Ustanın daha önce hiç yayınlanmamış şiirleri

Güncelleme Tarihi:

Ustanın daha önce hiç yayınlanmamış şiirleri
Oluşturulma Tarihi: Mart 12, 2011 00:00

Tam 50 yıllık bir sır. Hazine gibi saklanan bir kaset... Nâzım Hikmet’in 1961’te Paris’te 57 şiirini okuduğu kasetten bahsediyorum. Bedri Rahmi dönerken, yasaklı şair Nâzım Hikmet’in kayıtlarına el konulmaması için özel önlemler aldı. Hayatı boyunca kasede gözü gibi baktı. Ve en değerli mirası olarak oğlu Mehmet ve gelini Hughette Eyüboğlu’na bıraktı. Hughette Eyüboğlu, ‘Gün ışığına çıkmasının zamanı gelmiştir’ diyerek kasedi Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’na teslim etti. Yayınevi de Nâzım’ın yayıncısı Yapı Kredi Yayınları’yla birlikte ‘Büyük İnsanlık-Kendi Sesinden Şiirler’ CD ve kitabını yayımladı. Hughette Eyüboğlu bu sırrı ilk kez anlattı...

Haberin Devamı

Kayınpederim Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Nâzım Hikmet arasında çok derin bir sevgi vardı. Bedri Rahmi Bey’in sesinin tonu yumuşardı Nâzım’ı anlatırken. Henüz Bedri Rahmi Bey’in güncelerinin tamamını okuyabilmiş değiliz. Çünkü eski Türkçe ama şiir defterine ilk yazdığı şiirin bir Nâzım şiiri olduğunu biliyoruz. Eşim Mehmet’le (Eyüpoğlu) biz önceleri kendi şiiri zannettik. Araştırınca anladık...
Türkiye’ye 1966’da genç gelin olarak geldim. İlk ciddi konuşmada bu kasetin varlığını anlattılar. Kanadalıyım, yasaklı şair ve yazar durumunu anlayabilmem biraz zaman aldı. “Nâzım’dan evde bahsedebilirsin ama dışarıda asla” dediler. Kasedin her şeyden değerli olduğunu anlattılar. Düşünsenize evde müthiş kıymetli tablolar var ama en değerli şey bir kaset. Her şey gidebilir ama o kalmalı. Bu ses kaydı yasaklı yıllarda yakalansaydı başımıza geleceklere razıydık. Hapse atılıp sürülürdük, önemli değil. Bu bir görev, bir aktarma, mirasa sahip çıkma. Aksini yapmak söz konusu bile olamazdı.

Haberin Devamı

NEREYE SAKLADIĞIMIZI UNUTUYORDUK
Belirli aralıklarla kasedin yerini değiştiriyorduk. Onun yüzünden ne yürek çarpıntıları yaşadık, ev aranacak diye ne çok korktuk bilemezsiniz. Evimiz dört katlı, içinde oda oda kütüphaneler yüzlerce kutu var. Kasedi öyle bir saklıyorduk ki, bulana madalya verilir. Bazen nereye sakladığımızı bile unutuyorduk. En fenası 1971’di. İsrail Büyükelçisi öldürüldü... Evler aranıyor... Bedri Rahmi Bey Anadolu’da turnede... Mehmet’le beni aradı, “Eve gidin kasede sahip çıkın” dedi. Panikle 80 kez yer değiştirdik. Çok eğitimliyiz bu konuda! Neyse ki ev aranmadı da rahat bir nefes aldık.
Kasedi arada dinliyorduk. Kaset, yakalanırsa Nâzım’a ait olduğu anlaşılamasın diye Bedri Rahmi’nin sesiyle başlıyor. Kendi şiiri Mor’u okuyor. Kaset zarar görmesin diye bir tek onu dinliyorduk. Mehmet öldükten sonra kasedi benden başka bilen kimse kalmadı. Doktor olduğum için etik kurallara çok bağlıyım. Ser verdim, sır vermedim. Ama bundan üç ay önce bir sabah kalktım, “Artık vaktidir” dedim.  İş Bankası Kültür Yayınları’nda Bedri Rahmi’nin editörlüğünü yapan Ruken Hanım’ı eve davet ettim. Kaseti buldum, makaralı teypleri de çıkardım. Zaten Bedri Rahmi Bey o teyplerin nasıl çalıştığını da yazmıştı bize. Ruken kulaklarına inanamadı. Kucağına koca teybi yüklendiği gibi en güvendiği stüdyoya gitti. Deniz Doğançay CD’ye aktardı. Ses zaten tertemizdi. O biraz daha cilaladı. Bu tür kasetlerin düşmanı ışık ve sıcaklık. Kanadalı olduğum için evimin sıcak olması mümkün
değildi zaten... 

Haberin Devamı

HEPSİ KENDİ SESİNDEN

Bedri Rahmi kayda “Patırtı yapmayın” diyerek başlıyor ‘Yeşilden mordan pembeden’ şiirini okuyor, sonra Nâzım’a bırakıyor teybi. Nâzım 56 şiirini soluksuz okuyor, 57’ncide kısa bir ara vermek istiyor ve ‘Bir Garip Yolculuk’u (Saman Sarısı) okuyor.  Büyük İnsanlık-Kendi Sesinden Şiirler’in editörleri Ruken Kızıler ve M. Melih Güneş. Kaydın bir CD’sinin de bulunduğu kitabın fiyatı 14 lira. “Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden” dizesiyle başlayanı hiçbir kaynakta yer almazken; “bir ucu bir kuyuda kaybolan rüzgârlı bir şosede” dizesiyle başlayan yalnızca Rusça yayımlanan Seçme Eserleri’nde bulunuyor.

 

Arşivle kimse ilgilenmiyor

Haberin Devamı

Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Sabahattin Eyüboğlu mirasının edebiyat bölümünün başındayım. Bazı arkadaşlarım “Sen Türkiye’nin belleğisin” diyor. 2010’da beni ‘yaşayan en önemli yazma ustası’ ilan ettiler. Utanıyorum ve üzülüyorum ama demek ki başkası yok. Beni asıl üzen bu arşivle kimsenin ilgilenmemesi. Kapımı çalan üniversite öğrencisi bile yok. Tez yazanlar mevcut kaynaklarla yetiniyor. Oysa kapım herkese açık. Biz Karadenizliyiz, kervanlar gelsin geçsin istiyoruz.

 

MEKTUP ARKADAŞI OLARAK TANIŞTIK

14 yaşındayken yaz tatili sırasında bir gazeteye mektup arkadaşı ilanı verdim. Tam 35 ülkeden yedi yüz mektup geldi. Türkiye’dense sadece Mehmet’in mektubu... Çok agresif bir dille yazılmıştı: “Nasıl bir ülkesiniz kendi lisanınız bile yok. Hem siz Kızılderililere ne yaptınız?” gibi suçlamalar... Hoşuma gitti bu tavrı. Hemen cevap yazdım. Onun kadar sert olamadım. Çünkü Türkiye hakkında bir tek Türk halısını biliyordum. Mektuplaşmaya 1955’te başladık. Fotoğraflar gitti geldi. Bir süre sonra sonra mektupla bir söz yüzüğü geldi. Kız kardeşim yüzüğü babama ispiyonladı. Babam, Mehmet’i çok sevmesine ve bütün mektuplarını okumasına rağmen “Evlenemezsiniz” dedi. Ama mektuplaşmaya devam ettik. Babam 1961’de kanserden öldükten bir ay sonra Mehmet’le evlendim. Cebinde 25 Cent’le Kanada’ya gelmişti. Onunla parası için evlenmediğimi bilin diye söylüyorum. Annesi Eren Hanım ilk başlarda karşı çıktı. Bir süre Amerika’da yaşadık. Oğlumuz doğdu ve üniversite bitince Türkiye’ye taşındık. Mehmet daha ilk gün yurtdışında yaşayamayacağını sahip çıkması gereken çok değerli bir miras olduğunu söylemişti. Türk vatandaşı olduğum 1991’e kadar doktorluk yaptım, Cerrahpaşa’dan emekli oldum.   Böyle bir hayat yaşadığımı ailem bilse üzülürdü. Doktor kızları çok farklı bir Türkiye’de yaşıyor zannediyorlardı. Haseki Hastanesi’nde çalışırken bir laborant “Komünist ne demek” diye sordu. “Bir anketle bu soruyu diğer doktor arkadaşlarımıza soralım” dedim. Ertesi gün hastane kafama indi. Evde Bedri Bey “Şapşal gelin, Türkiye’de böyle sorular uluorta sorulamaz” diye azarladı. Bedri Bey’den de, ‘üniversitem’ dediği Sabahattin Eyüboğlu’ndan da çok şey öğrendim.

Haberin Devamı


BÜTÜN YOLCULUK BOYUNCA HASRET AYRILMADI BENDEN

bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden
gölgem gibi demiyorum
çünkü hasret yanımdaydı zifiri karanlıkta da
Ellerim ayaklarım gibi de değil
uykudayken yitirirsin elini ayağını
ben hasreti uykuda da yitirmiyordum
Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden
açlıktı, susuzluktu demiyorum
sıcakta soğuğu, soğukta sıcağı aramak gibi de değil
giderilmesi imkânsız bir şey
ne sevinç ne keder
şehirlerle bulutlarla türkülerle de ilgisiz
içimdeydi dışımdaydı
Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden
zaten elimde ne kaldı bu yolculuktan


BİR UCU BİR KUYUDA KAYBOLAN RÜZGÂRLI BİR ŞOSEDE

bir ucu bir kuyuda kaybolan rüzgârlı bir şosede
bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak
yüzü saçlarıyla örtülü kavuşma saatımızın
bir de ağır yürüyor ki deli olmak işten değil
bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak
ben de telefon direğine bağlıyım kollarımdan
yüreğim de yorgun mu yorgun duracak nerdeyse
bir de alnıma bir su damlıyor aynı yere artsız arasız
bana doğru yaklaşıyor kavuşma saatımız yalnayak
ben de seni düşünüyorum da seni düşünüyorum
ben de seni düşündükçe o da ağırlaştırıyor
yürüyüşünü
bu böyle giderse yıkılabilirim direğin dibine
o yanıma varmadan

hasretten gayrı

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!