Kendimi Enrico Macias söylerken yakaladım, şoktayım

Sabah... Gövdem uyanmış, ruhumu da yataktan kalkmaya ikna etmeye çalışıyor.

Miskinler Tekkesi’ne yancı yazılacak pozisyonda değilim; Kabakulak yazmam gerekiyor.

Aranızda "Kabakulak" kavramına yabancı olan varsa Hürriyet Cuma’da yazdığım albüm kritiği köşesinin adıdır.

Gazeteciliğe müzik yazarak başladım ve benim açımdan ideal ikili olan "müzik ve yazı"yı hep sevdim. Kabakulak’ı da iş gibi değil, bir nevi hatıra defteri gibi görüyorum zaten.

*

Neyse, yazılacak albümleri seçmek için minik CD öbeğine doğru yürüdüm.

"Our Golden Songs/ Altın Şarkılarımız" adlı 36 şarkılık CD’yi yazmak azmindeyim.

Türkçe duyup sevdiğimiz 36 klasiğin orijinal versiyonları.

Hazırlayan da Yeşil Giresunlu.

Kim Yeşil Giresunlu?

Bence ilk olarak yapılmış en güzel Türkçe albüm olan "Ele Güne Karşı"nın prodüktörüdür.

Anlatmak uzun sürer, Türkiye’de müziğin batı kanadının kanaat lideridir.

Bu tarzda bu kadar sağlam ve bu kadar iyi bir albüm toparlayabilecek az sayıda kişiden biridir.

Albümü dinlemeye başlarken "Şöyle bir nostalji rüzgarıdır, eser geçer!" havalarındaydım.

Küçük bir insanken, günlerimi hayatımın merkezinde televizyon regülatörünün kırmızı ışığı yer alacak şekilde geçirirken fonda çalan şarkılardı netice itibariyle.

Yaş avantajları sayesinde şarkıların adını ve söyleyen şahısları daha iyi bilen abiler ve ablaların muhabbetleri sırasında "Sessiz Gemi mi? Ay o şarkıyı çalmışlar! Birebir Kırisçıyan Delagranjjjjj’ın şarkısı. Dayım Almanya’dan getirdi orijinalini hatta bana..." gibi cümleler yakalardım.

"Kim çalmış, neyi çalmış, zaten şarkı çalınan bişiy değil mi?.. Çalmayıp n’apıcaklar? Küçüğüm diye aklımı karıştırmaya çalışıyorsanız, o da ayıp ayrıca" diye uyuz olurdum.

Tek uyuz olduğum konu bu değildi. Bir de "play-back eleştirisi" olduğunu sonradan öğrendiğim "Sadece ağzını açıp kapatıyor, baksana..." cümlesine kıldım.

"Ağzını açıp kapamadan sen söyle bakalım tombul komşu teyze!.." şeklinde tepki göstermediysem eğer; bilin ki bunun tek nedeni "ağıza pul biber sürülme" riskiydi!

*

Bu ve benzeri 1970 model hisler bünyeme hakim olurken, albüm de şarkı şarkı ilerlemekteydi...

*

Kendi içinde bir 70’li yılların sonu girdabına düştüğümü Rafaella Carra’nın "A Far L’Amore Comincia Tu" adlı şarkısına Türkçe ve İtalyanca karışık vaziyette eşlik etmeye başlayınca fark ettim.

Rafaella Carra kişisel gelişimime "libido" manasında katkıda bulunmuştur. Fakat müzikal etki?.. Hiç sanmıyorum!

O zaman "Sakın sakın sakın ha!..." diye başlayıp "Affarlamore kominçiya... Afffarlamore kominçiya tu! Liğbe liğbe liğbe-lay!" şeklinde devam etmemi nasıl açıklayacağız?

Hatta itiraf ediyorum; "dans olarak da yorumlanabilecek bazı figürler sergiledim" bu arada.

*

Albüm his ve zaman ayarlarıyla oynuyor insanın. Bir ara kafamı kaldırıp "Anneeee! Reçel-ekmek!" diye bağıracağımı hissettim...

Oysa bu şarkılar o yıllarda içimi sıkardı.

İzzet Öz’ün "Teleskop"u sayesinde tanıdığım uzun saçlı ve gitarlı başka insanlar daha çok ilgimi çekiyordu.

Bu albümdeki şarkılar maç aralarında ekrana gelen Alman pop müzik programlarıydı, encılbert hampırdink’ti, hoze felisyano’ydu, mirey matyö’ydü, yani sıkıcı, sıkıcı, sıkıcıydı!

Peki ben nasıl oluyor da "sütü-seven, kaamyoooğn şofööööörüü" diyerek ve sağa sola sallanarak eşlik ediyorum "Böğk!"ten başka tepki vermediğim bir şarkıya?

Ürkünç!

*

Kendimi iyice kaptırmamak için kapağı incelemeye başladım. Şarkıların Türkçe adları ve çıkış yılları yazıyor. Keşke Türkçe seslendirenlerin isimleri de konsaymış. Bazılarını hatırlayamadım.

Sonra "Ajda tabii ki Mina’dan da iyi Enrico’dan da Amii Stewart’tan da..." dalgası vurdu.

Sonra "Tanju Okan söylesin, herkes sussun!" dalgası vurdu.

Sonra "Bizim sözler de daha güzel, sesler de..." dalgası vurdu...

Sonra ben böyle hisli hisli giderken tsunami şeklinde "Taka Takata" şarkısı vurdu. Sinirimi bozan şarkılar sırasında kendimi bildim bileli yeri vardır.

Duyduğum anda sinirim hoplar.

"Höyt!" diye ayaklandım ve pikaba Jimi Hendrix’i yerleştirdim.

Kaos geldi, düzen kuruldu! Oh be!

*

Şu sıralar en çok satan albümler arasında hızla ilerleyen "Altın Şarkılarımız" bana birkaç şey öğretti:

1- Kötü bir şarkı yeterince eskirse iyi, kabul edilir hale dönüşebilir.

2- Bu "Taka Takata" için geçerli değildir ve olmayacaktır!

3- "Hey Gidi Günler"in orijinal adının "Babamın Kemanı" olduğunu bilmesem daha iyiydi sanki.

4- Ayten Alpman’dan "Memleketim" diye biliriz ki; Mireille Mathieau "L’Aveugle" diye söyler aslında. Fransızca dinlerken mirey matyö’nün hep aynı duran saçlarını bozmak istiyorum, Türkçe dinlerken Ayten Alpman’ı seviyorum.

5- Küçükken dinlediğimiz şarkılar, büyüyünce bilinçaltımızı tırmalar.

6- Bizden sonraki kuşakların bilinçaltına çöreklenmiş şarkıları düşündükçe ister istemez gülüyorum.

Düşünsene birden bire, durup dururken kafanın içinde "Arabada Beş Bilmemnede Bilmemne veya Şakşuka patlıyor! Vay, vay, vay!..

7- Nostalji insanın içine sinsice sızabilen bir his. Kıl olurum!

8- Jimi Hendrix, her ortamı düzeltir!

9- Led Zeppelin de öyle!
Yazarın Tüm Yazıları