Sevgili günlük

Güncelleme Tarihi:

Sevgili günlük
Oluşturulma Tarihi: Şubat 27, 2005 00:00

24 ŞUBAT PERŞEMBE: İçimden bir ses ‘Etrafındaki herkesi püskürt ve Taksim’e çık’ diyordu. Öyle yaptım.Tek başına sinemaya giden adamlara özgü triplerin başında gelen ‘melankolik’ takılma haline en uygun film olduğunu düşündüğüm ‘İçimdeki Deniz’e bir bilet aldım. Filmden çıktığımda kendimi ‘Sıkı filmleri seyrettikten sonra insanı saran sersemletici bir etki’ vardır ya, işte o etkinin kollarına bıraktım. Sonra Tom Hanks’in bu müthiş İspanyol filmi için söylediği ‘Bu filmde oynamak için bir kişiyi öldürebilirim’ açıklamasına kafayı taktım ve kendimi muzır sayıklamaların pençesine bıraktım... Kendi kendime şöyle diyordum: Acaba uluslararası bir sinema sanatçısı, herhangi bir Türk filmini seyrettikten sonra, bırakın ‘Bu filmde rol almak için bir kişiyi öldürebilirim’ gibi iddialı bir cümleyi, ‘Bu filmde rol almak için bir kişiyi dövebilirim’ gibi bir şey söyler mi? Hadi bunu da geçelim, ‘Bu filmde oynamak için bir kişiye hakaret edebilirim’ tarzı bir cümle kurar mı? Sayıklıyordum... Ama birden uyandım. ‘Ne yapıyorsun? Sektöre zarar veriyorsun’ diye kendime sıkı bir ayar çekip Taksim’e doğru boş gözlerle yürümeye devam ettim.* * *26 ŞUBAT CUMARTESİ: Takıldığım kafede asosyal Türklere (ben Türklerin asosyal olabilme ihtimalini her zaman sevmişimdir) sosyalleşme olanağı sunan kocaman bir masa var. Kocaman masa sayesinde müşteriler kendi aralarında ‘Şekeri uzatabilir misiniz?’, ‘Şu gazeteyi alabilir miyim?’ gibi zaruri konuşmalar yaparlar. Yani o büyük masa, bir sohbet imkánına yataklık yapar, gerisi tabii ki size kalmıştır. (Teşvikiye’deki Avrupai bir kafede sohbetler, bir uzun yol otobüsünde olduğu gibi ‘Hemşerim, memleket nere?’ diye başlayacak değil ya.) Bugün işte o masada gazetelere dalmışken birden yanımda, olanca ciddiyetiyle ünlü Alevi temsilcilerinden Profesör İzzettin Doğan’ı gördüm. Selamlaştık. Coşkun Kırca’nın cenazesi için gelmiş Teşvikiye’ye. Biraz sohbet ettik, Alevilik’ten filan konuştuk. Sonra gitti... Benim aklıma ise, ‘çağrışım’ denilen iflah olmaz dürtü sayesinde Cemal Süreya’nın ‘Göçebe’ şiirinden şu dizeler geldi: ‘...Amasya’dan Kars’a kaçmakta olan sayman yardımcısıyla / Alevilikten konuşuyoruz uzun süre / Yanımdaki hep bir gazetede Marilyn Monroe’nun resimlerine bakıyor / Marilyn Monroe öldü diyorum ona / Ölümü siyah bir kakül gibi alnına düşürmesini bildi.’* * *25 ŞUBAT CUMA: Bugün TESEV’in Bilgi Üniversitesi’nde düzenlediği ‘Diyanet İşleri Başkanlığı bir Sünni-Hanefi Kurumu mudur?’ başlıklı paneli yönettim. Panelistler 15’er dakikalık konuşmalarını yaptıktan sonra söz sırası dinleyicilere geldi. Aman Tanrım! Televizyonlardaki tartışma programlarının etkisi, salon toplantılarına bile sirayet etmiş. Canlı yayınlansa reytingleri silip süpürecek denli hararetli bir tartışmanın ardından şu iki kanaat bende iyice pekişti: BİR: Televizyon gerçekten etkili bir alet. İKİ: Bu ülkede Aleviler ile Sünniler arasındaki ihtilaf, birbirlerine sıfır empatiyle yaklaşan temsilciler varlıklarını koruduğu müddetçe bitmez. * * *22 ŞUBAT SALI: Bağlama ustası Ahmet Koç’un dünyaca ünlü Batı müziklerini bağlama ile yorumladığı ‘Paradoks’ adlı albümünü dinledim. Yeniliklere kapalı biri değilimdir. Hatta tuhaf bulunabilecek arayışlara karşı özel bir merakım olduğunu bile söyleyebilirim. (Sırf bu merak duygusu nedeniyle Semra Hanım’ın, Türk sosyal hayatına damgasını vurmuş o ünlü ‘Daldan dala’ repliğinden yola çıkılarak yapılan ‘Daldan dala’ adlı şarkıya bile kulak kabarttım, daha ne olsun...) Ahmet Koç’un ‘Hasta Siempre’, ‘Hotel California’, ‘My Way’ gibi bilinen şarkıları bağlama ile yorumlama çabasına da ilkin bu merak duygusuyla yaklaştım. Sonra da ‘Hiç de fena olmamış’ şeklinde bir yargıya vardım. Ama bu denemeden hoşlanmam başıma bela oldu. Şimdi dünyaca ünlü bir müzisyenden, Batılı enstrümanlarla çalınmış bir ‘Altın Hızma Mülayim’ dinlemek istiyorum ve iflah olmaz bir beklenti içindeyim.* * *23 ŞUBAT ÇARŞAMBA: NTV’de ‘Karşı Görüş’ programını seyrediyoruz. Tartışmayı yöneten Oğuz Haksever, gerçekten iyi bir televizyoncu. Hem konuya hákim, hem de ucuz numaralar peşinde değil. Düzey düşüklüğüne izin vermiyor. Konu seçimi mükemmel. Tartışmacılar hem yetkin, hem de birbirinden farklı görüşlere sahip. Yani iyi bir tartışma için her şey tamam. Ama yine de bir sorun var ki o da şu: Oğuz Haksever, konuşmacılara eşit söz hakkı vermek adına tartışmacıların ne dediğine bakmadan süre dolduğunda sözlerini kesiveriyor. Tamam, ‘adil düzen’ için böyle bir tutum gerekiyor ama işi ‘süreniz doldu’ katılığından çıkarmakta sayısız fayda var gibi geliyor bana.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!