Şarap...

Güncelleme Tarihi:

Şarap...
Oluşturulma Tarihi: Eylül 19, 1997 00:00

Tekin ARAL
Haberin Devamı

Ben şarabı, gençlik yıllarımda Tekel'in ‘‘Güzel Marmara’’sıyla tanıdım... Bilmiyorum bu ‘‘Güzel Marmara Şarabı’’ hala var mı?..

Ama Marmara'da güzellik adına ne var ne yok alayını yok ettiğimizden, herhalde bizim ‘‘Güzel Marmara’’ şarabı da tarihe karışmıştır...

Güzel Marmara Şarabı, 35 Kuruş'tu...

Babıali'ye çocuk yaşımda geldiğim o yıllar, benim gibi bir iki arkadaşımla, elimizde karikatürler, resimler, o dergi senin bu gazete benim koşturur durur, üç beş kuruş denkleştirince de, başarımızı kutlamak için aldığımız bir iki şişe ‘‘Güzel Marmara Şarabı’’nın serin sularında, dünyanın en bi kral karikatürcüsü, ressamı olur, coşup Marmara şarabını değil, Marmara Denizi'ni içerdik adeta!..

Satışlar iyi gittiği, yani dört beş karikatür okutabildiğimiz günler ise, Babıali erbabının iyi bildiği Sirkeci'deki ünlü Toshack'çı Selahattin'e gider, şarabı orada fıçıdan içerdik...

Lakabını ayıp olmasın diye, kibarca yazdığım Selahattin'e böyle denilmesinin nedeni, ‘‘koç yumurtası’’ dediğimiz koyun toshacklarından nefis soteler, kavurmalar yapmasıydı...

***

‘‘Şarapçı’’ deyimi, eskiden içki içen birini küçümsemek, dahası aşağılamak için kullanılırdı...

Ama günümüzde ‘‘şarapçı’’ olmak öyle her babayiğidin harcı değil...

Ben bir süredir sağolsunlar iki arkadaşım yüzünden bu şarap işiyle biraz fazla içli dışlı oldum... Öğrendiğim gerçekler karşısında şaşırdım kaldım!..

Sözlerini ettiğim iki arkadaşım, birbirleriyle aynı zamanda iş ortağı...

Yaşamlarının yarısından çoğu, yurtdışında geçiyor...

Buradan konfeksiyon ihraç ediyor, kazandıkları her kuruşu, anladığım kadarıyla ülkemize döviz olarak değil de, şarap olarak getiriyorlar...

Zira, her seyahatten elleri kolları şarap dolu olarak dönüyorlar...

Şarap meraklısı iş ortağı iki arkadaşımın bu konuda aralarında tatlı bir de rekabet var...

Birbirleriyle bitişik oturan bu dostlarımıza gittiğimizde, sözünü ettiğim o rekabet hemen kendini gösteriyor zaten...

Örneğin evine gittiğimiz arkadaş, şöyle övünerek çok beğendiği bir şarabı açtı diyelim... Daha o bitmeden, diğer arkadaş:

‘‘Şimdi bir şişe de ben açayım da şarap görün!..’’ diye hemen yan taraftaki evine koşuyor... Bir başka meşhur şişeyi de o kapıp geliyor...

Bu kez, ‘‘Demek bana ha!..’’ diyen ev sahibi arkadaşımız tekrar dalıyor mahzenine...

‘‘Şimdi duman oldun işte!..’’ diye çok değerli bir şişeyi masaya vurup rekabeti sürdürüyor...

Ben kendi adıma böyle şişelerin gidip gelmesinden, kalite kontrol memuru gibi bir o şişeden, bir öbür şişeden kafayı çekmekten memnunum da, bir gün bu rekabet kötü sonuçlar verecek... Arkadaşlar şişeleri birbirlerinin kafalarına vurmaya başlayacaklar, ben ondan korkuyorum...

***

Bu şarap dediğin şey, hemen öyle pattadanak içilmiyor...

Şarabın kitabı var... Önce o okunuyor... Yani şarap, bizim rakı gibi kitapsız bir içki değil...

Sözünü ettiğim arkadaşlarım masaya şarabı getirirken, beraberinde telefon rehberini andıran bir de kitap getiriyorlar...

Ben bu kitabı arkadaşın koltuğu altında ilk gördüğümde, felaket içip öbür tarafa göçeceğiz de, arkamızdan bu kitaptan duamız okunacak zannettim...

Ama kitaptan, az sonra içeceğiniz şarapla (az sonra dediğim bir saat sonra) ilgili bilgiler okunuyor... Bu konuda iyice aydınlatılıyorsunuz!..

Ben arkadaşlara birkaç kez, ‘‘Yahu kardeşim, ben hafta boyu okuyup yazmaktan zaten bıkmışım... Bir an önce açın şu şarabı da içelim...’’ dedimse de dinletemedim...

Ders bittikten sonra şarabı açıyorlar... Açıyorlar, tamam da... Gene içemiyorsunuz... Bu defa da şarabı dinlenmesi için, kendi aralarında decanter dedikleri bir sürahiye boşaltıyorlar...

Şarap orada dinlenirken, biz de elimizde boş bardaklar aval aval bakıyor, yalanıp duruyoruz...

Tam, ‘‘Yahu arkadaşlar çok mu yorgundur bu şarap?.. Dinlenmesi uzun mu sürer?..’’ diye hır çıkaracakken de, şarabın dinlenmesi bitiyor...

İçmeye başlıyoruz...

Aslında, bu şarap içerken dinlenme işi bizim Güzel Marmara dönemlerimizde de vardı...

Ama şarap değil, şarabı açtıktan sonra biz dinlenirdik...

Çünkü Güzel Marmara'nın mantarını çıkarmak yirmi yirmibeş dakika sürer, adamı bayağı yorardı...

***

Bu şarapçılık bambaşka bir dünya, bir ilim gerçekten...

Arkadaşlar, o sözünü ettiğim telefon rehberi gibi kitabı okurlarken, örneğin bir yerinde:

‘‘1989 yılı Bordeaux (Bordo) şarapları için iyi geçmedi...’’ diyorlar.

İnanın insanın içini bir hüzün kaplıyor... Gününüz mahvoluyor...

1989 yılı iş güç açısından benim iç in de çok kötü geçmiştir... Ama o atmosferde insan, inanın kendini unutup, Bourdeaux'ya daha çok üzülüyor!

Bu şarap işi ayrıca hassas iştir... Öyle her önüne gelen de şarap içemez!..

Benim Özcan diye bir arkadaşım var... Hani gittiğiniz lokantada garson şarabı tatmanız için önce kadehinize biraz şarap koyar ya...

İşte bizim Özcan bu şarapla küfelik olur, birlikte gittiğimiz her lokantadan da daha yemeği yemeden çıkmak zorunda kalırız...

Bu yüzden gittiğimiz yerlerde sürekli garsonun şarabı Özcan'a tattırmasını önlemeye çalışırız...

***

Şimdi, ‘‘O sözünü ettiğin arkadaşlarınla bunca şarap içtin de... Şarap konusunda hiçbir şey öğrenemedin mi be hey cahil adam?..’’ diyeceksiniz...

Öğrenmez olur muyum? Bu işin kralı oldum kralı!..

İyi şarap dünyada Fransa, İtalya, Portekiz, Amerika, Avustralya ve Yeni Zelanda'da üretiliyor...

İyi şarap yapmanın yolu iyi üzümden geçiyor...

İyi üzüm için de güneş, toprağın nemi, inceliği, bölgede yetişen diğer meyvelerin durumu önemli faktörler...

Şu an, şarabı şarap yapan en baba üzüm, Fransa'da yetişen Cabarnet Sauvingnon adlı üzüm...

Ayrıca şarapçı olarak yukarıda adını saydığım ülkeler de kendi içinde fraksiyonlara, bölgelere ayrılıyor...

Örneğin şarabın kralını üreten Fransa'da Bordeaux, Burgundy ve Beaujolais, Champagne vs. gibi bölgeler var...

Nasıl kültür ama!..

Ve Fransa'da bu şaraplar daha çok üretildikleri Chateau'ların (şato) adlarıyla anılıyor... Bunların en ağa babaları, en iyi ve pahalı şarapları üreten Mouton Rothschild şatosu...

Kısacası bu şarap denen dalganın, içmesi, saklaması, oturması, kalkması, bir alay kuralı var...

Örneğin şarap bekletildiği ya da saklandığı yerde mutlaka yatık bir vaziyette duracak...

Oysa biz o Marmara günlerimizde şarabı çektikten sonra, sürekli kendimiz yatık bir vaziyette dururduk...

***

Size yukarıda bu şarapların üreticileri Şato'lardan söz ettim...

Üç yıl önce, sevgili dostlarım Erel ve Tanşuğ Bleda'nın organizasyonuyla, Paris'in iki saat kadar dışında, Normandiya kıyısında, Arsen Lüpen'in ‘‘Oyuk İğne’’ macerasının geçtiği Etretat'ta bir Şato'da bir haftasonu geçirmiştik... (Ki müthiş bir hikayedir... Belki bir gün yazarım...) Paris Büyükelçimiz olan Tanşuğ Bleda ayrıca gerçek bir şarap uzmanıdır...

Chatean de Diane adlı, onsekizinci asırdan kalma ama hala sağ olan Mme.Diane'nin otel olarak işlettiği Şato'da, tuvalet, o zamanın geleneklerine uygun olarak, bizim köy evlerinde olduğu gibi dışarıdaydı... Durumu acil olanlar için ise karyolaların altında resmen lazımlık vardı...

Ben gecenin bir saatinde tuvalet için dışarı çıktım...

Odaya dönerken gözüme bir kapı ilişti...

Kapıyı itekleyip içeri girdim... Birkaç basamak inince kendimi müthiş bir şarap mahzeninde buldum...

Raflarda yüzlerce şişe şarap, ortalıkta musluklu bir alay da fıçı vardı... Elime oradaki kupalardan birini alıp fıçıların arasında dolanmaya başladım...

Kendimi son olarak, sabaha karşı çimlerin üzerinde Şato'ya doğru emeklerden hatırlıyorum...

Bu şarap işi gerçekten ciddi iş... Ama kafaya takmayacaksın... Bulursan da Güzel Marmara'dan şaşmayacaksın!..

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!