Yüreği nasır tutmak hakkında

Güncelleme Tarihi:

Yüreği nasır tutmak hakkında
Oluşturulma Tarihi: Ocak 02, 2006 16:17

Nasır

Yüreği nasır tutmuş insanlar tanıdı ömrü boyunca.

Kısa pantolonunun iki cebi, her daim misketlerle şişkin olduğu halde, her attığında başı vururdu sıska Özgür. Sevinçle zıplardı. Şıngır şıngır şıngırdardı misketleri ceplerinde. Paylaşmazdı kimselerle. Hiçkimsenin vuramadığı başı tam da vurmuşken Özgür veya oyunun en ümitsiz anında, mesela hiç misketi kalmadığında cebinde kendisinin ve uzaktan, son iki-üç miskete atış yapmak üzereyken, bir köşede oyunu izliyormuş gibi duran ağabeyler “hurraaaaaaa” diyerek yerdeki misketlerin üzerine atılıp, hepsini “kapışşşşşşş” diyerek havaya fırlatırlardı. El çabukluğu sayesinde payına düşen üç-beş miskete dua eder, ertesi gün misket oynayabileceği için, cebindeki misketleri iki parmağının arasında gıcırdata gıcırdata evinin yolunu tutardı, sevinçle, ağır aksak, ama kemiği olmuşsa, ayakları yerden kesilir gibi olur, sanki koşardı eve dönerken.

Mahalle maçlarını bir kenarda, iç geçirerek seyreder, oynayamamış olsa da maçtan sonra canı pek bir gazoz çekerdi, ama gazoz yerine caminin musluğundan kana kana su içerdi. Bazen canı gofret çeker, parası varsa Bakkal Cabbar Amcanın yolunu tutardı. Bakkala en sevdiği arkadaşı Kenan’la gitmemişse ve dükkânda kimse yoksa, Cabbar Amca, tezgâhın arkasında ona gazoz açar; gazozunu içerken, elinde şişe olduğu halde havaya kaldırırdı onu, kaba etlerinden kavrayarak. Canı acırdı ama daha çok gazozunun dökülmesine üzülürdü. “Üzülme heç, bir dene daha açarız!” derdi Cabbar Amca, sarı sarı dişlerini göstererek sırıtırken, arkasında. Bazen Cabbar Amca, gözü kapıda, masaj da yapardı sürekli acıyan cılız sağ bacağına.

Çok sevdiği arkadaşı Oğuz’un, neden Cabbar Amca gibi kel olduğunu hep merak eder; ama bir türlü soramazdı çocuğa. Kimseler de söylemezdi. Güneşli bir kış sabahı, Oğuz’un arkasından son kez el sallarken öğrendi sıska Özgür’den Oğuz’un saçlarının neden hep dökük olduğunu. O akşam mutfakta hamur açarken, Kuran okuyan babaannesine sormuştu merakla, “Allah baba niye küçük çocukların hasta olmasına, ölmesine izin veriyor?” Cevap vermemiş, cevap yerine acı acı gülümseyerek başını iki yana sallamakla yetinmişti kadıncağız. Babaannesinin Kuran okuyan sesinde, çaresizliğin tarifsiz hüznü vardı.

Babası müteahhit olan Halit, beslenme saatinde, çantasını açıp hemen muzunu soyardı ilk, o Sana yağlı ekmeğini ısırmaya hazırlanırken. Bir öğlen, elindeki muzu uzatıp, “Soymak ister misin?” diye soracağını hayal ederek hep gözünün içine, taa içine bakardı Halit’in, karşı sıradan. Yılbaşı akşamlarında yediği muzlar neden Halit’in sınıfta yediği muzlara benzemezdi? O gözlerinin içine baktıkça, Halit kafasını iki yana sallar, ağzını daha çok şapırdatırdı.

İlkokulun son gününde, herkes pistte neşeyle dans ederken, cesaretini toplayarak, karşı sırada arkadaşlarıyla oturan Zuhal’e, elini filmlerdeki gibi uzatmış, “Benimle dans eder misin?” demişti ürkek ürkek. “Ama sen topalsın!” demişti kız. Kıkırdamıştı arkadaşları. O gün Kenan’la hayatında ilk kez sigara içmişti, okulun arka bahçesinde. Sınıfın penceresinde gördü Zuhal’i dans ederken Halit’le. Neşe içinde.

Sırf merhaba derken omzuna dokunduğu için, nasıl da hiç beklemediği bir anda yemişti, aşağı mahalleden tanıdığı çocuktan, yüzünün ortasına koca yumruğu. Lisedeydi. O gün burnunun kırıldığını üniversiteye yeni başladığında öğrenmişti.

Sağ-sol olaylarının en azılı zamanında, soğuk ve karlı bir havada, Ankara’da, cılız bedenini acıtan kurşunlardan kaçmak için, bir apartman bahçesinde, bir çalının dibine sığınmıştı biricik arkadaşı Kenan. Sabaha karşı, kırmızı karların içinde buldular onu, donmuştu. Solcuydu. Yaşı on dokuzdu.

Yüreği nasır tutmuş insanlardan çekinirdi, ama hep onlara rastladı ömrü boyunca. Yüreğinin sağ ayağının topuğu gibi nasır bağlamasından korkardı hep, bu yüzden de gidemedi Oğuz’un ve Kenan’ın cenazelerine.

Caner Can (Ankara, Aralık 2005)

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!