Sayın’ı gitti, Bakan’ı gitti, Hocam diyorlar ya, çok mutluyum

Güncelleme Tarihi:

Sayın’ı gitti, Bakan’ı gitti, Hocam diyorlar ya, çok mutluyum
Oluşturulma Tarihi: Ekim 07, 2007 00:00

Abdüllatif Şener (53) Osmanlı Ekonomisi ve Maliyesi üzerine yazdığı makalelerin toplandığı kitabı için bundan tam bir yıl önce, 29 Eylül 2006’da yazdığı önsözde şöyle diyordu: "Zor veya kolay, sert veya yumuşak her değişim sürecinin kendince bir serüveni vardır. Üzüldüğünüz demler de haz duyduğunuz anlar da olur. Hayatınızı tüketirken ürettiğinizin coşkusunu yaşarsınız. Bu satırları yazarken bile, siyasetin galaksisinden, akademik hayatın galaksisine geçmiş, farklı bir dünyaya adım atmış gibiyim."

O zamanlar başbakan yardımcısıydı. Türkiye’nin altıncı, hükümetin üçüncü en önemli adamıydı. Adı Cumhurbaşkanlığı için geçerken bir anda milletvekili adayı olmayacağını açıkladı. Sivas’ta gençler onu vazgeçirmek için açlık grevi bile yaptı ama o ikna olmadı. Çünkü o başka bir galaksiye geçmişti. Artık Sayın Bakan olarak değil sadece Hocam olarak çağrılan, pazartesileri Hacettepe’de, çarşamba ve perşembeleri kadrolu olduğu TOBB Üniversitesi’nde kamu maliyesi anlatan bir öğretim üyesi. 16 yıl önce Hacettepe Üniversitesi’nde bıraktığı hocalık hayatına geri döndü. Şener’le, onun için hem zor hem de kolay olan bu serüveni konuştuk, dersine girip birlikte yaşadık.

Ankara Söğütözü’ndeki TOBB Üniversitesi’nin üçüncü katındaki odasından elinde öğrencilere dağıtmak üzere hazırladığı teksir kağıtlarıyla çıkıp 16 yıl aradan sonra dördüncü dersini vermek için yeni sınıfına doğru ilerledi. Heyecan yok. İlk gün de olmamıştı. Çünkü bildiği şey onu heyecanlandırmaz. Şurada ölümle yüzleşeceğini bilse kalbinin ritmi değişmez. Bu marifet değil ama yapısı bu. Yine de 40 bin kişiye mitinglerde dev hoparlörlerden seslenen Abdüllatif Şener’in içinde garip bir his vardı. Doğru kelime huzursuzluk. "Meydanlarda kükrüyordun, gönlünden geçtiği gibi anlatıyordun, ne oldu?" dedi kendi kendine. Sınıf meydana benzemiyor işte. Ağzından çıkanı kafasında tartıp, kaydeden cin gibi 40 çocuk var karşısında.

Hem onlar mitinglerdeki gibi her şeyi de alkışlamaz! Çok değişik bir ortama girdiğini o anda anladı. Onlara belli bir üniteyi anlayacakları ve not tutabilecekleri şekilde anlatma göreviyle orada. Koridorda karşılaştığı gençler ona hálá biraz konuk sanatçı, okulu ziyarete gelmiş bir ünlü gibi davranıyor. Onu gördükleri anda yanlarındaki arkadaşlarına "Aaa Abdüllatif Şener!" diyor, sonra da kıkırdıyorlar. Latif Hoca durumun gayet farkında, çaktırmadan "Kanıksayacaklar, daha dur" diyor. Uzun koridorlar ve birkaç cam merdivenden sonra sınıfa ulaşıyor. Dersin başlama saatinden tam 6 dakika önce.

Bugünkü konumuz "Devlet niye ekonomiye müdahale eder?" Ha bu arada arkadaşlar, lütfen mevcut olmayan arkadaşlarınızın yerine imza atmayın. Latif Hoca entrikaların dünyasından yeni çıktı, geldi, bunları yutmaz! Sesini sınıfın en arka sırasındaki uzun saçlı isteksiz çocuğun bile duyabileceği şekilde ayarlayarak anlatmaya başladı. Platon’vari bir tavırla, diyalektik yöntemini izleyerek, soru üstüne soruyla karmaşık rakamları anlaşılır hale getirmekte üstüne yok. Aslında onun öğretmenliği siyasetten önce ve siyasetten sonra diye iki ayrılıyor. Siyaset öncesinde soyut bir takım şeyleri teorik kalıplar içinde anlaşılır kılmaya uğraşıyordu. Şimdi her şey çok somut çünkü anlattığı konu kısa süre önce politikasını oluşturduğu, kararını verip altına imza attığı olaylar. O yüzden eskiye oranla daha iyi bir öğretici olduğunu düşünüyor.

"Adil olması için bir maldan kazanılan bedelin ne kadarı işçinin ne kadarı fabrika sahibinin olmalıdır?" diye soruyor sınıfa. Yüzde 30 hocam, hayır hayır yüzde 50. "Marx’a göre" diyor Latif Hoca gülümseyerek "tamamının!" Bu alıntı arka sıralarda kolunun altında Cumhuriyet Gazetesi’yle oturan üç gencin boğazını temizlemesine neden oluyor.

Hoca, vakit kaybetmeden ikinci soruyu patlatıyor: "Devletimiz geçen sene 5 milyar lirayı fakir fukaraya dağıtmış. Sizce iyi bir rakam mı?" Sınıf bir ağızdan "Gayet iyiiii" diyor. Peki diyor "O zaman bütçenin geri kalanına bakalım. Harcanan diğer 178 milyar nereye gitmiş? 46 milyar faiz ödenmiş. Faiz fakir fukaraya mı ödenir, zengine mi? Hálá aynı fikirde misiniz? 5 milyar iyi bir rakam mı?" Diil Hocaaam! Demek ki neymiş çocuklar; hayatta hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Size verilen hiçbir bilgiyi sorgulamadan kabul etmeyin.
/images/100/0x0/55eae247f018fbb8f89cd93b
Bütün kalemleri önünüze koyup incelemeden karar vermeyin!

Dersin sonlarına doğru Abdüllatif Şener kendisi için tehlikeli sulara dalmaktan imtina etmiyor. Öğrencilerden devletin piyasaya müdahalesinin ülkedeki gelir dağılımını eşitlemeye mi yoksa farkı açmaya mı yaradığını tartışmaya açıyor. Ve 2006 bütçe rakamlarını temel alıyor. Yani elindeki tabloda yazılı rakamlarda doğrudan sorumluluğu var.

"Ben de şimdi sizinle birlikte düşünüyorum. Rakamlara iyice bakın ve denildiği gibi bir ekonomik istikrar var mı söyleyin!" Orta sıralardan birinde oturan gözlüklü oğlanın "Hormonlu büyüme bu Hocam, başka bir şey değil" sözleri onu güldürüyor. Sonunda karar veriyor, bu şahane bir ödev konusu yahu!

Tek numaralar bütçedeki gelirlere, çift numaralar giderlere bakarak 2006 yılı rakamlarını değerlendirecek. Sonuçta devletin müdahalesi gelir dağılımındaki eşitsizliğe katkıda bulunmuş çıkarsa bile gocunmayacak, alınmayacak. O aslında her şeye hazırlıklı, sivri bir öğrenci çıkıp "E peki hocam siz o zamanlar niye buna izin verdiniz?" dese de önemli değil. Çünkü artık tek derdi düşünmeyi ve sorgulamayı öğretmek. İş onun siyasi günlerini eleştirmeye bile varsa, mantığı ve analizi doğruysa Latif Hoca’dan tam puan!

KOLTUK MOBİLYA MALZEMESİDİR DESEM YALAN SÖYLEMİŞ OLURUM

İsmi Cumhurbaşkanlığı için geçen, hükümetin üçüncü önemli adamıydınız. Şimdi hem maaşınız hem iktidarınız azaldı. Ne hissediyorsunuz?

-
Kendimi bir şey kaybetmiş insan gibi hissetmiyorum şu anda. Siyaset yapanları iyi tanırım, koltuğa nasıl dört elle sarıldıklarını da bilirim. Bakanken sade milletvekiline dönüşmek bile bazı insanlar için kaldırılamayacak bir sıkıntıdır. Ben siyasetin dağıttığı bütün makamlardan, bakanlıktan, vekillikten rahatlıkla elimi eteğimi çektim. Hayatımı bundan sonra kendim kurgulamaya karar verdim çünkü.

Hiç mi boşluğa düşmez insan...

- Siyasetin insana verdiği güç var elbette. Şimdi düşündüğünüz zaman artık parayı dağıtmıyorum, dokunulmaz değilim, devlet protokulünde altıncı sıradaydım, şimdi protokolde adım bile geçmiyor. Bunlar beni üzüyor mu? Samimi söylüyorum hiç üzmüyor. Çünkü siyaset yaptığım süre içinde de hayat standardım hiçbir zaman yüksek olmadı. Şimdi de çok büyük bir gelir farkı yaşamıyorum o yüzden.

Para tamam da ilgi ve statü eksilmesi?

- E elbette koltuk sadece bir mobilya malzemesidir desem yalan söylemiş olurum. Gönül ister tabii hep protokolde yerim olsun. Hayatın size öncelik tanıması o kadar da fena bir şey değildir. Kendinizi çok önemli hissedersiniz. Ama bunların hepsinin bir bedeli var. O gürültünün, o aşırı ilginin... Ben isteyerek bıraktım. Şimdi bir yere girdiğimde etrafımda öyle şiddetli ilgi ve gürültü patırtı olmuyor ama daha samimi bir takdir hissediyorum. Bazen gelip sizi bir siyasetçi olarak beğenirdim diyorlar, bazen pastanede oturdukları yerden kafalarıyla selam verip gülümsüyorlar. Bunlar bana daha gerçek geliyor. Daha değerli...

Niye bu kadar istediniz üniversiteye tekrar dönmeyi?

- Her zaman şunu söylerim: Dünyaya tekrar gelsem üniversitede hoca olmak isterdim. Lise yıllarımda hep araştırma türü kitaplar okurdum. Bilmem ne üniversitesinden şu doktor, şu profesör yazmış dendiğinde büyük tutkuyla sarılırdım o kitaplara. Bir derecelendirme yapmam gerekirse hayatımda benim gözümde en büyük ve önemli insanlar akademisyenler ve sanatçılar olmuştur. Hep onlara özenmişimdir, siyasetçilere değil. Milletvekili olmayı da öyle çok gürleyerek yani isteyerek olmadım. Bir şeyler üretmek ve bildiklerimi paylaşmak benim için daha cazip oldu. Eskiden Sayın Bakan diye çağırılıyordum, şimdi sayın’ı da gitti, bakan’ı da... Sadece Hocam diyorlar ya, çok mutluyum.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!