Reyting uğruna....

Güncelleme Tarihi:

Reyting uğruna....
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 07, 2003 19:08

“Sevgili Serdar, yazılısı ve görseliyle medya dediğimiz kurum, neden itibar kaybediyor diye devamlı çözümler aranıyor, yöneticiler kafa yoruyor ama bu gidişle daha çok çalışmak gerekiyor. Pazar gecesi ATV’de Savaş Ay’ın yönettiği programı izlemeye çalıştım. Malum son günlerin aktüeli Prizma.” (Serdar’ın notu : Bu yazı birkaç gündür elimde, ancak yayımlıyorum. Bence tazeliğini koruyor hâlâ...)

Haberin Devamı

Prizma’daki seminerlerin içinde neler oluyormuş meğer neler.

Prizma’nın amacını anlatmaya çalışan tek bir kişi vardı, o da bu toplantıya katılmış bir sporcu kişiydi.

Dersini çalışmadam sadece boy göstermek için çıkartılmış ve “konu mankeni” olarak oturtulmuş üç manken ki - ben hep aynı mankenlerin boy göstermesi karşısında Türkiye’de galiba 3 adet manken kalmış diye düşünürüm – abuk subuk sorularla kafaları iyice karıştırmayı becerdiler.

TV’lerin değişmez din uzmanı ilahiyat profesörü ise maşallah herşeyden anlıyor.

Hele Prizma seminerinin amacını anlatırken şaşırmadım, sadece tüylerin diken diken oldu:

“Bu seminerlerde insanların geçmişi unutturuluyor, gelecekleri silinmek isteniyor. Bunun amacı belli. Uluslararası örgütler bu gibi seminerlerle milletimizin geleneklerini, örflerini, millet vasfını, tarihini, kültürünü velhasıl tüm değerlerini yok etmek istiyorlar.”

Bakar mısınız düştüğümüz duruma? Üç gün süren ve  insanın kendisini tanıma senineri nelere kadir oluyormuş.

Elinde Ayşe Arman’ın Hürriyet Pazar ekinde Prizmacılar'la yaptığı röportajı sıkı sıkıya tutan ancak okuduğunu anladığından kuşku duyduğum bir psikolog hanım “Semineri verenlerin eğitimine baktım. Biri Avrupa’da pazarlamacılık eğitimi yapmış. Bu adamlar nasıl seminer verirler?” diye soruyor.

Gazeteci sıfatı ile geceye katılan bır meslekdaşımız belli ki hiç ama hiç araştırma yapmadan hop deyip zıpladığı programda “Katılanları böyle uçuruyormuşsunuz” diyerek sahne ortasında sincaplar gibi zıplamaz mı? Zıplar!

Mankenlerden biri “Orta yaşa gelmiş bir insan eğer hâlâ kendini tanıyamamışsa, üç günlük seminerde kendisini nasıl tanıyacak” deyince dondum.

Savaş Ay, Prizma’yı vergi açısından denetleyen İstanbul Defterdarı’yla yaptığı canlı bağlantıda, vergi kaçağının hangi boyutlara ulaştığını anlamak zordu. Anlamadım da.

Zabıtlara geçen 8 kırbaçın gerçekten kırbaç mı, yoksa materyel olarak kullanılan bir sembol mü olduğu ise çarşafa dolandırıldı.

Bir yandan vergi denetimi, bir yanda seminerin tarikat mı olduğu iddiası kafaları iyice karıştırdı.

Hele Bulgaristan’dan telefonla mesaj gönderen İçişleri Bakanı Aksu’nun seminere katılan birkaç polisin hakkında takibat yapacağını aktarması Savaş Ay için “İşte Bakan olaya el koydu. Zaten bizi Bulgaristan’dan izlemiş” demesi gazetecilik adına beni düşündürmedi değil.

Uzatmayayım tartışmayı. Tamamen reyting zıplaması uğruna pirenin deve yapıldığı  kakafonik tartışmada “Vergi kaçakcılığı mı”, “ Tarikat mı”, “ Seminer mi”, “ Karısını kocasından, kocayı karısından ayıran bir örgüt mü” yoksa tam tersi “Karı kocayı tekrar birleştiren sihirli bir dernek mi” yahut “ İnsanlara para tuzağı kuran teşkilat mı” olmadı “İslama karşı siyonist bir taarruz mu” ele alındı anlamış değilim.

En çok kafamı karıştıran Savaş Ay’ın bir sanatçı ile yaptığı söyleşi sırasında “Seminere iki yıl önce verdiğiniz 300 milyon lira büyük para. Adeta servet. Asgarî ücretin 250 milyon olduğu bir ülkede bu para tartışılır” şeklindeki sözleri oldu.

Seminer için talep edilen 350 dolar sanki silah zoruyla alınmış gibi.

Üstelik asgari ücretin 250 milyon bile olmadığı ülkemizde 3 bin dolar verip Petrus şarabını yudumlayan banka genel müdür yardımcısı sanki ABD’de yaşayan biriymiş gibi gerçeklerin örtülmek istenmesi bir başka tartışma konusu.

Prizma tartışması, beni yine medyanın neden güvenilir duruma gelemediği noktasına sürükledi. Hiç ama hiç hazırlanmadan, çalışılmadan, inceleme yapılmadan, alanlarında gerçekten uzman kişiler bulunmadan yapılan tartışmalar, ortaya konulan abuk subuk tezler kime güven verebilir ki? Sadece reyting grafiği yükselir. O da bir iki kere olur. Sonra dip yapar. Olan da medyanın biraz daha örselenmesine yol açar.

Neyseki Ayşe Arman gibi insana güven veren, doğruları yakalamak için olayların üstüne gidip didik didik eşeleyen röportajcılarımız var. Onun pazar ekindeki söyleşinde her şey öylesine net anlatılmıştı ki, kafamı karıştıran ATV programına keşke takılmazsaydım diye hayıflandım ama iş işten geçmişti.

Sevgiler,

Sezai

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!