Sözcüklü denklemin ustası

Güncelleme Tarihi:

Sözcüklü denklemin ustası
Oluşturulma Tarihi: Ekim 31, 1997 00:00

Haberin Devamı

Hürriyet’in 3. sayfasından yükselen farklı ses BEKİR ÇOŞKUN

Üstü Şişhane altı Keşhane modeli yarattık

Yazılar bazen beklenen etkiyi göstermez. Denizde rüzgar

bekleyen yelken gibi. Rüzgarın nereden nasıl eseceği bilinmez. O rüzgar tamamen kesilmişse emeklilik yaşı gelmiş demektir.

Politikanın, entrikanın, bürokrasinin merkezi Ankara'dan hergün farklı bir ses yükselir Hürriyet'in üçüncü sayfasından. Sözcükler birer rakam gibi dizilir. Yazı boyunca matematiksel bir işlem yapılır. Siyasetin en boğucu ortamlarını bile satır aralarında öylesine keyifle sunar ki, okuyucu nerede güleceğine nerede ağlayacağına karar veremez. Ve yazının finaline gelinir, en karmaşık konular bile öylesine anlaşılır hale gelmiştir ki, sözcüklerle yapılan sağlama, işlemin doğruluğunu da göstermiştir.

Ankara'da evinin önünde balık tutmak için tekne bulunduran, saç kurutma makinesinin bir parçasından arabası için gerekli parçayı üreten, en ünlü sanatçılara sahnede enstrümanıyla eşlik eden, haftasonları kamptaki ateş için kuru dal parçaları arayan adam.

Aşırı duygusal, filmlerde izlediğimiz maceracı, sazlıklar arasındaki bataklığa saplanan cipini kurtarmaya çalışan, karısına sırılsıklam aşık, espirili, muzip ve sinirlendiğinde engel olunması zor biri. Siyah ya da beyaz, grisi olmayan yazar, çizer, gezer, tozar...

Andre Coşkun

Bekir Coşkun nasıl biri?

Bekir zor bir insan

- Çok özel biri. Mükemmel bir kişiliğe sahip. Böyle bir zamanda eşini bulmaya olanak yok. Asla yalan söylemez. Zaman zaman çok sinirli oluyor. İkiyüzlü biri olmadığı için bunu saklamaz. Ben değil kim olursa olsun, sinirliyse bunu herkesin yanında açıkça belli eder. Burçlarımız da aynı. Akrebiz. Ancak ben burcumun çok ılımlı yönlerini, Bekir ise tam karşı yönleri almış. Son derece zor bir insan. Onu keşfetmek için çok iyi tanımak lazım. Neye sinirleneceği önceden hiç belli olmaz.

O zaman kalbinizi de kırıyordur.

- Evet, oldu tabii. Ama sonra onarıyor. Ama birgün bir bardağı yere atarak kırdım. Sonra tek tek parçalarını birleştirirek yapıştırdım. Karşısına geçerek bak dedim, eski haline döndü mü? Evet dedi. Yahu bak dedim, izler tek tek ortada.

İlişkinizde taviz veren taraf siz mi oluyorsunuz?

- Hayır... Karşılıklı... Aslında genellikle ben veriyorum. Çünkü onun çok yorulduğunu görüyorum. Deşarj olma ihtiyaçlarını düşünerek, onun istediği tarzda yaşamaya dikkat ediyorum. O konuda çok fedakarım. Ben birşey istesem bile seçimi ona bırakıyorum.

Bekir Coşkun usulü kur!

Türk Haberler Ajansı'na kadro kurmaya çalışmaktadır. Yolda yürürken eski bir arkadaşını görür. Yanında da Portekiz Büyükelçiliği Basın Bürosu'nda çalışan Andre vardır. Ve Coşkun, bir operasyonla gerekli bağlantıları kurar. Arkadaşı Andre'ye, Coşkun'un yayın yönetmeni olduğu ajans adına iş teklifi yapar. Andre, Coşkun'un yanına gider. Maaş konusunda anlaşılır ve Andre bürodaki görevine başlar. Ancak üç ay sonra ‘‘korkunç’’ plan ortaya çıkar ve Andre, 6 milyonluk maaşının Coşkun tarafından ödendiğini öğrenir. Coşkun, o dönem 4,5 milyon lira maaş almaktadır. Ancak operasyon başarıyla sonuçlanmış ve 13 yıldır büyük bir aşkla süren evlilik gerçekleşmiştir.

Misak-ı Milli sınırları içerisindeki insanları dikkate alırsak, kendinizi zeki biri olarak kabul ediyor musunuz?

- Çok zeki biri olmadığımı bilirim. Ayrıca kendime karşı güvensizlik de var. Çevremdekiler yaptığım işin iyi olduğunu söylediği zaman, acaba inanayım mı, inanmayayım mı diye bir tereddüt geçiririm.

Kararsızlık veya tutarsızlık olduğunu mu hissediyorsunuz?

- Hayır. Bir güvensizlik var. Mesela yazılarımı çoğu zaman sevmem ve beğenmem. Gazetelerdeki diğer yazarları okuduğumda hayıflanırım. Niçin o benim aklıma gelmedi, niye yazmadım diye. O sırada meslektaşlarım beni arar ‘‘yazın güzel’’ derler. Herhalde iltifattır diye düşünürüm.

Aşırı derecede tevazu göstermiyor musunuz?

- Kendime zeka olarak neredeyim diye sormadım. Ama iyi niyetli ve çok yetenekli biri olduğumu bilirim. O konuda kendime güvenim tamdır. Örnek istersen şimdiye kadar başaramadığım, altında kaldığım bir hobim olmadı. Müziğe merak saldım, en zor enstrümanları çaldım, en iyi müzisyenlere eşlik ettim. Gazetecilikte iyi bir yere geldim. Daha fazla örnek ister misin? Gerekirse karımın saç kurutma makinasından arabam için gerekli bir parçayı imal edebilirim. Evin altında küçük bir atölyem var. Salondan bir koltuk veya sandalye alarak sessizce aşağıya indiğim zaman karım onlardan başka şeyler yapacağımı anlar.

Yetenek de zeka da doğuştan var olan, sonradan edinilmesi mümkün olmayan şeyler değil mi?

- Ben çok yetenekli biriyim. Eğer çok zeki bir insan olsaydım herhalde daha iyi yerlerde olabilirdim. Ya da daha iyi şeyler yaratabilirdim.

Mesela?

- Ertuğrul Özkök'ün yerinde olabilirdim. Londra'daki kitapçılarda kitaplarım satılabilirdi. Yeteneklerimi zekamla destekleyerek üretime çeviremediğimi düşünüyorum. Tanrı birine yetenek, zeka ve iyiniyet verir ama bir de tembellik verir. Onu cezalandırır. Oysa ben, tembel de değilim. Zeka çok farklı birşey. Ben Özer Çiller'i çok zeki bulurum. Süleyman Demirel'de ise zekadan çok yetenek var. Siyaset yapma yeteneği.

Tanrı kimine yetenek kimine zeka mı verdi?

- Bu konuda yukarıdakinin, yeterince matematik yeteneğinin olmadığını görüyoruz. Eğer olsaydı, zekanın ve yeteneğin bir bölümünü iyi niyetli insanlara verirdi. Şu anda zeka kötü niyetli insanların elinde enteresan bir şekilde kullanılıyor.

Zeki, yetenekli ve iyi niyetli insan olamaz mı?

- Bilinen biri olarak örnek, Sakıp Sabancı olabilir. Zeka, iyi niyet ve yetenek onda var. Üstüne üstlük gayret de var. Bugüne kadar kendisiyle tanışmadım, el de sıkışmadım.

Kendisinden böyle övgüyle söz ettikten sonra herhalde bir daha hiç tanışamayacaksınız!

- Ben iki kesimle dostluk kurmayı sevmem. Biri zenginler; tabii şuna inanırım, onların olması gerekir. İkincisi de iktidar sahipleri. Daha doğrusu onlarla birlikte olmaktan uzak dururum. Şu anda bakan olan arkadaşlarımla diyaloğumu da dondurdum.

Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz?

- Birlikte gidilen bir yemekte ya da seyahatte veya verilecek bir kararda onların daha etkili olduğunu, onların sözünün geçtiğini bilirim. Oysa ben yanımdaki arkadaşımla eşit koşullarda olmayı tercih ediyorum. Bu hakkımı onların yanında kaybederim. Ayrıca bu bana bir avantaj da sağlıyor. İktidar sahibi olan sermayeyi ve siyasileri, rahatlıkla eleştirme hakkını elimde tutuyorum.

Parasal ve siyasal güç kadar bilgi zengini biri de insanı ezmez mi?

- Çok kültürlü insanların yanında zaman zaman ezildiğimi hissederim. Bu hoş birşey değil kimse de bundan hoşlanmaz zaten...

Duygularım beni sürüklüyor

Bu sizin açınızdan bir açmaz değil mi?

- Gazete camiasındaki yazarların para zenginlerinden kaçması mümkündür ama bilgi zenginlerinden kaçması zordur. Bilgi açısından ‘‘istemez ama yan cebime koy’’ olabiliyoruz. Bu bir halk filozofu da olabilir, bir Çetin Altan da.

Kafanızda hiç soru var mı? Yoksa kafanızda ekstra cevaplar var da onlara soru mu arıyorsunuz?

- Evet belki de cevapları var da onlara soru monte ediyorum. Belki de benim yazı şeklim öyle. Onu tam çözemiyorum. Ayrıca zaman zaman kurtulmak istediğim bir yanım da var. Aşırı duygusallığım.

Duygusallığın nasıl bir dezavantajı olur?

- Duygulu yazılar yerine akıl yazıları yazmak isterdim. Duygular beni sürükleyerek götürüyorlar. Zaman zaman akıldan uzaklaştığımı hissediyorum. İkincisi aşırı duygusallığım yüzünden yazmak istediğim bazı şeyleri de yazamıyorum.

Tarihteki bütün sistemlerde, hep duygusuzluk mu hakim oldu?

- Padişahlıkta var mıydı onu bilmiyorum. Duygusal bir padişah olsaydı herhalde orayı ben yönetiyor olacaktım. Şimdiye gelelim. Mesela çevreyle ilgili bir yazı yazıyorum. Başbakan çok etkileniyor. Onu bürokratına veriyor. Ama emir verirken o duygusallığı veremiyor. Ben sulak alanların kurutulmaması ile ilgili yazıyı yazarken içinde kuşların iskeletlerinden bahsetmişim. Toz içinde oynayan çocuklardan anlatmışım. Bu emrin gidişatı sırasında tüm duygular yok edilmiş olarak uygulayıcının eline şöyle bir şey geçiyor. Konu: Sulak alanların kurutulmaması hakkında. Ben şimdi çok duygusal bir DSİ müdürünü nereden bulabilirim ki yazımı o okusun. Gerçi o bürokratlar gazete de okumazlar.

Resmi Gazete de mi okumazlar?

- Ha, ona bakarlar ama kendi tayinleri var mı yok mu?

Refahı da benimsemiyorsunuz, kapitalizmi de. Peki ne olmalı da işler yoluna girsin ve siz daha az eleştiri yapın?

- Ben ve bazı meslektaşlarım biraz kapitalizmden alarak, biraz sosyalizmden karıştırarak kendimize göre değişik bir model çıkarttık. Kimse bunun farkında değil. Bu öyle bir model ki, üstü şişhane altı keşhane. Yeri geldiği zaman biz, bankalar niye özelleştirilmiyor diye yazılar yazıyoruz. Başka zaman da, devlet niçin fiyatlara müdahale etmiyor diye yazılar yazıyoruz. Allahtan batılı ekonomistler bizim yazdıklarımızı okumuyorlar. Bir okusalar, yeryüzü karmakarışık olacak. Sağcılar solcu, solcular sağcı oldu.

Size de birşey oldu mu?

- Keşke benim de biraz kapitalizmde payım olsaydı. Kapitalizm de beni biraz sevseydi... Daha mutlu olabilirdim belki. Ben tipik bir Atatürkçüyüm. O da Atatürk'ü çok iyi anladığımdan değil. Onun ne demek istediğini de çok iyi anladığımızı zannetmiyorum. Ama onun çizmelerini, kırbacını çok seviyorum. Bakıyorum ki hepsi yakışmış. Giydiği şapka, tavırları, aşkları, devleti yönetim şekli, özellikle bakanları ve bürokratları arada bir azarlaması. Onlara bayılıyorum. Ben Atatürkçüyüm.

Daha ziyade Atatük'ün yaşam biçimini seviyorsunuz.

- Yalnızca yaşam biçimi değil. Pratiğe geçirmesi de. Geceleri kurulan rakı sofrası aslında bir tür devlet yönetimi. Parlamento yerine rakı sofrası var burada. Bu bir gerçek, bunu kabul etmek zorundayız. Eğer sayın milletvekillerinin oylarına başvuralım deseydi, ne Latin alfabesi, ne hilafetin kaldırılması, ne de medeni kanunun kabul edilmesi... Bunların hiçbiri gerçekleşemezdi.

Coşkun'a göre Ankara ve İstanbul

‘‘İstanbul'u artık hiç sevmiyorum’’ şarkısının sözlerinin bana ait olmasını isterdim. Urfa'da liseyi bitirdikten sonra üniversite için İstanbul'a gittim. Ne İstanbul beni sevdi ne de ben onu sevdim. Günlerce dolaştığım kaldırımlarındaki gözyaşlarım hala kurumamıştır. Daha sonra Hukuk Fakültesi'ni kazanarak Ankara'ya geldim.

Ankara'da benim gibi içine kapanık bir kent. Birbirimize kısa sürede ısındık. Başarılı bir öğrencilik hayatı, müzisyenlik , gazetecilik derken birbirimize ait olduk. En önemlisi hâlâ aşık olduğum karımla beni Ankara tanıştırdı. Ben bu kenti seviyorum. Ben bir Ankaralı'yım.

Bekir Coşkun birgün...

Bekir Bey, evde otururken gözleri yerdeki parkelere ilişir. Eşini iyi tanıyan Andre, ‘‘Parkelere ne diye bakıyorsun? Yoksa onlara birşey mi yapacaksın?’’ der. Coşkun, oralı değilmiş gibi ‘‘Yok birşey’’ diye cevap verir. Ancak Andre'nin odasına çıkmasını fırsat bilen Coşkun, eline geçirdiği bir tornavidayla yerdeki iki parkeyi söker ve hızla evin altındaki atölyesine gider. Sabaha kadar uğraşır ve ata yadigarı tabancasına mükemmel bir kabza yapar. Andre, salona girdiğinde olayı farkedemez, çünkü yerdeki halı usturuplu bir şekilde eksik parkeleri kamufle etmiştir bile.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!