Polislik hayallerini o gereksiz kavga bitirdi

Güncelleme Tarihi:

Polislik hayallerini o gereksiz kavga bitirdi
Oluşturulma Tarihi: Eylül 20, 2004 00:31

İntihar etme kararıyla sakin bir köşe aramaya başladı. Ayaklarını sürükleyerek bilinçsizce dolaşırken cep telefonu çaldı. Arayan ağabeyi Fethi idi. Uzun bir konuşmadan sonra Toygar’ı, ikna etti.

(...)

‘Bu kızla mektup arkadaşı olmak istiyorum. Sen güzel mektup yazıyorsun. Benim adıma bu kıza yaz’ dedi, not aldığı adresi uzattı. Toygar, adrese bakmadan itti elini. ‘Bu dürüstçe olmaz. Arkadaş olmak istiyorsan sen yazmalısın.’


Polis okulu sınavını kazandığında çok sevinmişti. Doktor raporu almak üzere hastaneye giderken sağlığından en ufak bir kuşku duymuyordu. Toygar, kendinden emin girmişti üroloğun odasına. Muayene eden doktor, gözlerini kaldırıp, ‘Rapor veremem’ dediğinde yıkıldı. ‘Neden’ diye sordu, ‘Neyim var benim?’

Doktor, masasına dönerken ‘Varikosol’ dedi. ‘Sol yumurtalığında bir damar problemi var. Çok önemli değil, ameliyatla düzeltilebilir.’ Fakat ameliyat olmadan ‘Polis olabilir’ diye rapor alamayacaktı. Sağlık raporu olmadan polis okuluna kayıt yaptırması mümkün değildi!

Hasta olduğuna mı yansın Toygar, yoksa polis olamayacağına mı? Zaten bahtı kara bir insan olduğuna inanırdı hep. Doktorun yanından ayrılırken yaşama gücünü kaybetmişti.

Babası, evin önünde kurşunlandığında henüz 18 günlüktü. 36 yaşında yaşama veda eden babası geride Toygar ile birlikte sekiz çocuk ve üç kadın bırakmıştı. İki karısı, bir de sevgilisi vardı babasının.

Çocukluğu sefalet içinde geçti. Okumayı seviyordu, ilkokulu başarıyla bitirdi. O yaz köye gelen amcası, ‘Yenge izin verirsen Toygar’ı ben okutmak istiyorum’ dedi. Annesi kabul edince Toygar, yaşamında ilk kez köyden ayrılıp, kentle tanıştı.

Amcası, onu Aydın’da İmam Hatip Lisesi’ne kaydettirdi. Bir de yurt bulup yerleştirdi. Toygar, yeni arkadaşlar edinmiş, çabuk alışmıştı yeni düzene. Bir yıl böyle geçti.

Sınıfı başarıyla geçtiğini öğrendiği sırada yurt müdürü çağırdı. ‘Senin ne arayanın var, ne soranın. Yurttan ayrılman lazım.’ Yurda fakir kontenjanından alındığını o zamana dek bilmiyordu.

Yurttan gizlice kaçtı

Utandı, hiçbir arkadaşına söyleyemedi yurttan ayrılmak zorunda olduğunu. Ertesi sabah erkenden kitaplarını, üç beş parça eşyasını toplayıp çantasını hazırladı. Kimseyle karşılaşmamak için kapıdan çıkmadı. Gizlice, arka taraftaki kömürlüğün üzerine atladı.

Babaannesinin evine sığınsa da yurttan atılma travmasından kolay kurtulamadı. İkinci sınıfta iki dersten kalınca yeniden köy yolu gözüktü. Annesi onu Muğla’daki ablasının yanına gönderdi. Eniştesi, meslek sahibi yapmak istiyordu Toygar’ı. Üç yıl onun yanında inşaatlarda çalıştı, bir yandan da okula devam edip meslek lisesini bitirdi.

Askere giderken, gelecekle ilgili ümitlerini tüketmişti. Askerden döndükten bir yıl sonra yepyeni bir kapı açıldı önünde: Polis Okulu! Kendini bildi bileli polis olmayı isterdi Toygar.

Çocukluk rüyasıydı polislik. Öğrenci alınacağını duyunca borç harç para bulup başvurdu. Sınavı kazanınca çok sevindi. Yaşamında yepyeni bir yol açıldığını düşünüyordu. Umut kaplamıştı yüreğini. Yine borç parayla rapor için hastaneye giderken, kötü günleri geride bıraktığına inancı tamdı.

Yepyeni ve mutlu bir gelecek ile arasına ‘Sağlık raporu’ engeli girince mücadele gücünün tükendiğini hissetti. Hayır, artık kavga edemeyecekti yaşamak için!

İntihar etme kararıyla sakin bir köşe aramaya başladı. Ayaklarını sürükleyerek bilinçsizce dolaşırken cep telefonu çaldı. Arayan ağabeyi Fethi idi. Uzun bir konuşmadan sonra Toygar’ı, ikna etti.

Ağabeyinin yardımıyla kaymakama başvurup, kısa sürede yeşil kart çıkardı. Bu kartla da ameliyat olup, sağlık raporu almayı başardı. Artık sorun aşılmış, polis okuluna girmesinin önünde bir engel kalmamıştı.

Kavgayı önleyemedi

Okulun açılmasını bekliyor, bir yandan da inşaatlarda çalışıp para biriktiriyordu. Eğitime başlamasına dört gün kala, 7 Eylül akşamı bir arkadaşına rastladı. Onun motorsikletine bindi. Dolmuş durağına kadar onunla gidecekti.

Ana caddede gidiyorlardı. Asfaltın kenarındaki çukura girmek istemeyen arkadaşı, yolu ortalayıp geçti oradan. Bu sırada arkadan hızla gelen bir araç, onları yolun kenarına savurdu. Araçtaki gençler, motorsikletin aniden önlerine geçmesine kızmışlardı. Az ilerde durup indiler arabadan. Üç kişiydiler, üçü de sarhoştu.

Kavga etmek, Toygar’ın o sırada isteyeceği en son şeydi. Bağıra çağıra saldıran üç genci durdurmak istedi. Araya girip, arkadaşını dövmelerini önlemeye çalıştı.

Fakat arkadaşı kaçınca sarhoş gençlerle karşı karşıya kaldı. Ne yazık ki, laf anlayacak durumda değillerdi. Onun üzerine yürüdüler bu kez. Tartaklanan Toygar, sırtüstü yere düştü.

Bu sırada karanlıkta önünü göremeyen gençlerden biri, Toygar’ı iteyim derken yol kenarındaki boşluğa düştü. Bir metreden daha yüksekti düştüğü yer. Taşlara çarpan başı yarılmış, kanıyordu. Kavgayı bırakıp, yaralıyı arabaya taşırlarken polis geldi.

Başı kanayan genci hastaneye bıraktıktan sonra karakola gittiler hep birlikte. Herkes birbirinden davacı oldu tabii ki. Savcı, ertesi gün üçünü de serbest bıraktı. Bu sırada yaralanan gencin tedavisi sürüyordu. Yoğun bakıma alınmıştı.

Toygar, polisliğini engelleyecek yeni bir sorun çıkacak diye çok korktu. Üç gün sonra Nazilli’ye giderken hala endişeliydi. Ama Polis Meslek Yüksek Okulu’nun kapısından içeri adım atıp, üniforma giyince olanları unuttu. Bütün enerjisini derslerine vermiş, mutluluktan uçuyordu. Ta ki, bir hafta sonu kötü haberi alıncaya kadar devam etti.

Arkadaşı, ‘Kavgada yaralanan genç ölmüş’ dediğinde inanamadı önce. Tam 50 gün geçmişti aradan. Belleğinden silip attığı olay, başına bela olmuştu. Bebeklikten başlayan kötü talihi yine peşini bırakmamıştı! Ne yapabilirdi ki?

Üniformayı çıkaramadı

Ağır Ceza Mahkemesi, Toygar için gıyabi tutuklama kararı almıştı. Hemen mazeret izni aldı. Bu sorunu çözmesi gerekiyordu. Üniformasını çıkarırken gözleri doldu. Acaba yeniden giyebilecek miydi? Bilmiyordu, bildiği tek şey o üniforma için mücadele etmesi gerektiğiydi.

Bir avukat bulup, onunla birlikte gitti savcıya. Fakat umduğu kadar kolay olmadı kurtulmak. Savcı, ‘Ben düşürmedim onu. Karanlıkta önünü göremeyip kendisi düştü’ diyen Toygar’ın savunmasını ikna edici bulmadı. Serbest bırakmak yerine, tutuklatıp cezaevine gönderiverdi. Çünkü, kavgadaki öbür iki genç onu suçluyordu.

İşin kötüsü, cezaevinde de sempatiyle karşılanmadı. Doğal olarak, mahkumlar polisleri günahları kadar sevmiyordu. Toygar polis okulundan gelmişti. Polis olmasa da polis adayıydı, onlardan sayılırdı!

Oysa polisliği iyiden iyiye tehlikeye girmişti. Cezaevi, bir karabasan gibi çöktü üzerine. Bir yandan polis olamayacağı düşüncesi, bir yandan da mahkumların dostça yaklaşmaması hayli zorladı onu.

Çok geçmeden son ümidi de suya düştü. Savcı, ‘kastı aşmak suretiyle adam öldürdüğü’ iddiasıyla dava açmıştı. İyice karalar bağladı, ağzını bıçak açmıyordu. Mektup yazarak, duruşmaları bekleyerek geçiyordu zamanı.

Bir gün yatağında uzanmış kitap okurken, mahkumlardan biri geldi yanına. Dinlediği radyoda, küçükken çocuk felci geçirdiği için başkalarının yardımıyla yürüyebilen engelli bir kızla yapılan söyleşiyi dinlemişti. Sunucu, ısrarla kızdan adresini vermesini istemiş, o da dayanamayıp söylemişti adresini.

‘Bu kızla mektup arkadaşı olmak istiyorum. Sen güzel mektup yazıyorsun. Benim adıma bu kıza yaz’ dedi, not aldığı adresi uzattı. Toygar, adrese bakmadan itti elini. ‘Bu dürüstçe olmaz. Arkadaş olmak istiyorsan sen yazmalısın.’

Kısa bir süre sonra, bir duruşmadan yine tahliye umudunu ertelemiş olarak döndüğünde, mektup yazmasını isteyen mahkum önünü kesti. ‘Ben yazamayacağım. Al istiyorsan sen kendin yaz.’

İsteksizce aldı kağıdı. Yatağına uzanırken okudu adresi. Kağıda baktıkça ‘Neden olmasın?’ sorusu uyandı zihninde. Belki de iyi gelirdi yıkılmışlığına.

Kağıt kalemi eline alıp, mektup yazdı tanımadığı Hülya’ya. Kısa süre sonra yanıt geldi. Birbirlerine moral aşılamaya çalışıyorlardı. Mektuplar giderek sıklaşmakla kalmadı, dili de değişti. Sekiz ay boyunca sayısız mektup gidip geldi aralarında.

Kavganın tanığı da cezaevine girince

Toygar, rutin bir volta sırasında karşı koğuşun avlu kapısını gördü. Gözlerine inanamadı. O akşam yolda kavga ettiği gençlerden biri oradaydı! Gerçeği söylemeyip, cezaevinde yatmasına neden olanlardan biri!

Bir mucize gerçekleşmiş, Buğra adlı o genç de başka bir suçtan cezaevine girmişti. Demir parmaklıklar gidip onunla konuşmasına engel oldu. Konuşabilse, gerçeği söylemesini isteyecekti.

Konuşmadan yerine geldi bu isteği. Toygar, mahkemede o gençlerin yeniden dinlenmesini istemişti. Buğra’yı getirdiler duruşmaya. Nefesini tutup dinledi Toygar.

Dili çözülmüştü Buğra’nın. Her şeyi olduğu gibi anlattı. Arkadaşını Toygar’ın aşağı atmadığını, kendisinin karanlıkta göremeyip düştüğünü söyledi. Cezaevinde yatmak değiştirmişti onu.

Hakim, tahliye kararını açıklarken Toygar kulaklarına inanamadı. ‘Umudunu yitirme, suçsuzsan adalet yerini bulur’ diyen Hülya haklı çıkmıştı.

Cezaevinden çıkınca ilk işi, Hülya’ya telefon etmek oldu. Sesini duymak muhteşemdi! Heyecandan dili tutulacaktı neredeyse.

Birkaç gün sonra Hopa yoluna düşmüştü bile. İlk gördüğünde söyledi, ‘Seni seviyorum’. O da aynı heyecanla karşılık verdi. Üç ay kadar sonra evlendiler.

Hülya’yı kazanmıştı ama polislik hayali de bitmişti. Beraat etmesine rağmen polis okuluna geri dönemedi.

Yaşam öykünüzü bekliyoruz

Fax: 0 (212) 677 0 888

e-mail: fbildirici@hurriyet.com.tr

Mektup adresi: Anlatsam Roman Olur Hürriyet Medya Towers Güneşli/İstanbul.

Web sayfası: www.hurriyet.com.tr/anlatsam

ÇARŞAMBA

KIBRIS’TA SAVAŞAN ASTSUBAYIN ÖYKÜSÜ
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!