Reklam ajansına bir kutu yolladı hayatı değişti

Güncelleme Tarihi:

Reklam ajansına bir kutu yolladı hayatı değişti
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 19, 2007 00:00

Her şey bir tehdit mektubuyla başladı. Serdar Erener’in reklam ajansı Alamet-i Farika’ya iş başvurusunda bulunmak istiyordu. Gazeteden kestiği harflerle "Cellocan elimizde, Özlem’i işe almazsanız sorumluluk size ait. İmza Özlem, pardon bir dost" yazdı ve gönderdi. Kağıdın sol tarafına da bir Cellocan fotoğrafı iliştirmişti.

Hemen akabinde Alamet-i Farika’ya Özlem’in CV’si de ulaştı. Beyaz bir dosya kağıdına okuduğu okulları, çalıştığı şirketleri sıralamak yerine kendini anlattığı kocaman bir kutu hazırlamıştı. Çünkü ne okuduğu üniversite ne de daha önce yaptığı işlerin metin yazarlığıyla alakası yoktu. Orman mühendisiydi ve uzun yıllar müzik sektöründe çalışmıştı. Kutu tıklım tıkıştı. Yüzücülük madalyaları, yara bandı, çivi, vida, okunmuş çikolata, minik bir kutu süt... Hepsinin bir nedeni vardı. Yara bandı ve çivi gibi şeylerle "Küçük çözümler, büyük işler başarır" demek istiyordu. Çikolatanın üzerine "okunmuş" yazarak da Türkiyeli olduğunu anlatıyordu. Sonuçta Özlem Küçükyılmaz(32) işe alındı. Hikayesi kariyer seminerlerinde anlatıldı. Ve sayesinde Alamet-i Farika’ya kutu yağmaya başladı. Şimdi reklamcı olmak isteyen gençler Özlem Küçükyılmaz gibi kutu ile işe başvuruyor. Ama Özlem onlara daha yaratıcı olmalarını öneriyor. "Kutu bir kere yapılmış bir şey. Başka bir şey yapmak lazım. İnsanın kendini ifade edebileceği bir yol mutlaka vardır."

Adana’da doğdu. Muhalif tarafını sendika ile uğraşan babasından, sosyal tarafını kozmetik mağazası sahibi annesinden aldı. Ortaokul, lise yıllarında okul sonrasında annesine yardıma gidiyordu. Bu sayede insan ilişkileri gelişti, bakımlı kadın nasıl olur öğrendi. Sosyal bir çocuktu. Bütün müsamerelere katıldı, başrolleri hep o kaptı. İyi bir yüzücü olmak tek tutkusuydu. Hayatının 12 yılında hiç durmadan kulaç attı.

18 yaşında üniversiteyi kazanıp İstanbul’a geldi. Okul, İstanbul Üniversitesi Orman Mühendisliği Fakültesiydi. Bu bölümün karakteriyle ve hayalleriyle uzaktan yakından alakası yoktu. Sekiz yaşından beri yazar olmak istiyordu. Ama nedense bu konuda bir hamle yapmıyordu. Yazdığı şiir ve öyküleri kimseyle paylaşmıyor, sadece duruyordu. Besbelli bir mucize bekliyordu.

Üniversiteden mezun olduğu yıl aşk çıkageldi. Hemen evlendi, hemen hamile kaldı ve bir kızı oldu. 2 yaşına kadar kendi baktı. Kızı üç buçuk, kendi 28 buçuk yaşındayken boşandı. Bu arada Dream Design Factory’nin müşteri tarafında çalışıyordu. Müzik sektörüne geçti. Farklı firmalarda satış, pazarlama yöneticiliği yaptı. Tarkan’dan Nazan Öncel’e, Mustafa Sandal’dan Özcan Deniz’e kadar bir çok ünlünün telif haklarını onların adına kovaladı. O sırada da şiir, öykü ve şarkı sözü yazıyordu ama her zamanki gibi kendine saklıyordu.

32 yaşına bastığı gün kendine gelmeye, yazmakla ilgili çabalamaya karar verdi. Kafasında uçuşan senaryolardan birinin kurgusunu tamamladı, bir sitcom projesine dönüştürdi ve BKM ile görüşmeye gitti. BKM çok beğendi ama dramaya ihtiyaçları vardı, Özlem’e bir dram senaryosu siparişi verdiler.

ÇOK ÜŞÜR, ŞİİR YAZAR, ANNE

Senaryolarını okuyanlardan hep aynı öneriyi duyuyordu: "Kıvrak bir kalemin var, reklam yazarı olmayı denesene..." Deneyecekti de kendine pek güveni yoktu. 32 yaşındaydı, hiç deneyimi yoktu, üstüne üstlük orman mühendisiydi. Bir gün gazetede gördüğü bir ilan onu motive etti.

Serdar Erener’in sahibi olduğu reklam ajansı Alamet-i Farika eleman arıyordu, yaratıcı olduğunu düşünenleri görüşmeye çağırıyordu. Oturdu CV’sini yazdı ama yazdığı şeyden hiç memnun kalmadı. "Bu ben değilim ki" diye düşündü. Daha yaratıcı bir şey yapmazsa işe alınmayacağını biliyordu. İlk iş CV’sini poşet bir dosya kağıdına koydu. Üzerine küçük pos-itlerle gerçek Özlem’i anlatan kelimeler yazdı: "Çok üşür, şiir yazar, anne, sıcakkanlı, hızlı..." Ertesi gün sokakta gezerken iki rozet gördü. Birinde "Hayatta her şey olabilir", diğerinde de "Bakalım bugün neler olacak" yazıyordu. Hemen satın aldı. Kendini, hayata bakışını anlatacak bir kutu hazırlayacaktı. Kutunun en üstüne de bu rozetleri iğneleyecekti.

İlk iş edebiyata olan ilgisini yansıtmaktı. Şiirlerini, öykülerini ve senaryolarını itinayla kutunun zeminine yerleştirdi. Yazma tutkusundan ötürü gelişen kırtasiye bağımlılığını anlatmak için bir sürü kalem ekledi. Hayatının dönüm noktası olan kitabı unutamazdı: "Nazım Hikmet’in Kemal Tahir’e Mektuplar kitabı benim için çok önemlidir. Kitabın ilk sayfalarında Nazım Hikmet’in bir şiiri var. Şiirin bir yerinde ’kayısı gibi’ diye bir laf geçiyor. İlk okuduğumda o laf beni rahatsız etti. Kitabın ortalarına doğru Nazım Hikmet, Kemal Tahir’e yazdığı bir mektubunda şöyle diyordu: ’Şiirim hakkında yaptığın tenkitleri okudum. Gerçekten de kayısı gibi lafı lüzumsuz, çıkaracağım.’ Bu cümleyi okuduğumda ayaklarım yerden kesilmişti. İyi yazı yazacağımın ilk sinyali budur."

Senaryo ve kitaplardan sonra kutuya çift taraflı bant, ataç, kilit ve vida gibi araç gereçler koydu. "Küçük çözümler, büyük işler başarır" demek istiyordu. 12 yıllık yüzücülük deneyiminde kazandığı madalyalar ilk defa işe yaradı. Onlar sayesinde disiplinli ve sabırlı olduğunu anlattı. Para kazanmanın da önemli olduğunu vurgulamak için kutuya 50 kuruş attı. Reklamcılık sektörünü takip ettiğini, Love Mark, aşkla bağlanılan markalar terimini bildiğini anlatmak için küçük bir kutu Pınar süte kalpler bağladı.

Yedi yaşındaki küçük kızından bahsetmemek olmazdı. Defne’nin okuma yazmayı ilk söktüğü gün yazdığı notu kutuya koydu. Notta "Anneciğim sen olmasaydın ben ne yapardım" yazıyordu.

HIZLIYIM ÇÜNKÜ TEMBELİM

Yazdığı birkaç şarkı sözü tesadüf eseri birilerinin kulağına gitmiş ve ünlü şarkıcıların albümlerinde yer almıştı. Emel Müftüoğlu, Yonca Lodi ve Sedat bunlardan üçüydü. Üçünün CD’si de kutudaki yerlerini aldı. Kutuyu açanların gülümsemesi için "İstediğiniz kişiye sekiz dakikada nasıl evet dedirtirsiniz" isimli kitabı da koydu. Üstüne de "Bana cevap vermeden önce lütfen bunu okuyun!" yazdı. Bir de ilaç prospektüsü yerleştirdi. "Enine boyuna incelerim, etkileri ve yan etkileri hep göz önünde tutarım" demek istiyordu. Türkiye’yi iyi tanıdığını da marketten aldığı çikolatanın üstüne "Bu okunmuş bir çikolatadır. Bunu yiyen bana evet der" yazarak anlatıyordu. En sona bir itiraf saklamıştı. Oyuncak aslancık, hem aslan burcu olduğunu hem de aynı ormanlar kralı gibi yan gelip yatmayı sevdiğini anlatıyordu. "Bir işi çabuk yapıyorsam, tembellik moduna çabuk geçmek içindir" diyordu.

Fotoğraf büyük sorundu. Özlem vesikalık çektirmekten nefret ediyor, hiçbirinde kendi gibi çıkmıyordu. Çareyi kutuya büyük ebatlı, çerçeveli fotoğraflar koymakta buldu.

Sonunda dolup taşan bu kutuyu Alamet-i Farika’ya gönderdi. İlk görüşmede neyi ne için koyduğunu anlattı. Herkes çok etkilendi ama diğer başvuruları da değerlendirmek için Özlem’i yaklaşık iki ay beklettiler. Özlem bu iki ayda da boş durmadı. Taciz telefonları, e-mailler ve mektuplar yollamaya devam etti. Bir gün "Ne zaman karar vereceksiniz, dokuz doğurdum" diye telefon açtı. Ertesi gün dokuz tane bebek resmi postaladı.

Ve 10 Ocak’ta işe başladı. İki aylık bir deneme süresinin ardından metin yazarı oldu. Ekibe alışması, diğer reklamcıların bir orman mühendisini kabullenmesi zor oldu ama oldu. Özlem, "Bu yaşadıklarım bazen bana rüya gibi geliyor" diyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!