Sinema

Güncelleme Tarihi:

Sinema
Oluşturulma Tarihi: Kasım 04, 2005 00:00

İşkolikler bu filmi kaçırmasın

Elizabethtown

Yön:
Cameron Crowe

Oyn: Orlando Bloom, Kirsten Dunst, Susan Sarandon

Drew Baylor (Orlando Bloom), sekiz yıldır çalıştığı spor ayakkabıları üreten şirketin büyük umutlar beslediği son ayakkabı tasarımının yaratıcısıdır. Ancak piyasaya sürülen bu yeni ayakkabı, şirketi tam 972 milyon dolar zarara uğratır. Bu tarihi fiyaskonun sorumlusu olan Drew, patronu Phil’in (Alec Baldwin) isteğiyle bir ekonomi dergisine ‘Şirketimi Nasıl Batırdım’ başlıklı röportaj verdikten sonra işinden kovulur. Evinde intihar için son hazırlıkları yaparken telefon çalar ve uzaklarda yaşayan, yıllardır görmediği babasının öldüğü haberini alır. Babasının cenaze töreni işlemlerini gerçekleştirmek için Kentucky’ye giderken uçakta tanıştığı hostes Claire sayesinde hayatı tamamen değişir.

Altı filmden oluşan yönetmenlik kariyerine Singles, Vanilla Sky, Almost Famous gibi kaliteli yapıtları sığdıran Cameron Crowe imzası taşıyan Elizabethtown, etkileyici bir çalışma. Drew rolünde Orlando Bloom, hostes Claire rolünde Kirsten Dunst oyunculuk adına harikalar yaratıyor. Sadece bir aşk filmi olarak özetlemek haksızlık olur. Çünkü film dramadan komediye birçok tür arasında geziniyor. Cameron Crowe, hayatın sadece ve sadece başarıdan ibaret olmadığını, iktidar hırsının modern insanı, insan olmaktan çıkartıp robota dönüştürdüğünü çok iyi anlatıyor. Elizabethtown dramatik yoğunluğuna rağmen birçok sahnede izleyicisini güldürmeyi başarıyor. Bu filmi kesinlikle ıskalamayın.

Ya demokrasi de yalansa

Manderlay

Yön:
Lars Von Trier

Oyn: Bryce Dallas Howard, Isaach De Bankole, Willem Dafoe

Birisi çıkıp size ‘Bana özgürlüğü, demokrasiyi ya da tüm ideolojilerin ortak noktasını özetleyen bir film var mı?’ diye sorarsa hiç çekinmeden Manderlay adını verebilirsiniz. Sinemada teknolojiye karşı çıkarak 1995 yılında Dogma manifestosu açıklayıp yedinci sanatta çığır açan dáhi yönetmen Lars Von Trier; Dalgaları Aşmak, Karanlıkta Dans, Dogville gibi yapıtlarından çok daha etkileyici bir çalışmayla karşımızda. Yönetmenin Dogville ile başladığı Amerika Üçlemesi’nin ikinci ayağı olan Manderlay’in konusu şöyle:

Yıl 1933... Dogville’den gangster babasının yardımıyla kurtulan Grace (Bryce Dallas Howard) dönüş yolunda, Amerika’nın güney eyaletlerinden birisinde Manderlay adlı bir çiftlikte, bir siyahın kamçılandığını görür. Köleliğin yasaklanmasının üzerinden 70 yıl geçmiştir ancak bu çiftlikte hálá kölelik devam etmektedir. Grace, çiftlik sahibinin ölmesiyle birlikte özgürleştirme ve demokrasi hareketini başlatır...

Dogville’de olduğu gibi yine filmini tiyatro sahnesini andıran büyük bir platformda çeken Trier, bu kez özgürlük ve demokrasi kavramlarını tartışma masasına yatırıyor. Bu iki kavramı öyle sıra dışı bir açıdan ele alıyor ki, siyahları kurtarmak, çiftliğe demokrasi getirmek isteyen Grace’in başarısızlıklarını büyük bir zevkle izliyorsunuz. Zaten filmin en büyük tartışma noktası burada yatıyor. Özgürlük ve demokrasi kavramlarının aslında birer aldatmaca olduğunu Trier o kadar zekice örneklerle açıklıyor ki, aslında köleliğin hiç bitmediğini, hatta insanların kölelik döneminden daha da tutsak bir yaşam sürdürdüklerini kabul etmekten başka çareniz kalmıyor. Yönetmen bununla yetinmiyor ve Grace’in özelinde idealizmi de çökertiyor. Peki geriye ne kalıyor? Açıkçası, üçlemenin son filmi Washington’u izledikten sonra Trier’in gerçek maksadının ne olduğunu tam olarak anlayabileceğiz Çünkü salondan faşizmi yücelten duygularla ayrılmak da olası. Yönetmen her filminde olduğu gibi yine izleyicisini koltuğunda rahat oturtmuyor ve perdeye yansıttığı trajediye herkesin suç ortağı olduğunu söylüyor. Bir başyapıt izlemek istiyorsanız Manderlay’i kaçırmayın.

Senaryoya FBI ajanları katkıda bulundu

Yedi FBI ajanı, seri katillerin kişilik analizini yapma konusunda bir numara olan Beyin Avcıları adlı özel birime girmek için başladıkları eğitimin son aşamasına gelmiştir. Grubun başında bulunan Ajan Haris, adayları son test olarak, özel hazırlanmış bir adada seri katil avına çıkarır. Birbirlerinin geçmişleri hakkında hiçbir şey bilmeyen yedi ajan, aralarından birisinin ölmesiyle kendilerini bir ölüm oyununun içinde bulular. İçlerinden birinin katil olma şüphesi beyinleri kemirmeye başlayınca ekip içindeki dayanışma bozulur. Beyin Avcıları’nın yönetmenliğini Zor Ölüm 2, Deep Blue Sea gibi aksiyon filmlerden tanıdığımız Renny Harlin üstleniyor. FBI ajanlarının görüşlerinden yola çıkılarak hazırlanan senaryoda, gerilim filmlerinin tipik ‘Katil Kim?’ sorusu ve köşeye sıkışmış insan psikolojisi öne çıkıyor. Yer yer izleyiciyi ters köşeye yatıran sürpriz gelişmelerin yer aldığı Beyin Avcıları, aksiyon ve gerilim tutkunlarının ilgisini çekebilir.

Bir korku filminde olması gereken her şey var

The Amityville Horror

Yön:
Andrew Douglas

Oyn: Ryan Reynolds, Melissa George, Jesse James

Amerika’da gerçekten yaşandığına inanılan bir olaydan yola çıkan filmin konusu kısaca şöyle: Üç çocuklu George- Katy Lutz çifti, Long Island’da gayet ucuza çok güzel bir ev satın alır. Lutz Ailesi eve yerleştikten sonra garip olaylar yaşanmaya başlar. George evin bodrumunda gizli bir bölmeye açılan ‘kırmızı odayı’ keşfedince, hayatları bir kabusa dönüşür. Bu arada evin bu kadar ucuz olmasının da trajik bir nedeni vardır. Bir yıl önce Ronald DeFeo adında bir genç, dört kardeşi, annesi ve babasını bu evde kendi elleriyle parçalayarak öldürmüştür...

Oscar’a aday gösterilen 1979 yapımı aynı adlı korku klasiğinin yeniden çevrimi olan Dehşet Sokağı, cinnet olgusuyla Shining (Cinnet), hayaletli ev konseptiyle Diğerleri filmlerini fazlasıyla hatırlatan, gerilim türünün birçok klişesine yer veren bir çalışma. Klişe yumağı bir çalışma olmasına rağmen, korku filminde olması gereken her şeyi izleyicisine veriyor. Filmin öyküsünün gerçekten yaşanmış olduğuna inanılan bir olaydan yola çıkmış olması ise izleyiciyi daha çok geriyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!