Ölü yazarlar manastırında Nâzım’ın izine rastladım

Güncelleme Tarihi:

Ölü yazarlar manastırında Nâzım’ın izine rastladım
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 27, 2009 00:00

Normandiya bölgesi elma şarabı, Claude Lelouche’un 1960’larda çektiği “Bir Erkek ve Bir Kadın” filminden tanıdığımız Manş Denizi boyunca uzanan kumsalları, her yudumu gövdeye bir alev parçası gibi düşen “calvados”larıyla ünlüdür. Ve çayıra sere serpe uzanmış besili inekleriyle.

Bir yandan geviş getirirken öte yandan gelip geçen trenlere bakarlar, sakin, sabırlı, dünya umurlarında değilmiş gibi. Pont-L’eveque peynirleri bu ineklerin sütünden yapılır. Yine de, Tanrı’nın bu yörede insanoğluna bağışladığı yeşil doğa değil, cins yarış atlarının yetiştirildiği haralar da değil, manastırlar egemendir manzaraya.

Alçacık duvarları, serin iç avluları, dar hücrelerin açıldığı karanlık koridorları, taşa binbir emekle oyulmuş yontuları ve gökyüzüne yükselen çan kuleleriyle Normandiya manastırları diğerlerinden farklıdır. Yerleşim merkezlerinden uzakta, dağ tepelerine ya da derin vadilerin kuytusuna kurulmamışlardır. Köy ve kasabalarla iç içedirler; hatta Caen’da olduğu gibi kentlerin orta yerinden tarihe iz düşürürler. Fransa tarihinde hem “piç” hem “fatih” unvanına sahip tek kahraman olan Normandiya Dükü ve İngiltere fatihi Guillaume zamanından kalma “Erkekler Manastırı” ile “Kadınlar Manastırı” örneğin. Ya da Caen’ın hemen dışındaki “Ardennes Manastırı.”

BELLEK ARŞİVİ OLDU

Bir zamanlar bu manastırda “dünya kaçkını” keşişler yaşamış. Yalnızlığın, dünya nimetlerine yüz çevirmenin, tensel hazlardan vazgeçmenin, azla yetinip çokça dua etmenin, bir bakıma eziyet çekerek Tanrı’ya ulaşmanın, onda eriyip yok olmanın öncüsü tarikat keşişleri. Premontre tarikatı tarafından 12. yüzyılda kurulan bu manastır tarih boyunca gün görmüş, günler görmüş. Nice savaşların, yıkımların tanığı olmuş. Bir zamanlar keşişlerin birlikte yaşadıkları, topraklarını hep birlikte ekip biçtikleri, görkemli kilisesinde birlikte dua edip günah çıkardıkları, mahzenlerinde yemek yiyip şarap içtikleri “Ardennes Manastırı” İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman ordusunun genel karargâhıymış. 1944’te genç askerlerden oluşan bir SS bölüğü mevzilenmiş burada ve bölgeye kan kusturmuş. Normandiya Çıkarması’na karşı askeri operasyonların bir kısmı da, stratejik önemi dolayısıyla, buradan yönetilmiş. Ve savaşta yanıp yıkılmış doğal olarak, ne var ki, ilginç bir proje sayesinde yıllar sonra küllerinden doğmuş. Gotik mimarinin en güzel örneklerinden biri olan manastır bir süredir İMEC (Çağdaş Yazın ve Bellek Enstitüsü) arşivlerine ev sahipliği yapıyor.
/images/100/0x0/55eac5b6f018fbb8f895bbd3


Savaşta çatısı uçan, duvarları yıkılan kilise, yeni onarılabilmiş. Ama eski işlevine kavuşturulup tapınak olarak kullanılsın diye değil, edebiyata hizmet amacıyla tasarlanmış bu kez. Binlerce cilt kitapla birlikte Alain-Robbe Grillet’den Marguerite Duras’a, Roman Gary’den Raymond Radiguet’ye ünlü Fransız yazarlarının arşivlerini de barındırıyor. Duvarlarında dua sesleri yankılanmıyor artık, org eşliğinde törenler düzenlenmiyor. Bir süredir ölü yazarların hayaletleri dolaşıyor burada. Bu hayaletler arasında bizim Nâzım Hikmet’inkine de rastlayabilirsiniz, çünkü Dino’ların yani Güzin ve Abidin’in bağışladığı, şairimizle ilgili arşiv belgeleri de, başka belgelerle birlikte meraklısını bekliyor.

Sürgün yılları boyunca Nâzım Hikmet iki kez Paris’e gelmiş, her defasında da bu efsane kent üzerine hâlâ severek okuduğumuz şiirler yazmıştı. Sözkonusu şiirlerin elyazmalarından Dinolar’a gönderdiği mektuplara, yüzlerce fotoğrafından Avrupa dillerinde yayımlanmış kitaplarına, oyunlarının afişlerine kadar şairimize ait pek çok belge var manastırın arşivinde. Bir de, o afacan, çocuksu üslubuyla gönderdiği telgraflar. Evet çok değil, bundan yarım yüzyıl önce, “telgraf çekiliyor”du önemli ve acil haberleşmeler için.

CENNETİN ANAHTARI TAŞA KAZILI

Normandiya bölgesinin en eski, en ünlü manastırlarından birinde büyük şairimizin anısını sürdüren belgelerle karşılaşmak, yalnızca bir Nâzım uzmanı ya da Güzin’in bana yakıştırdığı deyimle bir “Nâzımkeş” olarak değil, Fransa’da yaşayan, bir bakıma onunla aynı yurt özlemini paylaşan bir Türk yazarı olarak da beni heyecanlandırdı. Yolu buraya düşenler çağdaş edebiyatın önemli yazarlarıyla, daha doğrusu onların artık geçmişte kalan dünyalarıyla tanışabilir. Nâzım da aralarında, bir çok yazarın mektuplarını, günlüklerini, yayımlanmamış metinlerini okuyabilir.

Manastır kilisesi onarılırken 15. yüzyıldan kalma bir yazılı taş bulunmuş. Taşın üzerindeki üç dizenin anlamını Latincesi kuvvetli bir araştırmacı arkadaşa sordum, Fransızcaya çevirdi. Ben de, bu mekânın değişik işlevleri olabileceğini ima eden bu dizeleri sizin ilginize sunuyorum: “Bir kadınla olmak elbette yasak değildir / Ama bilinmelidir ki / Cennete gitmenin tek yolu bekârettir.”
İMEC sayesinde “Ölü Yazarlar Manastırı”na dönüşen bu yapıda keşişler yaşamış uzun süre, şimdiyse ünlü yazarların hayaletleri dolaşıyor. İçlerinde, eğer yazılı taştaki dizeler doğru söylüyorsa, cennete gidenlerin sayısının pek fazla olduğunu sanmıyorum.

SARTRE, NÂZIM HİKMET’İ SIMONE DE BEAVOIR’LA TANIŞTIRMIŞ

Ardennes Manastırı arşivindeki belgeler arasında Jean-Paul Sartre’ın Nâzım’a gönderdiği bir mektup dikkatimi çekti. Fransız düşünür, hayat arkadaşı Simone de Beauvoir ile Türk şairini tanıştırmak için onu bir öğle yemeğine davet ediyor, yönettiği Les Temps Modernes dergisinde yayımlanan “İvan İvanovic Var mıydı Yok muydu?” adlı tiyatro oyununun okurlarınca büyük ilgiyle karşılandığını belirtmekten de geri kalmıyor. Birlikte yedikleri öğle yemeğinin öyküsünüyse de Beauvoir’ın Olgunluk Çağı’nda yazdıklarından öğreniyoruz. Bu yemeğin önemi, Nâzım’ın Türkiye’den kaçışının ayrıntılarını ilk kez Sartre-Beauvoir çiftine Paris’te anlatmış olmasından kaynaklanıyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!