Emekliliği geldiğinde, tiyatro yöneticilerini karşısına alıp ‘‘Tamam ama siz kapıdan gönderirsiniz, ben bacadan girerim. Çünkü ben tiyatromdan ay-rıııl-maaam’’ diyen Suna Pekuysal, dediğini yaptı. Şimdi Hasır Şapka adlı oyundaki rolünün yanısıra bir de atv'de Yeter Anne adlı dizide milleti gülmekten kırıp geçiriyor. Ama Yeter Anne'de ‘‘oynadığı’’ söylenemez, çünkü o kendisi! Yine de dizideki oğlu Özkan Uğur'a yaptıklarını, gerçek hayattaki oğlu Ali Said Köknar'a yapmıyor. Belki röportaj randevusu isteyen gazetecilere, aptalca konuşanlara, yolda kafasını bozanlara ya da Türkiye'deki gidişata... Kireçlenmenin mahvettiği bedenine rağmen sahnede koşturmayı bırakmayan Pekuysal, ağrılarını da eğitmiş; oynarken ortaya çıkmalarına izin vermiyor! Onlarla oyundan sonra tek başına boğuşuyor. 13 yaşından beri 500'den fazla oyunda, 100 civarında filmde, birçok televizyon dizisinde rol alan Pekuysal, bugün 69 yaşında. ‘‘Allah tiyatromdan ayırmasın’’ diyor.Babası İlhami bey, o 1933'te doğduktan sadece yedi ay sonra, henüz 27 yaşındayken ölür. Onlarınki hazin bir hikayedir: Harbiye'de okuyan İlhami bey bir gün attan düşer. Kalçası kırılır. Ancak dönemin tıp koşulları, kırığın yanlış kaynamasına neden olur ve 20 yaşında hayatını koltuk değnekleriyle sürdüremeyeceğine karar veren İlhami bey, kendini yatağa mahkum eder. Son yedi yılını yatakta geçirecek ve konak komşularının kızı Hadiye ile ölmeden birbuçuk sene önce, yatakta evlenecektir. Yedi aylıkken terketmek zorunda kalacağı kızının adını o koyar: Adile Suna. Adile annesinin, Suna çok sevdiği bir tangonun adıdır. Soyadı kanunu çıkmadan önce vefat ettiği için, Suna annesinin kızlık soyadı olan Pekuysal'ı alır.Suna Pekuysal Cağaloğlu'nda, daha doğrusu Cağaloğlu Halkevi'nde büyür. Çünkü ‘‘sahneye hevesli’’ annesi, profesyonel tiyatronun olmadığı yıllarda Halkevi'nde amatör tiyatroculuk yapmakta; Suna da okul dışındaki zamanını, annesinin yanında geçirmektedir. O zamanlar Halkevi'ndeki oyunların dekorunu yapan Reşat Bulaner, Suna'nın ‘‘ikinci babası’’ olur. Yani o dekor yapmakta, annesi ‘‘içinde’’ oynamaktadır, ki yıllar sonra Suna da aynı kaderi paylaşacak, kocası Ergun Köknar dekor yapar, sahneye oyun koyarken, o da bu oyunların içinde oynayacaktır yıllarca. Darülbedayi kurulduğunda, annesi ikinci evliliğinden olan iki kızı nedeniyle oraya geçemez. Ama tiyatro ile ilişkisi hayatının sonuna kadar tüm oyunları seyrederek sürecektir, ki çoğunda kızı olacak, ona hep ‘‘Beni sen tamamladın yavrum, sende gerçekleştirdim yapamadıklarımı’’ diyecektir.Suna Pekuysal'a hayat, doğrusu tiyatrodan başka seçenek sunmaz. Darülbedayi çocuk tiyatrosunun kurucularından Ferih Egemen bir gün Halkevi'ne gelir ve annesinin provasının bitmesini bekleyen küçük Suna'yı ‘‘alır.’’ Henüz 13 yaşında olmasına rağmen, Efe Ali adlı oyunda masal anlatan İnci Abla rolüyle Darülbedayi'ye adım atar Suna. Ardından Sihirli Pabuçlar, Külkedileri, Pollyanna'lar, Kırmızı Kediler gelir. Ki o çocuk oyunlarına çocukları bahane ederek büyükler gelmektedir o zaman.AY ÖLÜ YIKAYICI GELDİ!Eh Ankara'da konservatuvara gitmek farz olmuştur, ama nasip olmaz. Başvuru tarihini kaçırırlar çünkü. Zaten Dram Tiyatrosu'ndan küçük roller gelmeye başlamıştır. İlk önemli rolü, Gelin adlı oyundaki bulaşıkçı kızdır. Tek cümlesi vardır, ikinci perdenin sonunda ‘‘afedersiniz efendim geçiyordum da...’’ der. O zamanlar en iyi rolleri, bugünkü gibi ‘‘hemen’’ kapmak mümkün değildir, sahneye ‘‘had bilinerek’’ çıkılmaktadır, alt yapı sağlanacak, iyice pişilecektir önce. Az üzülmezler, ağlamazlar bu yüzden; bize niye rol verilmiyor diye. Bu durum, dönemin starlarıyla arasında hoş bir anekdota da neden olacaktır:Yer Tepebaşı Dram Tiyatrosu. Cahide Sonku, Şaziye Moral, Bedia Muvahhit ve Şükriye Atav, sohbet etmektedirler ki içeri Suna Pekuysal girer, ‘‘Yahu ne zaman öleceksiniz de bir rol oynayabileceğiz?’’ der. ‘‘Ay bu da kim?’’ diye sorar, sonradan aynı sahneyi paylaşacağı Cahide Sonku. ‘‘O ne biçim laf’’ diye karşı çıkarlar ama hepsi gülerler. Aradan zaman geçer. Yeni Sahne'de Çöpçatan adlı oyun sahnelenmektedir. Bir gün Şükriye Atav ‘‘yerime birini bulun, sesim çok kötü, galiba oynayamayacağım’’ der. Bundan haberi olmayan Suna Pekuysal, her zamanki gibi uğramış, kulisi kolaçan etmektedir. Onu gören Atav'ın rengi atar, ‘‘Ölü yıkayıcı geldi!’’ diye bağırır. Sonradan şöyle anlatacaktır Pekuysal: ‘‘Onun için geldiğimi zannetti herhalde, o anda sesi açıldı.’’Yıllar sonra Bedia Muvahhit'in ona yaptığı, belki de o günün intikamından başka bir şey değildir: Bir Ziyaret adlı oyunda, rolü küçüktür ama olsun, Bedia Muvahhit'le aynı sahneyi paylaşacağı için bir ay uyumaz. Muvahhit ‘‘dünya muzibi’’ bir kadındır. Oyunda gofret yiyip onu çekiştiriyorlardır. Bir gün oyuna erken gelir Muvahhit. Bir tahta parçasını kahverengiye boyatmış, gofret diye rafa koydurtmuştur. Pekuysal'ın sahnesi gelir, her zamanki gibi gofretin paketini sıyırıp, hızla ısırır, tahta... Arkasını döner, sahnedeki balkona oturmuş gofretini yemektedir Muvahhit.KULİS FARESİ, PROVA CADISI Bu rol ‘‘kapamadığı’’ günlerde, yasak olmasına rağmen sürekli kulistedir. Bütün replikleri ezbere bilir. Bir gün yine dalmış provayı izlerken, Muhsin Ertuğrul tarafından kulağı çekilir, adı ‘‘kulis faresi’’ konur. Bir başka oyunda yakalanmamak için perdeye sarınmış izlerken perde kapanınca sahnenin ortasına kadar perdeyle birlikte gider, gelir. Sonraki yıllarında ise Haldun Dormen tarafından ‘‘prova cadısı’’ ilan edilir. Çünkü bir an önce oyuna çıkmak istediği için, provalardan nefret eder, oyun çıkıncaya kadar ‘‘cadı’’ kesilir, oyun çıkınca ise keyfine diyecek olmaz. Dormen, anılarında ise ‘‘sahne canavarı’’ diye bahseder Pekuysal'dan: ‘‘Oraya çıkınca her şeyi unutturuyor, sanki dimdikmiş gibi görünüyor ve 18 yaşındaki bir gencin enerjisiyle seyircisini mest ediyordu.’’‘‘Haddini bilerek’’ sayısız oyunda rol alır. Yeşilçam döneminde sinemada, televizyon döneminde dizilerdedir. Oyunculuk aşkı yüzünden, evlilik ve çocuk aşkını geç yaşar. 1963'te Cevat Fehmi'nin Küçük Şehir adlı oyununda tanışır, dekorcu ve rejisör Ergun Köknar'la. Köknar, ‘‘40 güne kalmaz bu kızı alacağım’’ demiş, 1964'te evlenmişlerdir. Bir yıl sonra Köknar, Romeo ve Jüliet'i koyar sahneye, Suna Pekuysal'a da dadı rolünü verir. ‘‘Bu çok dramatik bir rol, seyirci güler bana Ergun’’ deyince, şu cevabı verir: ‘‘Unutma sen bir komedyensin, komik değil.’’ Mahçup olmamak için deliler gibi çalışır Cüneyt Türel'in Romeo, Tijen Par'ın Jüliet olduğu oyun için, ağlatır seyirciyi. İtalya'da Romeo ve Jüliet'i henüz izlemiş olan Altan Erbulak, ‘‘Gelsin İtalyanlar dadı nasıl oynanırmış görsün’’ der. SAĞLIĞINI VERDİ, ANNELİĞİ ALDIOğlu Ali Said Köknar'ı, 39 yaşında, doktorların ve eşinin tüm itirazlarına rağmen inat edip doğurur. İtiraz ederler çünkü bir
film çekimi sırasında düştükten sonra saÄŸlığına olan olmuÅŸtur. Dokuz ay boyunca o ağırlığı taşıması çok risklidir. Kimseyi dinlemez. DoÄŸumdan soru iÅŸareti ÅŸeklinde çıkar. Omurgasını iyice zedelemiÅŸtir. PeÅŸpeÅŸe ameliyatlar geçirir, birinde de bir böbreÄŸini verir. Ama ‘‘iki büklüm’’ halinin oyunculuÄŸuna engel olmasına asla izin vermez. 50'den fazla yılını verdiÄŸi tiyatro da ‘‘malulen’’ emekli etmez onu, ne zaman ki yaÅŸ haddi dolar, emekliliÄŸi gelir. Gelir de...‘‘Bakın’’ der. ‘‘Tamam beni emekli ettiniz, güzel. Ama beni siz bu kapıdan gönderirsiniz, ben bacadan yine girerim. Tiyatromdan ay-rıııl-maaam. Sanatçının emeklisi olmaz, ben ancak sahnede ölebilirim. Bu iÅŸ bu kadar!’’ Nitekim dediÄŸi gibi olur. Artık kulis faresi, ölü yıkayıcı, prova cadısı deÄŸildir (hatta artık provaları sever, sık unuttuÄŸundan) ama sahne cadılığı aynen devam etmektedir. EÅŸiyle kurduÄŸu Ãœsküdar Oyuncuları nedeniyle bir, Egemen Bostancı'nın Åžan Tiyatrosu nedeniyle iki yıl ayrı kalması dışında, 1955 yılında kadrolandığından beri Åžehir Tiyatroları'ndadır. Ee canım, hakikaten sanatçının emeklisi olmaz; anneanneyi, babaanneyi, yaÅŸlı komÅŸuyu kim oynayacaktır ki!KomÅŸu deyince... Sahici bir komÅŸu teyzedir Suna Pekuysal. Daha doÄŸrusu mahallenin muhtarı. ‘‘Hani dizi var ya, o benim’’ der. Çünkü sokakta adres arayan birini görünce pencereyi kapayıp içeri girmez, uzun uzun tarif eder, kendi deyimiyle ‘‘etrafçıdır’’, olan biten her ÅŸeyden haberdardır. Ãœsküdar'da, ÅžiÅŸli'deki evlerinden ayrılırken komÅŸuları aÄŸlamıştır arkasından. Çünkü ‘‘burnu havada tiyatrocu’’ deÄŸil, onlar gibidir gerçekten de. Dizi de olsa, oyun da, çarÅŸamba günü, pazara gitme günüdür. Suna Pekuysal'dan röportaj randevusu almak kolay olmadı. Üç-dört hafta kadar, arada bir telefonda azarlayarak beni süründürdü. Azarların nedeni, kimi zaman ‘‘Ne soracaksın? Ben yeni çıkmadım ki. Beni diÄŸerleriyle karıştırmayın’’dı, kimi zaman, ‘‘Ama ben her yere çıkmam, eksiteceksiniz beni!’’ Peki ben ne yaptım? Sonunda görüştüğümüzde, ona gerçeÄŸi ‘‘itiraf ettirdim.’’ Korka korka da olsa sorduÄŸum soru ÅŸuydu: ‘‘Siz pek uysal deÄŸilsiniz ama deÄŸil mi?’’ Hemen ‘‘hayır’’ dedi. ‘‘Hiç deÄŸilim. Yeter Anne'deki rol, sanki benim için yazılmış. Ben oynamıyorum ki. Öyleyim. Sağım solum belli olmaz, birden parlarım. Ama bak insan olarak uysalımdır, her ÅŸeye uyarım. Parlasam da saman alevi gibi hemen sönerim, hiç kin tutmam.’’Â
button