Kentlerin simgesi olmuş üç otele yazık değil mi

TURİZM bu yıl iyi gidiyor. Gelen turist sayısında geçen yıla oranla yüzde 20 civarında bir artış var ki, bu bütün dünyayı kıskandıran bir oran.

Bu yıl 20 milyon turist hedefi hayal olmayabilir.

Yatırımcılar, bulup buluşturup dev ve giderek lüksleşen tesisler açıyorlar.

Ancak bu tabloya yakışmayan gerçekler de gözümüzün önünde yükseliyor.

Türkiye’nin üç ‘sembol oteli’, yıllardır kendi kaderlerine terk edilmiş durumda.

Bunlardan biri İstanbul’un bir zamanlar en keyifli oteli olan Boğaz kıyısındaki ‘Tarabya Oteli’, diğeri bir dönem İzmir’in sembollerinden biri haline gelmiş ‘Efes Oteli’ ve sonuncusu da Ankara’da bir dönem siyasetin odak noktası haline gelmiş olan ‘Büyük Ankara Oteli’.

Üçü de yapıldıkları dönemin en lüks, en şık otelleri.

Sonrasında yatırım yapılmayınca zamana yenik düşüp köhneleşen ama bir restorasyonla eski günlerine kolaylıkla kavuşacak turizm abideleri.

Bu üç otel de yıllardır kapalı.

Yabancı yatırımcılara verilen bu otellere uzun zamandır çivi bile çakılmıyor.

Her üçü de, bir dönem simgesi haline geldikleri kentlerin en güzel yerlerinde birer ‘hayalet otel’, terk edilmiş madenci kasabaları gibi yükseliyorlar.

Ve ne yazık ki kimsenin bu manzaraya içi sıkılmıyor.

Yazık...

Yerel asgari ücret şart

DÜNYANIN
en pahalı kentleri sıralamasında bu yıl İstanbul yine yer aldı. 23. sırada. Türkiye’nin kişi başı ulusal gelirde dünya 23’üncülüğünden çok daha gerilerde olduğu göz önüne alınırsa, İstanbul Türkiye ortalamasına göre pahalı bir kent. Ancak bu pahalılığına rağmen her ne hikmetse Türkiye’nin en kalabalık kenti.

Çünkü Türkiye’nin üretiminin neredeyse yarısı İstanbul ve çevresinde gerçekleştiriliyor.

Bu durumun iki sonucu var. Ya yüksek işçilik maliyeti, ya da sefalet. İstanbul’da sonuç belli: Sefalet. Asgari ücret Türkiye’nin her yerinde 350 milyon TL, yani 260 dolar. Yıllık 3120 dolar.

İstanbul’un kişi başına gelir ortalaması düşünüldüğünde bu miktar kent ortalamasının neredeyse yarısı. Ancak Muş, Ağrı gibi kişi başı gelirin 500 dolarlar seviyesinde olduğu kentlerde ortalama gelirin 6 katı. İstanbul’da sefalet demek olan asgari ücret, az gelişmiş kentlerde ‘iyi para’.

Ancak işveren, İstanbul’da da, Muş’ta da aynı asgari ücreti verdiği için yatırımını pazara yakın olan İstanbul’a yapıyor, istihdamı İstanbul’da yaratıyor.

Bu durum İstanbul’a ve yatırım alan diğer büyük kentlere göçü körüklüyor, sefaleti artırıyor.

Üretimi de pahalı hale getiriyor. Oysa daha önce de önerdiğim gibi ‘yerel asgari ücret’ uygulamasına geçilmesi halinde, özellikle emek yoğun sektörlerin İstanbul dışına kayması ve buralarda istihdam yaratılması mümkün olacak. Türk işadamları da, yüksek maliyetten kaçmak için mallarını, Çin’de, Vietnam’da ve hatta son zamanlarda Afrika’nın bazı ülkelerinde değil, kendi ülkelerinin az gelişmiş bölgelerinde yapmayı tercih edecekler.

Hükümetin başlattığı teşvik uygulaması, ‘yerel asgari ücretle’ desteklenmek zorunda.

Hatta bu konuda yerel yönetimlerin yetkilendirilmesi bile mümkün. Yatırımları çekmenin başka yolu yok.

NOT: Friedman’ın son kitabından çıkarılacak en önemli derslerden biri bence bu.

NOT 2: 260 dolarlık asgari ücretin işverene maliyeti 440 dolar.

Bu nasıl bir stratejikliktir

YABANCI yatırımcıların Türkiye’de televizyon sahibi olmasını serbest bırakan yasal düzenlemenin gerçekleştirilememiş olmasına hálá aklım ermiyor.

Neymiş efendim, ya Türk medyası yabancıların kontrolüne girerseymiş, medyanın stratejik önemi varmış.

Anlamadım. Medyanın stratejik önemi var da, finans kuruluşlarının yok mu?

Türkiye’de bütün bankacılık sektörünün yabancıların eline geçmesinin önünde hiçbir engel yok, ama bir medya kuruluşunun yabancı yatırımcılara satılması ‘yasak’.

Sizce hangisi daha stratejik. Her sektörün can damarını elinde tutan finans sektörü mü, yoksa medya mı?

Hadi onu geçelim.

Sermayesi yerli olsun, yabancı olsun televizyonları denetleyen kurumlar yok mu?

En başta yargı var.

Hadi Türkiye’de yargı iyi işlemiyor diyelim. RTÜK neci!

Görevini mi yapmıyor? Bence yapıyor. Hatta fazla bile yapıyor.

Yasasında eksikler mi var? O eksikler giderilsin.

Üstelik işin komik tarafı gazeteler için bir yasak yok. Yasak sadece televizyonlara.

‘Gelinim Olur musun’ gibi programların her tarafı stratejik olsa ne olur!

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Aşırı paranoyanın ciddi bir hastalık olduğunu anladığımız zaman.
Yazarın Tüm Yazıları