sonra birinci önceliğimiz, ne liman, ne metro, ne marinalar, ne otoyollar, ne de farklı projelerdir; ağız birliği yaparcasına, söz birliği oluşturmuşçasına yeni bir liberal dil geliştirmemiz gerekiyor. / Daha iddialı, daha sivri, daha göze batan, daha cesur, daha özgüvenli, daha çılgın, daha iddialı bir söylem geliştirmeliyiz…

Haberin Devamı

Katılmıyorum: İzmir’e üçüncü gözle bakanlar bu kentin kıymetini daha iyi anlıyorlar. / Bir de bu kentin hep eksik yönlerini göstermek isteyenler var. / Bu şehir böylesine acımasız eleştirileri inanın hak etmiyor. / İzmir geri kalmış filan değildir. / Giderek yayılan ve kabul gören bu imaj hepimizin önündeki en büyük handikaptır. / Ben bunu büyük bir tehlike olarak görüyorum…

Bu güzel kentin artılarının eksilerinden çok fazla olduğu tartışmasızdır. Ama, İzmir’in yükselişi, “her konuda eşsiz, mükemmel ve en iyi olduğuna inanma hastalığı”ndan kurtulmasına bağlıdır. Farkındalığını arttırmadıkça da bu sarmaldan sıyrılamayacaktır. İzmir kendisiyle yüzleşmelidir. Kendisini kusursuz, dokunulmaz, erişilmez sanmamalıdır. Bu kentte de insanlar çiğdem kabuklarını oturdukları bankın önüne atarlar. Bu kentin de Valisi ve Belediye Başkanı, Opera ve Bale prömiyerlerine yardımcılarını gönderir. Bu kentin de vitrini olan semtlerde, kazılmış sokaklardaki inşaatlar 4 ayda bitirilemez. Bu kentte de sahile yüz metre mesafedeki yağmur suları denize ulaştırılamaz. Bu kentte de toplantılar zamanında başlamaz. Bu kentte de boş yer varken, iki adım yürümemek için arabalar yolun ortasına bırakılır. Bu kent de bilgiye para ödemeyi sevmez. Bu kentte de “bir zamanlar maziye bak ne kadar şendik” şarkıları söylenir. Bu kentte de taraftar, takımı amatör kümeden kurtuldu diye sevinecek haldedir. “Peki nedir farklı olan ya da olabilecek? Niyet, istek, potansiyel… İzmir’i başka kentlerin önüne geçirecek olan büyü, sadece kendisiyle yüzleşmesi ve halinin farkına varmasıdır”. Bu yapılamazsa, bir süre sonra Mazhar Alanson’un şarkısına malzeme oluruz sadece: “Her şeyden sen anlarsın / Her şeyi sen bilirsin / En güzel grubu sen kurdun / En güzel ritmi sen buldun / En iyi dalgıç sensin / En güzel filmi sen çektin / En güzel sen bakarsın / En güzel sen ağlarsın / İlk önce sen başlattın / En önce sen yavaşlattın / En uzağa sen gittin / En çabuk da sen döndün / En güzel sen gülersin / En güzel sen söversin / En güzel yemeği sen yaptın / En güzel kızı sen kaptın / En güzel tumbayı sen çaldın / En güzel şarkıyı sen yazdın / Peki peki anladık / Sen neymişsin be abi?”

Haberin Devamı

Oysa Carlos Castaneda diyor ki...

Her şeye aynı açıdan bakarsan, Hep aynı şeyleri düşünürsün.
Hep aynı şeyleri düşünürsen, Hep aynı şeyleri yaparsın,
Hep aynı şeyleri yaparsan, Hep aynı sonuçları elde edersin.
Hep aynı sonuçları elde edersen,
Hep ya mutlu ya da hep mutsuz olursun.

Yazarın Tüm Yazıları