Zülfü Livaneli yeni albümü ile ‘‘Türkiye'nin ses hafızasına’’ girdi

Güncelleme Tarihi:

Zülfü Livaneli yeni albümü ile ‘‘Türkiyenin ses hafızasına’’ girdi
Oluşturulma Tarihi: Nisan 26, 1998 00:00

Haberin Devamı

Zülfü Livaneli'nin yeni albümü ‘‘Nefesim Nefesine’’

dün piyasaya çıkmasına rağmen, klibini seyredenlerin ağzından ‘‘Bir daha vursa idi nefesim nefesine’’ nağmeleri düşmüyor. Aynı zamanda köşe yazarı olan Zülfü Livaneli'yi yoğun iş temposu arasında evinde yakaladık ve bestecilikten büyükelçiliğe uzanan hayatında ona merak ettiğimiz herşeyi sorduk.

Şarkılarım hiç nostaljik olmadı

Zülfü Livaneli'nin yeni albümü ‘‘Nefesim Nefesine’’dün piyasaya çıkmasına rağmen, klibini seyredenlerin ağzından‘‘Bir daha vursa idi nefesim nefesine’’nağmeleri düşmüyor. Aynı zamanda köşe yazarı olan Zülfü Livaneli'yi yoğun iş temposu arasında evinde yakaladık ve besteciliğinden büyükelçiliğine ona merak ettiğimiz herşeyi sorduk.

Yeni albümünüz ‘‘Nefesim Nefesine’ dün çıktı piyasaya. Neden bu ismi seçtiniz?

- Bazı romancılar çok çarpıcı bir cümleden yola çıkarak yazmaya başlarlar. Bazı romancılar Marquez gibi, bir imgeyle mesela deniz kenarında yürüyen siyahlı bir kadın imgesiyle romana başlarlar. Ben de albüme iki dizeyle başladım.‘‘Bir daha vursa idi nefesim nefesine.’’ Bu sözü bir dostumdan duydum. Bir Giresun türküsünün parçasıymış. Bu sözün gücü karşısında çarpıldım! Çünkü bu kadar güçlü bir aşk ifadesi çok zor bulunur. Ama türkünün diğer sözlerini ele aldığımda baktım ki, birçok Anadolu türküsünde olduğu gibi bu çarpıcı söz de anlamsız kafiyelerin arasında yitip gitmiş. Ben sadece bu iki dizeyi alıp, üzerine iki dize daha ekledim ve parça ortaya çıktı.

Bazı Anadolu türkülerinde hiç tahmin edemeyeceğimiz bir erotizm var.

- Çünkü baskı altında yaşayan Anadolu insanı, duyduğu korkunç sevdayı sadece sözlerle, sevda türküleriyle ifade etmiş. Karacaoğlan'ın bazı sözleri vardır, radyolarda falan hep değiştirerek söylerler. Kitaplara basmazlar. Herkesin bu kadar açılıp saçıldığı bu dönemde bile, tekrarlanamıyor Karacaoğlan'ın sözleri. ‘‘Bir daha vursa idi nefesim nefesine’’ de böyle bir söz. Mesela parçanın başka bir yerinde ‘‘ayak üstü duramam seni gördüğüm zaman’’deniyor...

Şarkı sözleri ve beste aynı anda mı oluşuyor?

- Ben plaklara beste yaparak başlıyorum. Başından beri bestelerimle var oldum. Yüzlerce şarkı besteledim ve bunlardan bazıları artık belleklere kazınmış durumda, kuşaktan kuşağa aktarılıyor...

Dinleyici tarzından belli

Sizin şarkılarınız hep kitleler tarafından söylendi. Bunu nasıl yapıyorsunuz? Bir formülü var mı?

- Formülü yok ama tek ölçüsü var. Besteyi yaparken o duyarlılık noktasına gelmeniz ve bu duyarlılığı aktarabilmeniz. Çünkü bestelere baktığınızda hepsi değişik makamlarda, değişik tarzlarda. ‘‘Belalım, Memikoğlan, Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor, Karlı Kayın, Gün Olur’’. Neden bunlar böyle oldu, bilemiyorum. Bestelerim yurtdışında yabancı solistler tarafından söyleniyor. Yunanistan, İspanya, Almanya, Hollanda'da yapıldı ve bu ülkelerde tutan bestelerim Türkiye'de tutan bestelerle aynı! Ben de şaşırıyorum çünkü her ülkenin müzik tadı farklıdır...Demek ki bir duyarlılık noktası yakalanmış. Bunun analizini ben yapamam. Bu müzikologların işi.

Nefesim Nefesine tutucak mı sizce?

- Kayıt aşamasında stüdyoya girdiğiniz zaman, bestenin kalıcı olup olmayacağını gerçekten hissedebiliyorsunuz. Nefesim Nefesine’yi kaydederken içimde bestenin kalıcı olacağına dair bir his oluştu. Mesela Doğan Hızlan parçayı dinlediği zaman‘‘Bu parça Türkiye'nin ses hafızasında kalacak’’dedi.

Albümde ikinci bir isim daha var. Şükriye Tutkun...

- Bu plakta çok ilginç kimsenin duymadığı türkülere yer verdim. Bunlardan biri bir Yemen Türküsü ama Balkanlarda yapılmış. Bizim bildiğimiz Yemen türkülerinden farklı. O parçada bir kadınla bir erkeğin birbirine söylediği sözler vardı. Yani parçayı iki kişinin seslendirmesi gerekti. Balkan türkülerini en iyi yorumlayan kişi olduğu için Şükriye Tutkun'la çalıştım.

Zülfü Livaneli'yi kim dinliyor? Bir profil çizebilir misiniz?

- Bunu bilmeyi çok isterdim. Ama gözlemlediğim kadarıyla değişik gelir gruplarından, değişik yaş gruplarından insanlar geliyor konserlere. Beni dinleyenleri birleştiren ortak nokta şu: Hepsi aydınlık insanlar, içleri temiz, duyarlı insanlar. Bu insanlar doğayı sever, hayvanları incitmez, canlılara kıymaz, ortalığı kirletmez. Döner bıçaklarıyla maçlara gidenler kesinlikle Zülfü dinlemez. Birtakım nihilist, lumpen gruplar, kabadayılar, maço gruplar da Livaneli dinleyicisi değildir. Livaneli dinleyicisini yürüyüşünden, giyinişinden, tarzından tanıyorsunuz. Bana öyle geliyor ki, bu insanlar Türkiye'nin en aydınlık insanları.

Bir ara Andy ve Paul'le birlikte çalıştınız. Albümünüzde new age tarzı parçalar vardı...

- Ben new age tarzda da müzik yaptım, klasik müzik ürünleri de yaptım. Mesela Janus adlı albümüm tamamen senfonik. Değişik tarzlar deniyorum ama beni Türkiye'de var eden kendi bestelerim.

Nasıl başardınız, mahalli bir enstrüman olan sazla evrensel olmayı?

- Saz bir simgeydi. Ben bestelerimle tanındım. Yabancı solistlerin bestelerimi alıp kendi dillerinde söylemeleriyle yaygınlaştı parçalarım. Maria Faranduri, bestelerimi Yunanca söylediği zaman, o plak yılın plağı seçildi. Barselona'da Maria Del Mar Bonet'in seslendirdiği bestelerim her yerde söyleniyor. Aynı şey Hollanda'da oldu. Bestecilik yorumculuktan çok daha önemli bir şey. Ben sazla falan değil, bestelerle dünyaya ulaştım.

Siz aynı zamanda köşe yazarısınız. Hangisi daha zor bestecilik mi köşe yazarlığı mı?

- Köşe yazarlığı nihayet günlük bir iş. Yazdığınız yazı ertesi gün neredeyse yok oluyor. Ama bazı bestelerim otuz yıl dayanıyor. Bir halkın türkü dağarcığına yeni melodiler eklemek çok büyük bir iş.

Siz de farkettiniz mi? Giderek insanlar eskiyi sahiplenmeye, eskiyi anmaya başladı. Nostalji rüzgarı herkesi etkisi altına aldı. Bir trend oluştu adeta. Eski albümler best of olarak yeniden piyasaya çıkıyor...

- Şu sıralar herkes nostaljiden konuşuyor. Ben kendimi bunun içinde hissetmiyorum. Benim şarkılarım hiçbir zaman nostaljik olmadı. Benim plaklarım piyasadan hiç yok olmadı ki, eski şarkılarım yeni şarkılar gibi söyleniyor. Bu yüzden eski parçalarımı derleyip toplamadım, yepyeni albüm yaptım.

Siz kimleri dinlersiniz?

- Dünya popundan bazı örnekler dinliyorum. Mesela en son Aylin getirdi. Aretha Franklin'in son çalışması. Çok güzel. Queen, Fredy Mercury dinliyorum. Klasik batı müziği dinliyorum. Türkiye'den Halk Müziği çok dinliyorum.

Arabeske katlanamam

Cazz sever misiniz?

- Caza çok yakın değilim. Ama mesela Keith Jarret, Jan Garbarek dinliyorum. Blues'a yaklaşan cazı seviyorum, Oscar Peterson dinliyorum. Onun dışında Akdeniz müziğini izliyorum. Çünkü genellikle hep birbirimizi izliyoruz.

Arabeskle aranız nasıl?

- Hayatımda hiçbir zaman arabesk dinlemeye katlanamadım. Birşey demiyorum, iyi demiyorum, kötü demiyorum, elbette müzikte özgürlük vardır, herkes istediğini yapar ve dinler. Belki çok zorda kalırsam arabesk müzik dinleyebilirim de o fantazi müzik denen tarzı ve alaturkanın yeni halini mümkün değil, dinlemem.

Yönetmenlik yaptınız, politikaya soyundunuz, roman yazdınız, bestecisiniz, aynı zamanda köşe yazarlığı yapıyorsunuz. Siz kendinizi en çok hangi alanda verimli buluyorsunuz?

- Müzik ve yazarlık benim temel uğraşlarım. Kendimi en iyi ifade edebildiğim alanlar.

Uyku problemim var

Zülfü Livaneli için günde kaç saat uyku yeterlidir?

- Benim uyku zorluğum var. Bunu kimse bilmez. Çok zor uyuyabilen bir insanım. Uyku ilacı aldığım zaman uyuyorum ama onu da sürekli kullanmıyorum. Hiç düzenli bir uyku hayatım olmadı. Ama öğleden sonra her istediğim anda uyuyabilirim. Uçakta, yolculukta, trende her yerde gündüz uyuyabilirim ama gece uyuyamıyorum.

Mitterrand'la aranız çok iyiydi, Gorbaçov'la çok yakın olduğunuzu biliyoruz. Nasıl oluştu bu dostluklar?

- Ben sadece müziğimle değil, UNESCO'daki kültür alanındaki çalışmalarımla kurdum bu dostlukları. Kapı bir yerden açıldığı zaman eğer oraya uygun bir insansanız, uluslararası aile sizi derhal bir sirkülasyona alıyor. İki dili iyi bilmem de buna çok yardımcı oldu.

Sizi UNESCO büyükelçi seçti...

- Ben 10 yılı aşkındır UNESCO ve genel direktör Frederico Mayor'la çalışıyorum. Bana hem özel danışmanlığını hem büyükelçiliği verdi. Bu çok onur verici benim için.

Türkiye'de büyükelçi olarak tanınmıyorsunuz...

- Ben UNESCO'yla ilgili görevim nedeniyle Demirel'i ziyaret etmiştim. Cumhurbaşkanı bana ‘‘çok garip bir durumla karşı karşıyayız’’ dedi. ‘‘Size yurtdışı büyükelçilik verdi, Türkiye'ye gönderdi, genelde tersi olur. Bizim de size Türkiye olarak itibar ettiğimizi göstermemiz lazım. Halk sizi çok seviyor, Devletimizin de size itibar ettiğini göstermesi gerekiyor’’. Devlet bize hiçbir zaman itibar etmedi.

Fizik okuyorum

Otuz yıl öncesinin Zülfü Livaneli'si ile bugünün Zülfü Livaneli'si arasında hiç mi fark yok?

- Olmaz olur mu? Otuz yıl önce dünyanın daha kolay değiştirilebileceğine inanıyordum. Daha insancıl, daha şiddetten arındırılacağına dair umutlar taşıyordum. Bugün bunun çok daha zor olduğuna inanıyorum, yine de umudumu yitirmedim.

Garip inanışlarınız var mıdır? Mesela metafiziğe inanır mısınız?

- Çok ilginç olaylar oluyor, açıklayamazsınız. Ben dünyada rastlantı deyip geçtiğimiz şeylerin çok büyük bir sistemin parçaları olduğunu düşünüyorum. Benim dedem sorgu hakimiydi. Dedemin babası Osmanlı subayı, '93 harbinde çarpışmış. Onun oğlu Zülfü bey hakim, onun oğlu ve torunu da hakim. Bana dedemin adını koymuşlar o hayattayken. 20 Haziran 1946'da. Benim üç yaş küçük kardeşim var. Ona da diğer dedemin adını koydular, Asım. Daha sonra öyle birşey oldu ki, benim adını taşıdığım dedem benim doğum günümde vefat etti, sonra öbür dedem de öbür kardeşimin doğum gününde öldü. Bu çok büyük bir sistemin bize rastlantı gibi gelen bir parçası...Ben çok fizik okuyorum. Ünlü fizikçilerin evrenle ilgili düşüncelerini okuduğum zaman kendimizi şöyle görüyorum. Şu bahçedeki karıncanın Wall Street'i algılaması ne kadar mümkünse bizim de evreni algılamamız o kadar güç...

BM pasaportlu Türk

Pasaportların hayatımda çok ilginç bir hikayesi var. 12 Mart döneminde ben o baskılardan yıldığım için yurtdışına çıkmak istedim ama bana pasaport vermediler. Pasaport almaya gittiğim gün de beni tutup içeri attılar. Sonra çıktım tekrar bir davadan içeri aldılar, hiç mahkum olmamama rağmen uydurma suçlamalarla baskılar devam etti ve hapisten çıkınca bu sefer başkasına ait bir pasaportla yurtdışına çıktım. Mehmet Ali Basmacı'nın pasaportuyla. Ömrümde ilk defa yurt dışına çıkmıştım. İsveç'e gittiğimde bana Birleşmiş Milletler'in en alt pasaportu olan mavi renkte bir mülteci pasaportu verdiler. O öyle bir pasaport ki, siz onunla bir yerden bir yere kımıldayamazsınız. İkinci pasaportum oydu. Üçüncü pasaportum 1974 yılında Türkiye'den aldığım resmi T.C pasaportuydu. UNESCO büyükelçisi olunca BM bana en üst düzey pasaportu verdi. Bu her kapıyı açıyor. Bu pasaportu taşıyan kişi her ülkede, her türlü kolaylıktan yararlanabiliyor, dokunulmazlığı var, bagajları açılmıyor, kriz durumlarında sınırlardan ilk bu kişiler gönderiliyor...Bürokrasi çok garip. Ben düşünüyorum, ben aynı insanım. Zülfü Livaneli olarak bende değişen hiçbir şey yokken her türlü pasaportu vermişler. Bu dünya garip bir dünya...

Livaneli’nin Nota Kitabı

Zülfü Livaneli'nin besteleri Boyut Yayınları tarafından Nota Kitabı haline getirildi. Kalıcı eserlerin doğru icra ve yorumları için nota basımlarının önemli olduğunu düşünen Nota Kitabı yayıncılığı, bir ilki başlatmanın onurunu yaşıyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!