Örgürlüğün kıymetini bilin için

Güncelleme Tarihi:

Örgürlüğün kıymetini bilin için
Oluşturulma Tarihi: Mart 10, 2005 17:49

Armağan Çağlayan’ın Kelebek’teki röportajını okumuşsunuzdur. Okumayanlar okusun diye, olduğu gibi aldım bu köşeye. Maksat, içinizi ezmek değil. Özgürlüğün kıymetini bilin, bilirsiniz de hatırlayın istedim! Tek bir ağacın, gökyüzünün, sabah yataktan kalktığınızda ayağınızın altındaki halının, canınız istediğinde bir duş yapmanın, gece pencereyi açıp hava almanın... ne nimet olduğunu unutmayın istedim!..

GECE BİR UYANIYORUM EVİMDEYİM SANIYORUM

Oğlu kanser tedavisinde, kendisi burada. 29 yaşındaki Aydan C. bazen cezaevinde olduğunu unuttuğunu anlatıyor: ‘Gece uyanıyorum, kendimi evimde zannediyorum. Onun üzerini örtmek için uzanıyorum... Birden elim ranzanın demirlerine değiyor ve işte o anda cezaevinde olduğumu anlıyorum?

Armağan ÇAĞLAYAN / Kelebek, 10.03.2005

Yıllar önce avukatlık stajı yaparken bir kez gittiğim Kocaeli Cezaevi’nde gördüklerimden ve duyduklarımdan çok etkilenmiş, uzunca bir süre kendime gelememiştim.

Pazar sabahı saat 11.00’de Kocaeli Cezaevi’nin kapısından içeriye girdiğimde huzursuzdum. Kısa bir koridordan direkt olarak avluya çıktık, sol tarafında koğuş var. Ama koğuşa girmemize izin yok. Sadece mutfak ve televizyon izleme odası olarak kullandıkları alanlara girebileceğiz. Bu kısımlara doğru ilerlerken, hálá çok tedirginim.

Televizyon izleme bölümüne girdiğimizde, koğuşun avluya bakan camlarından beni gören tutuklu kadınlar önce şaşırdılar. Sonra, ‘İsteyen herkes gelebilir, istemeyen hiç kimsenin resmini çekmeyeceğiz’ deyince, koğuşlarından tek tek çıkıp yanıma geldiler. Hepsi sobanın etrafına dizildi. Bir tarafta ben, savcı, cezaevi müdürü ve infaz koruma memurları, diğer tarafta tutuklular... Uzun bir sessizlik oldu.

Sıcak çaylar aramızdaki buzları da eritmeye başladı. Hepsinin ortak derdi çocuklarıydı. Hepsinde ‘Ya buradan çıktığımda toplum beni kabul etmezse, ailem beni kabul etmezse’ korkusu vardı.

Tam bu sırada koğuştan bir çığlık geldi. Çığlık, giderek bir bebeğin ağlamasına dönüştü. Biri koğuşun kapısından bağırdı:

‘Tuğçe’yi getirseneeee...’

Tuğçe sımsıkı sarılmış kundağı ile geldi. Daha 40 günlük. Annesi ile birlikte yaşamaya çalışıyor Kocaeli Cezaevi’nde. Kucağıma verdiler. Benim kucağımda hiç ağlamadı... Sustu. Yüzüne, gözlerine bakamadım Tuğçe’nin. Sonra annesi aldı kucağımdan, hiç konuşmadan tekrar koğuşuna döndü.

Oturduğumuz salonda açık olan televizyonda, ‘hayvanları anlatan bir belgesel’ sürüp gitti, biz konuşurken. Sonradan anlattılar, belgesel seyretmeyi çok seviyorlarmış meğer. ‘Doğayı görüyoruz, kuşu, köpeği görüyoruz’ dediler...

Avluya çıktık. Önceleri resim vermek istemeyenler de resimlere girdiler. O çok sıkıldıkları hafta sonlarına bir renk gelmişti. Hepinizi Allah kurtarsın!

ANNEM CEZAEVİNDE OLDUĞUMU SAKLIYOR

Aydan C. 29 yaşında. Kocaeli Cezaevi’nde tutuklu. 11 yaşında, kanser tedavisi gören bir oğlu var. Görüş günlerine yakınlarından hiç kimse gelmiyor. Annesi, onun cezaevinde olduğunu, herkesten gizliyor.

Ben hiçbir şey sormadan, ‘Ben bazı şeyleri yapmış olabilirim ama ne yaptımsa çocuğum için yaptım’ diye başladı anlatmaya...

- Çocuğunuz suçluyor mu sizi?

Ben buraya geldiğimde sadece bir kere mektup yazdı, o da çok kısaydı. Onu göremiyorum.

- Kaç yaşında oğlunuz?

Daha 11’inde. Kanser sebebiyle üç yaşındayken gözünü aldılar. Ama benim bütün hayat mücadelem sadece çocuğum için. Kanser hastalığının tedavisi için çok para gidiyor.

- Nasıl geçiyor günler cezaevinde?

Burada zaman çok farklı akıyor. Buradaki herkesin yaşı aynı. Mesela ben 29 yaşındayım, 18 yaşında olan kızlar da var. Ama sanki hepimiz aynı yaştayız. Cezaevine girince herkes aynı sosyal statüye geliyor. Aynı saatte kalkıyoruz, aynı karavanada yiyorsunuz, aynı şeyleri kullanıyorsunuz, aynı saatte yatıyorsunuz. Sonuç hep aynı, hep aynı mahkum! Hatta burada olmak güven bile veriyor insana!

- Bir savunma mekanizması mı?

Biliyor musunuz, biz burada saat takmayız. Burada zaman hep başka şeylerle ölçülür.

- Neyle ölçülür mesela?

Karavana saati... Öğle yemeği geldiyse eğer, saat 12’dir. Akşam yemeği geldiyse saat 5’tir. Sayım saati geldiyse saat 8’dir.

- Takvim var mı?

Bir tek ‘hükümlüler’in takvimi vardır. Hükümlüler yataklarının yanına takvim asarlar. Biz ‘tutuklular’ takvimleri hiç kullanmayız. (Tutuklu, davası devam eden henüz cezası kesinleşmemiş mahkum. Hükümlü ise davası bitmiş cezası kesinleşmiş mahkum.)

MAKYAJ MALZEMESİ BULUNDURMAK YASAK

- Kadın olarak cezaevinde olmanın en zor yanı ne?

(Ağlayarak) Çocuklardan ayrı kalmak. Ama sonra da buraya alışmanın korkusu sarıyor insanın içini. Buraya ilk geldiğinizde önce tepki veriyorsunuz. İlk kavganız, ilk tartışmanız, ilk banyo gününüz. Sonra bu çarkın dönmesine alışıyorsunuz, cezaevi saatlerine göre yaşamaya başladığınız anda ‘Artık ben burada kaldım’ korkusu başlıyor!

- Ne olacağım korkusunu da taşıyor musunuz içinizde?

Her zaman değil... Zaman zaman çok çıkmak istiyorsunuz buradan. Mesela benim evim falan yok dışarıda, dağıldı. Hiçbir şeyim yok. Bir tek çıktığımda şu anda annemin yanında olan çocuğumu alacağımı biliyorum, o kadar. Annemin yanında kalamam çünkü annem beni dışlıyor. Herkesten burada olduğumu saklıyor. Utanıyor.

- Kıskançlıklar, bu kadar kadın birarada olunca daha da büyümüyor mu?

Neler neler oluyor. İşte bu sebeplerle cezaevlerinde makyaj malzemesi kullanmak ve bulundurmak yasak. Ayrım olmasın diye.

- Burada kadın olmaktan kaynaklanan sorunlarınız neler?

Burası çok hijyen bir yer olmadığı için, regl dönemleri biraz sorunlu oluyor. Bir de kadın pedini kantine ısmarlamaya utanıyoruz mesela. Herkes başkasının isminin altına yazıyor ısmarladığı pedi. (İlk kez gülüyor) Burada diğer bir sıkıntı da banyo sorunu. Haftada bir kez banyo yapabiliyorsunuz. Ayrıca daha fazla dine düşkün oluyorsunuz.

- Keşke erkek olarak dünyaya gelseydim diyor musunuz?

Kesinlikle istemezdim. Çünkü ben bir kadın olarak cezaevinde yatağımı toplayabiliyorum, temizliğimi yapabiliyorum.

- En büyük sorun nereden çıkıyor koğuşlarda?

Banyo sırasından, mutfağın lavabosunun temizliğinden, saçma sapan şeylerden aslında! Ama bütün bu sorunları görevlilere yansıtmamaya çalışırız.

MAGAZİN PROGRAMLARINA VE ÖZCAN DENİZ’E ÇOK KIZIYORUZ

- Kavgalar dargınlıklar, küslükler oluyor mu?

Yok olmuyor öyle şeyler. Burada paylaşmayı öğreniyorsunuz. Dışarıdayken asla yapamam dediğiniz şeyleri yaptığınızı görüyorsunuz. Mesela arkadaşınız size ‘kıyak geçiyor’ ve onun banyo saatinde onunla beraber girip, banyo yapıyorsunuz. Cezaevi jargonunda banyo saatinizi başkası ile paylaşmanıza ‘kıyak geçmek’ deniyor!

- Ya cinsellik?

Buradaki kadınlar o kadar çok kendi dertlerine düşmüşler ki, kimsenin aklında cinsellik yok. Hiçbir şey dışarıda konuşulduğu gibi değil. Hiç böyle şeylere rastlamadım. Zaten herkes kendi derdinde, nereden aklına gelsin cinsellik? Kadın olduğunuzu unutuyorsunuz zaten! Burada yaş yok, zaman yok, cinsiyet yok!

- Burada bir televizyon izleme odanız var. Neler seyrediyorsunuz en çok?

Magazin programlarını asla seyretmeyiz. Çünkü kızıyoruz onlara biz. Mankenlere, şımarık sanatçılara çok kızıyoruz. Birde zenginliği fazla ön plana çıkaran dizileri hiç seyretmeyiz. Bu aralar en çok Özcan Deniz’e kızıyoruz. Ona kızdığımız için de onun dizisini asla seyretmiyoruz.

- Niye kızıyorsunuz Özcan Deniz’e?

O çok burjuva oldu. Önceden geldiği yerler belli. Ama şimdiki dizisinde saray yavruları gibi evler gösteriyor, yok iki karılar, sevgililer falan, kızıyoruz işte. Biz de seyretmiyoruz, ‘Ben buralarda ne eziyetler çekiyorum, senin bana gösterdiğin şeye bak’ diye kızıyoruz işte!

- Buraya ilk girdiğiniz gün ne hissettiniz? Artık ben hayatımı toparlayamam dediniz mi?

Bu duygu hala var. Hayatımı toparlayamam gibi geliyor. Korkuyorum?

- Bu gelecek korkusuyla yaşamak çok yorucu değil mi?

Hem de nasıl zor! Buradaki, herkesin korkusu artık hayatımı toparlayamayacağım diyedir. En yakınlarımda bile bu korkuyu yaşıyorum. Mesela kız kardeşimden mektup gelse, yazdığı kelimelerden beni eleştirdiğini hissediyorum. Çok ağır suçluluk duygusu hissediyorum?

- Niye?

Onları çocuğumun dertleri ile yalnız bırakmış olmaktan, çocuğumun hastalığında yanında olamamaktan? Bazen gece uyanıyorsunuz evinizde zannediyorsunuz kendinizi. Ve çocuğunuzun üzerini örtmek için uzanıyorsunuz! Birden elim ranzanın demirlerine değiyor ve işte o anda cezaevinde olduğumu anlıyorum? (Ağlamaya başlıyor) Ondan sonra da 20 dakika kendime gelemiyorum. Bazı sabahlar evdeymiş gibi hissediyorsunuz kendinizi, sanki halıya basacakmışsınız gibi geliyor. Ama ayağınızı yataktan uzattığınız anda buz gibi taşa basınca, üşüyorsunuz kalkınca ve işte o anda cezaevinde olduğunuz anlıyorsunuz! Ben burada olduğum için oğlumun da acı çektiğini düşünüyorum ve ona acı çektirmeye hakkım olmadığını düşündükçe daha fazla acı çekiyorum. Bunlar çok kötü şeyler. Hiç kimse yaşasın istemem!

- Cezaevi psikoloğundan profesyonel yardım alıyor musunuz?

Bir kez gittim. Bir daha da gitmedim. Sorun sadece burası değil ki, dışarıdayken de sorun vardı. Neden dine bu kadar bağlanıyorsunuz ki? Her şeyde niye Allah’a dua edip ‘affet beni’ diyorsunuz sizce? Her şeyde Allah’a sığınmaya başlıyorsunuz... Tamamıyla bir kaçış!

BURADAYKEN EN ÇOK YAŞ PASTAYI ÖZLÜYORUZ

- Ne üzüyor en çok sizi?

(Hıçkırarak ağlamaya başlıyor) Bazen evde sabahları uyanıp oğlumu okula göndermek bana çok zor gelirdi, şimdi o zamanlar öyle hissettiğim için çok büyük pişmanlık duyuyorum burada. Buradaki demirlerden o zaman daha çok nefret ediyorum! Akşam ezan okunmasına yakın, avlunun kapısı kapanacağı zaman, işte o zaman canım hep avluya çıkmak istiyor. Bütün gün çıkmamışım, ama avlunun kapısının kilitleneceğini hissettiğim an, avluya çıkmak istiyorum!

- En zor saatler ne zamanları?

Güneşin avluya en çok vurduğu saatler. O zamanlar güneşi yakalamaya çalışıyorsunuz. Güneşi, avluda sandalyenizle beraber takip edersiniz. Bir bakarsınız çöpün yanına gelmişsiniz. Başka zaman o çöpün yanında sizi hiç kimse oturtamaz. O çöp kokusunu duymazsınız bile. Bizim bu avlumuzdan tek bir ağaç gözüküyor. O ağaç da gardiyanların bulunduğu yerin oradaki demire tırmanınca gözükür. Ben bu kilomla o demirlere tırmanıp, oradaki ağacı görmeye çalışıyorum. Burada hiç kimse o demire tırmanıp da ağaca bakanlara deli gözüyle bakmaz! Akşam olup gardiyanlar evlerine giderken şakalar yaparız onlara. ‘Biz de gelelim. Bu akşam bizi misafir etmez misiniz?’ diye. Sabahları herkes gardiyan Cavidan ablanın gelmesini bekler. Çünkü Cavidan abla parfüm sıkar gelir. Parfüm kokusunu duyarız Cavidan abladan!

- Parfüm de mi yasak?

Yanıcı madde olduğu için yasak! İşte Cavidan Abla’nın o parfüm kokusunu bile beklersiniz burada. O parfüm kokusuyla bir anda kendinizi Akmerkez’de bir parfüm mağazasındaymış gibi hissedebilirsiniz. Burada Akmerkez esprisi çok yapılır. Masadan kalkarsınız arkanızdan ‘Nereye?’ derler, siz de ‘Akmerkez’e gidiyorum’ dersiniz!

- Anneniz cezaevinde olduğunuzu herkesten saklamasına rağmen siz bu röportajı kabul ettiniz, niye?

Belki oğlum okur ve beni affeder! Ben buraya başka bir kimlikle girdim. Tutuklandığımda üzerimde başkasının kimliği vardı. Şu anda o isimle burada tutukluyum. Ve oğlumla soyadlarımız tutmadığı için beni ziyaret edemiyor. Tam gerçek kimliğimi mahkemede açıklayacaktım ki, başka bir suçtan İstanbul’dan başka bir dosyam geldi. Şimdi kimliğim düzelecek ve en büyük korkum, ya kimliğim düzelip oğlumun beni ziyarete gelmesinde yasal bir engel kalmadığında da oğlum beni ziyarete gelmezse ne yaparım ben?

- Eski eşiniz nerede?

O da cezaevinde.

- Neyi özlüyorsunuz en çok?

Yaş pastayı...

- Hüzün çöküyor mu tahliye olanların arkasından?

Ne diyorsunuz siz? Burada bir inanış var. Tahliye olanlar asla hiçbir eşyasını bırakmazlar cezaevinde. Eşya kalırsa, tekrar o eşya onu çağırır derler! Bir tek terliklerini bırakırlar, o terlikler de kalanlar tarafından hemen sobada yakılır. Tahliye olan eğer bir eşyasını bırakırsa, buraya döneceğine inanılır.

- Rüyanızda ne görüyorsunuz en çok?

Bir rüya tabirleri kitabımız var. Rüyalara çok önem veririz, paylaşırız ve hep affa yorumlarız rüyaları.

- Görüş günleri zor mu?

Görüş günü, görüşü gelmeyenler için çok zor. Benim görüşüm gelmiyor, her görüş günü ağlarım. Kimse de gelip yanımda görüşünde yaptığını anlatmaz. Burada açık görüş günlerinden önce bütün mahkum arkadaşlar, ziyaretçilerine ikram etmek için alışveriş yaparlar, giyinirler, süslenirler. Burada en çok hafta sonlarından nefret ederiz biz. Zil hafta sonları hiç çalmaz. Hafta içi , hiç olmazsa kuşlu bir zilimiz var! Ama dışarıya çıktığımda evimin zili asla kuş sesli olmayacak!

- Son sözünüz nedir Aydan Hanım?

Gelecekten hiç kilitlenmeyen açık kapılar umut ediyorum. Kapılar hiç kapanmasın.

*

GECELERİ KAPILAR KİLİTLENİR

Buraya ilk geldiğimde yaşadığım bir şeyi anlatayım size. Bütün koğuş ağlamıştı o gün olanlara. Ben yılbaşından bir gün önce geldim buraya. İlk kez cezaevine geldiğim için, avlu kapılarının akşam kilitlendiğini bilmiyordum. Beni koğuşa getirdiler. Kapının orada hemen yanında duruyorum. Hiç arkadaşım da yok doğal olarak. Camdan dışarıya bakıyorum. Ağlamak istedim, ama oradaki insanlarında beni ağlarken görmelerini istemedim. Avluda ağlayayım diye düşündüm. Kapıyı tuttum çekiyorum, çekiyorum açılmıyor. Çekiyorum açılmıyor! Koğuş çok gürültülüydü, birden sessizlik oldu. Baktım herkes bana bakıp ağlıyor. O zaman anladım ki gece kapılar kilitleniyormuş!

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!