Güncelleme Tarihi:
BAZEN farklı biçimlerde tanımlasa da özünde hep Marksist olduğunu söyledi, hep de Marksistlerin büyük eleştirilerine maruz kaldı. Son dönem çalışmalarında en büyük ilhamı Hegel’den aldı, üzerine bin sayfalık son kitabını yazdı. Ancak Ortodoks Hegelciler onu içlerine almayı hep reddetti. Kendi camiasında hedef olduğu eleştirilerin de, dünyada popüler bir felsefe ikonuna dönüşmesinin de nedeni, kitle kültürüne dair gözlemlerini, gündelik dil ve sosyal teori ile birleştirmesi oldu. Devrimci terörü destekleyen Leninist söylemleri ve radikal teori soslu görüşleri nedeniyle ‘Batı’daki en tehlikeli felsefeci’ ilan edildi. ‘Felsefenin Elvis’i’ olarak tanımlanmaktan nefret etti ama bir yandan da o şekilde anons edildiği Amerikan televizyon programlarına katılmaktan vazgeçmedi. Daha önce farklı konferanslar için geldiği Türkiye’ye bu kez dünyanın kıtalararası reklamcılık festivali olarak bilinen THE CUP için geliyor. Slavoj Zizek bugün Marketing Türkiye ve MMI tarafından düzenlenen İstanbul Yaratıcılık Zirvesi’nde kendi deyimiyle ‘reklamcılara saldıracak’. O gelmeden biz Zizek’e gittik. Memleketi Slovenya’nın başkenti Ljubljana’daki Etnoğrafya Müzesi’nin kafesinde başlayan söyleşi, 12 yaşındaki oğlu Tim ile yaşadığı küçük apartman dairesinde devam etti.
LEVENT KULU OBJEKTİFİNDEN SLAVOJ ZIZEK - FOTO GALERİ
Kendisini ‘radikal solcu’ olarak tanımlayan bir felsefecinin reklamcılar tarafından finanse edilen bir organizasyona katılması tartışmalı değil mi?
- Ben hâlâ bir solcuyum. Bugüne kadar reklam sektörünü çok eleştirmiş biriyim. Bütün masrafları karşılıyorlar. Neden kabul etmeyeyim? Anlatacağım şey reklamcılığın son 10-15 yılda uğradığı değişim. Örnek verirken yine Starbucks’a saldırmış olacağım. Bir bardak kahve alıyorsunuz ve ufak bir miktar fazladan ödeme yaptığınızda onun yüzde bilmem kaçı Guatemala’daki çocuklara, bilmem kaçı şuna buna gidiyor. Pazarlama taktiğine bakar mısınız? Bir ürün alıyorsunuz ve o sırada sosyal sorumluluk meselesini de ürünle beraber üç kuruşa çözüyorsunuz. Konuşmamda bunları hedef alacağım. Reklamcılara yaptığım bu konuşma sayesinde yolculuğum ve masraflar karşılandığı için ertesi gün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde gerçek Marksist bir konuşma yapabileceğim. Benim kazancım da bu.
Osmanlı’ya olan sempatinizden başlayalım...
- Türkiye’ye bir sempatim var, bu gerçek. Tabii benim çocuk olduğum yıllarda Balkanlar’da Osmanlılarla ilgili anlatılanları düşünün. Aslında ilkokuldayken kötü adamlara sempati beslemek neredeyse otomatik bir reflekstir. Gerçekten tarih okumaya başladığım ileri yaşlarda şunu gördüm; sizi harap eden aslında biz Slavlar olmuşuz. Osmanlı’nın çöküşü 17. yüzyıldaki savaşlarla başlar ki, bu dönem Balkanlar’dan gelen yöneticilerin sistemi ele geçirmesiyle paraleldir. Mesela Sokullu Mehmet Paşa, ailesinin bütün fertlerini Balkanlar’dan getirip sisteme sokmuştur, yolsuzluklar da beraberinde gelmiştir. Şaka yapmıyorum. Osmanlı’yı bitiren, çok fazla açık ve toleranslı bir rejim olmasıdır. Ben bu toleransı takdir ettiğimi söylemeye çalışıyorum.
Ama bu yorumunuz Türkiye’de bazı entelektüeller tarafından sığ bulundu, epey paraladılar sizi.
- Evet biliyorum. Ama bu tam bir yanlış anlaşılma. Aslında biraz da yeni-Osmanlıcı söylem tarafından manipüle edilmiş olabilirim. Söylemeye çalıştığım şuydu; eğer yeni-Osmanlıcılık eski imparatorlukta olduğu gibi farklı toplulukları kucaklamaksa (Kürtleri ve Ermenileri), o zaman Osmanlı gibi olmaya çalışın. Yani, etnik kimlik üzerine kurulmamış bir modeli övmeye çalışıyordum. Şimdi korkunç birşey söyleyeceğim. Bakın Ortadoğu alt üst olmuş durumda. Böyle ortamlarda ister istemez bir devlet bölgesel güç olarak sivrilir.
Türkiye’nin bölgesel bir aktör olarak Müslüman ülkelere model olduğundan mı bahsetmeye başlayacaksınız yoksa?
- Eh illa biri model olacaksa Türkiye olsun tabii. Türkiye’de yaşananlar çok ilgimi çekiyor. Bazı paradoksal durumlar da var aslında. Yanlışsam beni düzeltin, AB üyeliğini isteyenler neo-liberal İslamcılar, şüpheyle yaklaşanlar daha ulusalcı bir çizgi izleyen Kemalistler değil mi?
2007’de Türkiye Kuzey Irak’a sınır ötesi bir müdahale için meclisten tezkere çıkarttığında Guardian için eleştirel bir yazı kaleme almıştınız.
- Aslında eleştirdiğim Batı idi. Avrupa askeri müdahaleleri kendine reva görüyor ama bu hakkını adeta monopolize ediyor. İşte tam da bu nedenle her ne kadar Kürtlere yönelik askeri operasyonlara karşıysam da Türkiye’nin pozisyonuna biraz sempatim yok değil. Çünkü Türkiye ‘Umrumda değilsiniz, siz yapıyorsunuz ben de yaparım’ diyor bir anlamda.
Bir yandan da Kürtlerin siyasi taleplerine sempatiniz yok mu?
- Tarih boyunca kimse Kürtleri istemedi. Türkiye’de, Suriye’de, İran’da, Irak’ta sorunları var. Kolonyal gerekçelerle cetvelle parçalandılar. Ben bugün Osmanlıvari bir çözümü tek çıkar yol olarak görüyorum. Biliyorsunuz umutsuzca yeni bir model arayışındayım. Acaba çok kültürlü bir yapı için Osmanlı modeli bugün işe yarar mı diye sorguluyorum işte. Tabii bu toplulukların birbirine karşı tolerans içinde yaşadığı bir model için devletin yasal çerçevesi yetmez. Bizlerin de minimum bir dizi kültür normlarını benimsemiş olmamız gerekiyor. Bu süreçte belli bir kültürün diğerleri için tolerans alanını tanımlarken biraz daha avantajlı bir konumda olması da kaçınılmaz. Avusturya İmparatorluğu’nda da Osmanlı’da da bu böyleydi. Ama bugün Kürtlere kültürel otonomi vererek Türkiye ulus devlet modelinden çıkış için dünyaya bir model yaratamaz mı?
Bu Türkiye’de bazıları için geçerli bir korku.
- Hayır, hayır. İlla birilerinden kopmak gerekirse Irak’taki Kürtler kopar, hatta size katılmak ister. Şimdi çok korkunç birşey söyleyeceğim ve yeni-Osmanlıcılar bunun için muhtemelen beni çok sevecek. Uzun vadede bütün diğer ülkelerdeki Kürtler, Türkiye’nin altında birleşse mükemmel olmaz mı? Bunun savaşsız çok da mümkün olmadığı aşikar. Ama bu ideal bir çözüm olabilirdi. Suriye, Irak ve İran Kürtleri, Türkiye Kürtlerinin liderliğinde Türkiye çatısı altında ancak özerk bir yapı içinde temsil ediliyor. Şimdi bana bunun yapılamaz olduğunu söyleyeceksiniz. Peki o zaman bu iş nereye gidecek?
LADY GAGA İLE HİÇ KARŞILAŞMADIM
Popüler kültür analizleri yaptığı Lady Gaga ile kanka oldukları söylentilerine gülüyor, “Hiç karşılaşmadım” bile diyor ve ekliyor: “Soruyorlar, tanımıyorum diyorum. İnanmıyorlar, yazmaya devam ediyorlar, arkadaşlarımı dinleyip baştan yorum yok deseydim keşke...” Yeni Türk sinemasını çok tanımamaktan yakınıyor. Türk sineması denince aklına ilk ve tek Yılmaz Güney geliyor ve bu onu çok heyecanlandırıyor. Orhan Pamuk romanlarından favorisi Kar. Romanda Kars’ın tasvirinden o kadar etkilenmiş ki, bir gün mutlaka gidip görmek istediğini söylüyor.