Sabırsızlıktan yumurta bile kıramazdı, çok sabır isteyen romancılığı seçti

Güncelleme Tarihi:

Sabırsızlıktan yumurta bile kıramazdı, çok sabır isteyen romancılığı seçti
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 30, 2004 00:00

Elif Åžafak’ın beÅŸinci romanı, Ä°ngilizce kaleme aldığı The Saint of Incipient Insanities, eylül ayında ABD’nin önde gelen yayınevlerinden Farrar Straus & Giroux tarafından yayımlanacak. Kitap Türkçe’ye Aslı Biçen tarafından çevrilerek Metis Yayınları’ndan Araf adıyla çıktı.Åžafak’ın Bitpalas adlı romanı da aynı zamanda Ä°ngilizce’ye çevrildi. 33 yaşına ‘şimdilik’ bu kadar ÅŸey sığdıran Åžafak, kadınların ancak yaÅŸlandığı ve cinselliÄŸinden uzaklaÅŸtığı oranda saygı gördüğü Türkiye’de, ‘yazar’ imajına pek uygun düşmüyor ve azıcık kafaları karıştırıyor. Çünkü hem genç, hem güzel, hem de iyi edebiyatçı! İç ve dış yolculuklarla dolu hayatı, sekiz farklı kiÅŸiliÄŸi, gerçekle fantastik arasında kurduÄŸu becerikli köprüler, iniÅŸ-çıkışları ve meraklarıyla romanlarından çok da farklı olmayan bir hayata sahip üstelik. Sık sık tanımlandığı gibi ne ‘kadın’, ne ‘genç’, ne postmodern yazar sadece; ne de tarihi romancı, hatta modern Åžehrazat. Onun için yazı, bu sayfada anlatıldığı gibi; ötesi, berisi, kalıbı, imajı, sınırı yok. Sadece her ÅŸeyden önce geliyor, o kadar...Elif Åžafak, Ege Ãœniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Nuri Bilgin ile emekli diplomat Åžafak Akayman’ın tek kızı olarak 25 Ekim 1971 günü doÄŸar. DoÄŸumunun Strasbourg’da gerçekleÅŸmesinin nedeni, babasının o sıralar orada felsefe doktorası yapmasıdır. Ama hayatı, hiçbir zaman bir yere ait olmadan, biraz ‘emanet’, daha çok ‘şimdilik’ duygusuyla, ‘hep baÅŸka yerler’de geçecektir. Bir Madrid, bir Amman, bir Köln’de açacaktır gözünü; Ankara bir ara memleketi olacak, bir yandan Ä°stanbul’a hasret duyarak Avrupa’yı baÅŸtan sona dolaÅŸacaktır. Bununsa tek nedeni yoktur; baÅŸlangıçta annesinin idari ataÅŸe olmasından, sonra da artık böyle yaÅŸamayı sevmesinden...DoÄŸumundan kısa bir süre sonra anne ve babası ayrılınca, yalnız çocukluÄŸu baÅŸlar. Sekiz yaşında bir doÄŸumgünü kartı, 18 yaşına bastığında bir yemek, 20’li yaÅŸlarında iki telefon konuÅŸması dışında, babasıyla hiç iliÅŸkisi olmadan büyür. Ãœvey iki kardeÅŸinden biriyle yıllar sonra üniversitede öğretim görevlisiyken tesadüfen tanışır; diÄŸeri bir imza gününe gelir. O bir kız çocuÄŸu, babalar da kız çocukları için önemliyken neden böyle olduÄŸunun cevabını bulması epey zamanını alır: Karşısındaki kötü bir adam olsa, belki daha kolay bulacaktır ama deÄŸildir. Sonunda ‘o insanın’ resmindeki bütünü bozan güve yeniÄŸi olduÄŸuna karar verir. Küçükken babasına karşı hissettiÄŸi tek ÅŸey hissizliktir; ne acı, ne kırgınlık, bir uyuÅŸma hali. Öfke, 20’li yaÅŸlarında gelir, bunu daha sahici bulur ve sever. Sonra o da yerini bir çeÅŸit yas tutmaya bırakır. BaÅŸarı kazandıkça babasından görüşme talepleri gelir ama insan iliÅŸkilerinde geç kalmak diye bir ÅŸey vardır elbette. Yıllarca davet edilmediÄŸi Ä°zmir’deki eve, ‘geçerken’ uÄŸramak istemez. Hiçbir zaman babasının soyadını kullanmaz, yerine annesinin adı Åžafak’ı seçer.HAYATI SIKICI, GÃœNLÜĞÜ RENKLÄ°BoÅŸanmanın ardından annesiyle döndüğü Ankara’da, klasik bir aile ortamına sahip olmadığından, hayatın sıradan bilgilerini öğrenmek için gözlem yapmak zorunda hisseder kendini. ‘Şimdilik buradayım’ duygusu o zamanlardan yer eder içine. Babaannesinin Ä°zmir’deki evinde, Tanrı’nın hiç kapanmayan gözüyle, her yerde, her an onu takip ettiÄŸi öğretilir; orada banyoya bile giremezken, Ankara’da anneannesinin evinde korkudan ziyade aÅŸka dayalı bir Ä°slam anlayışıyla tanışır. Bütün bunlar gelecekte, akademik kariyerinde, formasyonunda, hayata bakışında, romanlarında peÅŸini hiç bırakmayacağı izler olacaktır.On yaşına vardığında, ÅŸartları elverse, tamamen hayatını asıl aÅŸkı müziÄŸe adayacak olan annesi DışiÅŸleri’ne girer ve anne kız, birlikte Madrid’e ‘kaçar.’ Ama orada da yalnızlık vardır. Diplomat çocuklarının gittiÄŸi kalburüstü Ä°ngiliz okulundaki tek Türk’tür ve ‘milletler hiyerarÅŸisi’nden o yaÅŸta haberi olur. Çünkü adeta yürüyen bir ulusal kimliktir: Eurovision’a Çetin Alp Opera parçasıyla katıldığında, günlerce arkasından ‘Opera, Opera...’ diye dalga geçilir. Papa, Mehmet Ali AÄŸca tarafından vurulduÄŸunda, bir hafta okula gidemez. Fırlama bir çocuk olsa gülüp geçecektir ama deÄŸildir ki. O ve Hintli arkadaşı Kiran, hiyerarÅŸinin en sonundaki iki kiÅŸidir, üstelik Kiran ondan beter durumdadır. Romanlarında kendisinden çok yer alacak ‘öteki’ kavramını da o zaman kafasında evirip çevirmeye baÅŸlar.Tek sığınağı, ne bulursa okumak ve özellikle yazmak olur. Annesinin okuma yazmayı öğrenir öğrenmez hediye ettiÄŸi günlüğü öyle o gün yapılanların anlatıldığı ‘sevgili günlük’lerden deÄŸildir; fantastik karakter ve olaylarla doludur. Yani hayatı ne kadar sıkıcıysa, günlüğündeki hikayeler o kadar renkli! Yazıyla çok erken baÅŸlayan iliÅŸkisi belki de hayatındaki tek kesintisiz ÅŸey olur; o ülkeden bu ülkeye, bir ‘şimdilik’ durumundan, baÅŸka birine geçerken onunla giden tek ÅŸeydir yazı. Günlükler öykülere, öyküler ÅŸiirlere, ÅŸiirler yeni öyküye ve romana dönüşür... Åžimdilik haline gelince, o hálá sürer.Annesi Amman’a atanınca liseyi Ankara’da bitirir. Bir yandan annesinin görev yaptığı ülkelere gidip gelirken, tek tercihi olan ODTÃœ Uluslararası Ä°liÅŸkiler’e girer. Kadın Çalışmaları alanında master yaparken, ‘BektaÅŸi ve Mevlevi Düşüncesinde Döngüsel Evren ve Kadınsılık Anlayışı’ üzerine yazar tezini. Pek saymadığı, Kem Gözlere Anadolu adlı öykü kitabından sonra ilk romanı Pinhan’ı yazdığında 25 yaşındadır. Bu arada Siyaset Bilimi doktorası yapar, Ä°stanbul’a taşınır ve Åžehrin Aynaları’nı yazar. Kendine ait hissettiÄŸi bir yer olmuÅŸtur sonunda; Kazancı YokuÅŸu’nda, gecenin üçünde söylenerek yürüyen travesti, hayatında iÅŸittiÄŸi en güzel, en yaratıcı küfürleri savurmaktadır. Kadınların bu kadar güzel küfür ettiÄŸi bu ÅŸehirde yaÅŸamalıdır. Ama Bitpalas adlı romanındaki cümle gibi, Ä°stanbul’a ya bir ÅŸeylerden kaçılarak gelinir ya da gün gelir ondan kaçılır! Amerika’ya gidiÅŸi böyle olur. Ä°ki mevsimi vardır; yazma mevsimi ve yazmadan çıkış mevsimi. Ayrıca romanlarını önceden kurgulayarak, karakterlerin analizini önceden yapıp olaylara yön vererek yazanlardan deÄŸildir. Tersine, nereye gideceÄŸini bilmeden yazar hep. BaÅŸlangıçta öne çıkarmak istediÄŸi karakterler ilk 50 sayfada yok olur, yenileri ortaya çıkar. Yazdıklarını soÄŸukkanlılıkla biçimlendirmez yani; tersine onların etkisine kapılarak yazar. Deyim yerindeyse, yazarken ‘yazılır.’ Bir bursla gittiÄŸi Boston’da da gelir yazma mevsimi. Pek eleÅŸtirildiÄŸi ‘İngilizce yazma’ da orada ortaya çıkar: Kendini yazmanın etkisine, o ritme kaptırır ve bir yere geldiÄŸinde ana karakterlerin Ä°ngilizce konuÅŸtuÄŸunu farkeder. ‘Ya bir dakika, ben romanı Ä°ngilizce yazıyorum’ dediÄŸinde artık çok geçtir. SEKÄ°Z KİŞİLİĞİ VARÇocukluÄŸundan bu yana vardır, görme ve görülme takıntısı. Masala, söylenceye, nazar gibi, cinler gibi mistik açıklamalara merakı, gerçekle fantastik arasında gidip gelmeleri de çocukluÄŸundan kalmadır. Tarihle bugün arasında köprüler oluÅŸturmak en sevdiÄŸi ÅŸeylerdendir. ‘Öteki’nin izini zaten hep sürmüştür. Tasavvuf, içine girdikçe ne kadar az ÅŸey bildiÄŸini görüp daha da merakını uyandırmıştır hep. Bunların hepsi, ama ‘Nazar Sözlüğü’ olarak, ama Ä°stanbul’un çöp yazıları olarak, hem erkek hem kadın bir derviÅŸ ya da çok ÅŸiÅŸman bir kadın olarak romanlarında önemli yer tutacaktır.Ötekini yazar, çünkü edebiyatın biraz da ‘baÅŸkası olabilme’ yeteneÄŸi olduÄŸunu düşünür; bir baÅŸkasını anlatırken aslında kendini anlatmak, kendini anlatırken bir baÅŸkasına varmak. Ä°nsanlar, gruplar arasına çizilmiÅŸ hudutları, hudutlar ülkesi Türkiye’yi aÅŸmaya çalışmak. Yer yer konuÅŸmalarında ‘deliliÄŸe’ övgüler düzer, çünkü onu çeken ÅŸey, cesur bir insanın cesareti deÄŸil, hep cesur olagelmiÅŸ birinin korkudan dizinin bağının çözüldüğü an, o sapmadır. Ä°nsanın hayatla bağını tamamen pürüzsüz bir ÅŸekilde kurması, o son mutluluk nedir bilmez. Bilse de sıkılırmış gibi gelir. Kosmostan çok kaosa yakındır o. Tıpkı fırtınalı denizin ortasında, gemideki herkes kaçışırken sakin oturan ve ‘ne yapıyorsun, dünyanın altı üstüne geliyor’ diyenlere şöyle cevap veren BektaÅŸi gibi: ‘Bir bakalım belki altı üstünden yeÄŸdir!’ Son kitabını New York’ta yayıncıya götürürken, metrodaki feci kokan meczuptan herkes kaçışmış, bir tek o oturmaya devam etmiÅŸtir karşısında. Kahramanlıktan deÄŸil, arada çok ince bir sınır olduÄŸunu gördüğü için. Bu arada varsın, diline ‘bu genç yaşına raÄŸmen ağır, hatta eski’ desinler: O kelimelerin de tıpkı insanlar gibi bir ömürleri olduÄŸuna inanır ve kelimelerin ecelleriyle ölmeleri gerektiÄŸini savunur. Yani ‘ihtimal’ kelimesi miadını doldurmamışsa yaÅŸamalı, kafasına vura vura ortadan kaldırılmamalıdır. Nasıl Ä°ngilizce’de 300 yıl önceki kelime de Ä°rlanda kökenli kelime de yaşıyorsa, gerçek yerine hakikat dendiÄŸinde kıyamet kopmuyorsa, Türkçe için de böyle olmalıdır. Ãœstelik, eski olmadığı gibi, ağır da deÄŸildir dili.Bir kitabı Mesnevi’den ÅŸu alıntıyla baÅŸlar: ‘Yabancı bir yere gider gitmez kendimize bir sürü buluyoruz. Çünkü hepimiz topal kuÅŸlarız.’ Ä°nsanın kendi memleketinde bile nasıl yabancı olabileceÄŸini çok iyi bilir. Son kitabı Araf, biraz da bu yabancılık duygusunun üzerine gitmek için Ä°ngilizce yazılmıştır. Ãœstelik, Türkçe yazarken uygulamak zorunda kaldığı otosansür de kalktığı için, mizah duygusu daha fazla bir kitap olmuÅŸtur.Sabırsızlıktan yumurta bile kıramazken, çok sabır isteyen bir dal olan romanı seçmesi de hayatının çeliÅŸkisidir herhalde. Sabırsız ve ‘kalabalık’tır; içinde tam sekiz kiÅŸi barındırdığını söyler. Ä°lk ortaya çıkan, yani en çocuk olan, en yaÅŸlılarıdır. Kimi zaman üç beÅŸi içerde, üç beÅŸi kapının dışında kalır. Hepsinin farklı kiÅŸilikleri, yönleri, hatta cinsiyetleri vardır, hiçbiri aynı zamanda aynı ÅŸeyleri söylemez, dolayısıyla durum genellikle karışık ve yorucudur. Sekizinin bir araya gelebildiÄŸi tek yer ‘yazı’dır. Böyle olduÄŸunda romandaki kadın mı, erkek mi, bir önemi kalmaz. Tabii bunun tıpta bir hastalık olarak adı vardır; çoÄŸul kiÅŸilik. Ama o bunu bir hastalık olarak yaÅŸamaz. ‘Hepimizin farklı yönleri, kiÅŸilikleri var, ama birini baskın kılıp diÄŸerlerini bastırıyoruz. O bana daha hastalıklı geliyor’ der. Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!