Yapı Kredi satışından geri dönüş yok

Güncelleme Tarihi:

Yapı Kredi satışından geri dönüş yok
Oluşturulma Tarihi: Şubat 03, 2005 00:00

KOÇ Finansal’ın Yapı ve Kredi’yi almasıyla ilgili, henüz ‘kesin’ denilecek noktada değiliz. Koç yöneticileri bankanın yapısı ve hesaplarına da hakimdiler ama ne değişti, henüz bilmiyorlar.Onun için due diligence aşamasında, sıkıntı yaratacak detay hesaplar ortaya çıkabilir.Ancak; genelde baktığımızda ise bu satıştan geri dönüşün imkansız bir noktaya geldiğini görüyoruz. Yani bu aşamadan sonra ‘bu iş olmadı’ denirse, tarafların tümü için yani Koç için, Çukurova için hatta TMSF ve BDDK için, en çok da Yapı ve Kredi Bankası için çok kötü olabilir. Bu nedenle, ne yapılıp edilip bu satışın kesinleşmesi gerekiyor. Bunun için devrede olduğunu bildiğimiz hükümet, devrede olmaya devam edecektir.Satışı kesinleştirmek herkesin işine gelir. Anlaşma kesinleşmezse, makro ekonomik dengeler açısından bile, kötü sonuçlar doğar...Yapı ve Kredi’nin satışıyla birlikte ‘Bankacılık sektöründe yabancıların payı nereye kadar gider?’ tartışması da alevlendi. Bizce önümüzdeki dönem, Yapı ve Kredi Bankası’na yeni satınalmalar eklenecek ve bu tartışma, siyasi boyut da katılıp, daha fazla konuşulur olacak.Bu tartışmanın elbette siyasi bir tarafı var. Yani siyasi bir tercih sözkonusu ama ‘Ben oranı şurada tutacağım’ demeniz mümkün değil. Bankacılık sektöründe de küreselleşmenin hızlandığı, yeni ittifakların somutlaştığı bu dönemde ‘ulusallaşma’ gibi bir söylemi olamaz.Ancak bu da, bazı eski demirperde ülkelerinde olduğu gibi, bankacılık sisteminin yüzde 80-90’ın yabancıların eline geçmesini gerektirmez. Siyasi yönü olsa da bunu ortaya koyamaz, ancak ekonomik kararlarla bankacılık sektöründeki yabancı payını ayarlayabilirsiniz.YABANCI PAYI NEREYE KADARBunun da yolu mevcut yapıyı güçlendirmekten geçiyor. Yani bankacılık sektörü üzerindeki yükleri azaltmaktan, aracılık maliyetlerini azaltmaktan, şu anda yabancılar lehine olan haksız rekabeti ortadan kaldırmaktan, korumacı değil rekabeti tam olarak sağlamaya çalışmaktan, hacimi ve mevcut bankacılık sistemini güçlendirmekten geçer.Bunun için de bir finans politikanız olması lazım, buna bağlı makro politikaların ortaya konması lazım. Yoksa, ilkel bir bakışla sadece kredi alanları korumaya kalkışırsanız, mevcut yapıyı daha da zayıflatır, kredi alanların kullanacakları kaynakları ortadan kaldırırsınız...Peki, finans politikası belirleme kaygısı duyan, bankacılık sektörünün geleceğini düşünen yaklaşım görüyor musunuz? Tabii ki hayır...Şu anda yapılan daha fazla dışarıya endekslenen ekonomi. Ekonominin dış şoklara karşı kırılganlığını azaltıyoruz derken, artan dışa bağımlılık.Bu aşamada resmi otoritenin yapması gereken ise doğru dürüst, rasyonel, ekonomik bakışı olan düzenleme ve denetleme politikaları dizayn edip, finans sektörünün güçlenmesi için çalışmak. Peki, IMF’den yediği golü çıkaracağım diye, önemli kararlarda hiçbir inisiyatifinin kalmamasını örtmek için eski yöneticileri için bol bol ‘dosya’ dağıtma yolunu seçen bir yönetim anlayışı ile böyle bir politika çizilebilir mi? Tabii ki hayır...EMEKLİ SANDIĞI AÇIKLAMASIGeçen gün, harcamaların bütçenin arkasından dolanarak artırılmaya çalışıldığını anlatmaya çalıştığımız yazımızın, emekli maaşının ödenmesi için 900 trilyonluk kredi alındığına ilişkin bölümüne, Emekli Sandığı’ndan açıklama geldi.Özetle kredi alma gereğinin emekli maaşlarının ayın başında ödenip, primlerin ayın 22’sinde hesaba girmesinden kaynaklandığı belirtiliyor ve ‘Sandığın hesabının ödemelerin yoğun olduğu tarihte eksi bakiye vermesinin konsolide bütçe için belirlenen faiz dışı fazla ile doğrudan ilişkisi bulunmamakta ve hedeften fazla harcama yapıldığı anlamına gelmemektedir’ deniliyor. Açıklamada yıllardır bunun yapıldığı da söyleniyor.Yıllardır yapılması önemli değil çünkü bu 1 katrilyonluk bir hacme ulaşmış. Sandık primlerle maaşların tümünü Hazine’ye ödüyorsa tamam ama ödemiyorsa bu Hazine’nin yükü değil mi? Bunun normali ayın 22’sinde gelen primi sonraki ay başında maaş olarak ödemek değil mi?
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!