O günden beri Cem'le görüşmüyoruz

Güncelleme Tarihi:

O günden beri Cemle görüşmüyoruz
Oluşturulma Tarihi: Ekim 26, 2012 03:00

Herkes “Recep İvedik”in dördüncüsünü beklerken Şahan Gökbakar “Celal ile Ceren” adında absürt bir romantik komediyle ocak ayında izleyici karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Yeni film öncesi Şahan Gökbakar’la yapım şirketi Çamaşırhane’de buluştuk ve siyasetten özel hayatına kadar birçok şey konuştuk. Şahan’ın özellikle Cem Yılmaz, Altın Portakal, hayatına katmak istediği kadın modeli ve orta sınıf görüşlerine dikkat diyorum. Ama hepsi bugüne sığmadı, yarın kaldığım yerden devam edeceğim. Herkese iyi bayramlar, iyi okumalar!

Haberin Devamı

Yeni filmin sloganı “Herkesin bir Ceren’i vardır”. Buradaki Ceren’i biraz kürkçü dükkanı gibi algıladım. Doğru mu?

- Evet doğru. Herkesin hayatında bazen değerini bilmediği, hatta sevgisinden sıkıldığı, ama çok alıştığı biri mutlaka vardır. Bu film aslında çocukluktan beri çok yakın olduğum, beraber büyüdüğüm bir kız arkadaş grubundan çıktı. Onlara 3G diyorum; Gözde, Gizem, Gülce... Bir gün hep beraber pazar kahvaltısı ediyoruz. Bir tanesini erkek arkadaşı terk etmiş. Onu konuşuyorlar, ama nasıl! Çocuğu gömdüler, lime lime yediler. Küçüklükten beri tanıdığım o saf, sessiz kızların bir anda başka bir şeye dünüştüğünü gördüm. Dedim ki, “Hakikaten böyle mi olsun istiyorsunuz”... “Evet” dediler, “Çocuk acı çeksin, yerlerde sürünsün istiyoruz”. Böyle bir film yapılmalı dedim. Kız çocuğa beddua etse ve çocuğun başına ondan sonra bin türlü şey gelse. Yani çocuğun Allah belasını verse! Bu filmle ilgili ilk kıvılcım orada yandı yani.   
  
Bir tür kızların intikam filmi mi bu?  

- Evet, kızlar filmi izlerken, “Oh canıma değsin, daha beter ol” diyecekler. Ama Celal karakteri de saf bir karakter olduğu için insanlar onu da sevecek.

KAYBOLAN ORTA SINIFA FİLM YAPIYORUM!

Fragmandan anladığım kadarıyla komedisi ağır basan bir romantik komedi bu...

- Aynen öyle. Mevcut Amerikan romantik komedilerine göre daha komik, daha absürt. Sonuçta bizim toplumun kendi dinamikleri var. Aslında bu film, daha önceki filmlerim gibi Türkiye’de kaybolmuş orta sınıfa yönelik... Özal döneminde başlayan ve sonra yok olan bir sınıf. Bir kısmı zengin sınıfa tutunmaya çalıştı, bir kısmı da iyice fakirleşti. Sinemada genelde o sınıfa yönelik işler yapılırken sonra bunun bittiğini görüyoruz. Ta ki benim yaptığım filmlere kadar. Ben tekrar bu sınıfa yönelik bir iş yapmaya çalıştım. “Recep İvedik” serisi ve son olarak “Celal ile Ceren” filminde...

Özal dönemini yaşayan kuşaktansın. O dönemlerle bugünleri karşılaştırır mısın? Mesela o döneme ait en çok neyi özlüyorsun?

- Çocukluğuma baktığımda sanki Sovyetler Birliği’nde büyümüş gibi hissediyorum! Biz küçükken Commodore vardı. Efe diye bir arkadaşıma gidip onu oynamak acayip bir mutluluktu. Sonra o Commodore oldu Amiga. O da bizde yoktu! İlker diye bir arkadaşımda vardı. Ona gidip Amiga oynamak acayip bir zevk olmaya başladı. Sonra annem ilk bilgisayarı aldı. Şimdiki çocukların hiçbir şeyden bu tür hazlar aldığını düşünmüyorum. Çünkü doğduklarında ellerinde iPhone, iPad oluyor.

ERDOĞAN’IN HER YAPTIĞINA KATILMIYORUM, AMA...

Özal’ı sever miydin?

- Benim için sadece tonton bir adamdı. Ama bizim evde sürekli siyasi tartışmalar yapılırdı. Annem, halam, dayım; hepsi ODTÜ’lüdür. Dünyaya sol cenahtan bakarlar. Çok yakın arkadaşları ise sağcıydı. Aralarında siyaset meydanı kıvamında tartışmalar olurdu, ben de dinlerdim. Ben liberal bakıyorum dünyaya. Bireyselliğin ön planda olmasından yanayım. O yüzden Özal’la başlayan gelişim sürecini doğru buluyorum. Tek kanallıdan çok kanallıya geçmek, cep telefonları filan, güzel.

Tayyip Erdoğan’ı nasıl buluyorsun?

- Bir liderin her yaptığına, söylediğine, görüşüne katılmak zorunda değilsin. Ama beğendiğin şeyler varsa, mesela ekonomi iyiyse... Sonuçta iyiye gidiş var. Tabii ki bir şeyler dönüşürken çeşitli sıkıntılar çekilecek. Bu sıkıntılar geçince ülkenin farklı bir yerde olacağını düşünüyorum.

Umutsuz bir kesim de var. Sen umutlusun?

- Hiç umutsuz değilim. Gayet umutluyum. Her yapılanı, düşünceyi onaylamak mümkün değil, ama ekonomiden memnunum.

Mizahında siyasi taşlama yapmayı hiç düşündün mü?

- Hayır, onun yerine insani taşlama yapmayı daha doğru buluyorum. İnsanın tabularıyla, alışkanlıklarıyla dalga geçmeyi seviyorum. Eskiden yapılan o lider taklitleri, skeçler benim tarzım değil. Zeki-Metin’in, Levent Kırca’nın yaptıkları gibi...

Çok izole mi yaşıyorsun? Ne okursun, ne izlersin?

- Yoo, çok izole yaşamıyorum. Kitap okumayı seven biri değilim. Ama internetten çok şey okurum. Her türlü saçma sapan şeyi. Onun dışında çok fazla gözlem yaparım. 10 kişilik bir masaya oturalım. Kimin ne konuştuğunu ertesi gün sana anlatabilirim. Dinlenmek için PlayStation oynuyorum. En son Happy diye bir belgesel izledim. Çok şey öğrendim oradan.

Ne gibi?

- Mesela, Hindistan’da teneke evde yaşan bir adamın Amerika’da milyon dolar kazanan bir adamdan daha mutlu olduğunu ortaya çıkarıyorlar belgeselde.

Ama bu çok klişe...

- Evet, ama “çok para mutluluk getirmez” diyor Hintli adam. İnsanı uzun süreli mutlu eden üç şey varmış. Biri, aile ve sosyal çevreyle geçirdiğin zaman. İkincisi, toplum ve insanlık için bir şey yapmak... Üçüncüsü ise kişisel gelişim. Mesela bir müzik aleti çalmayı öğrenmek gibi.

Bu durumda sen mutlu musun?

- Evet mutluyum.

Haberin Devamı

Depresyona girdiğin oluyor mu?

- Dönemlik olabilir, ama uzun süreli depresyon hiç olmadı. Antidepresan da kullanmadım, psikoloğa da gitmedim.

BANA TAHAMMÜL EDECEK KADINI BULMAM ZOR!

Şu anda hayatında bir Ceren var mı?

- Yok, çünkü bana tahammül edecek birini bulmam zor.

Neden?

- Benim yaşantıma tahammül edemez. Annem de öyle demişti, “Seninle hiçbir kadın evlenemez”.

İyi de evlenmen gerekmiyor, sevgili olursun...

- Ama Ceren’ler genelde evlenmek istiyor! Benim hayatım evlilik için çok zor. Öğleden sonra 15.00’te uyanıyorum, böyle evlilik olur mu?

Belki o saatte uyanan bir Ceren bulursun...

- O zaman olabilir! O zaman da rezalet bir evlilik olmaz mı ya! Neyse hayat bu, belli olmaz. Çünkü baba olmayı çok istiyorum. Hatta birkaç tane çocuğum olsun.

“Ceren’ler evlenmek ister” dedin. Evlenmek istedikleri için mi kaçıyor erkekler Ceren’lerden?

- Evet, çünkü insanlar artık her şeye çok kolay sahip oluyor. Dolayısıyla kimsenin kimseye eyvallahı yok. Şu anda kadınlar, “e yeter, çeker giderim” diyor, erkekler de “ne uğraşıcam abi, benim hayatım iyi” diyor. Ortak noktada buluşamıyorlar.

Kendi Ceren’ini tarif eder misin?

- Benim için Ceren, evliliği ve anne olacak kadını temsil ediyor.

O zaman kafanda “evlenilecek ve eğlenilecek kadın” ayrımı var...

- Net bir şekilde ayırmıyorum, ama herkese aynı gözle bakıp sonradan fikrimi değiştirdiklerim oluyor! Benim evleneceğim Ceren’im şöyle olmalı: Bir gün bu hayattan gittiğimde sahip olduğum her şeye çok iyi bakabilecek bir kadın. Annem böyledir mesela...

Annen gibi birini istiyorsun?

- Ya tam değil. Annemin de hoşuma gitmeyen yanları var tabii. Ama mantalite olarak annem gibi olmalı, evet. Çok güçlüdür annem. Babamın ölümünden sonra kendini bize adadı. O yüzden benim için kıymetlidir.

Haberin Devamı

Cem Yılmaz’la hep görüşürdük neden böyle yaptı ki?

Sanki Cem Yılmaz’la aranızda sürekli bir itiş kakış var gibi. Doğru mu?

- Bu bir satış stratejisi aslında. BMW varsa Mercedes’in de mutlaka olması gerektiği gibi. Ya da Cola varsa Pepsi’nin de var olması gibi. Bu ikisi birbiriyle illa ki çarpışacak. Dünyada da böyle, bizde de. Gülben-Hülya gibi. Böyle bir ikili mutlaka yaratılır. Bu ikilinin bundan hiç haberi de olmayabilir.

Açıkçası böyle bir şey yaratılmış olduğundan haberim yoktu. Bir sabah gazeteyi açtım ve benim hakkımda Cem’in ağzından şöyle bir şey okudum: “Şahan umduğum gibi çıkmadı!” tv8 zamanlarında gelecek vaat ediyormuşum da, sonradan fıs çıkmışım gibi şeyler... Böyle düşünüyorsa bile kendisine saklamalıydı.

Aslında fikrini açıklayabilir, ama galiba üslubu biraz bilirkişi kıvamında olmuş...

- Evet, bir de niye durduk yerde böyle bir şey söylüyor ki? Çünkü muhabbetimiz de vardı. Görüşürdük, mesajlaşırdık. Benim tv8’deki programıma katılmıştır. Kendi isteğiyle yaptı bunları... Böyle bir arkadaşlığımız vardı yani.

Abilik mi yapıyordu acaba?

- Bilmiyorum, ama ben abilik yapılacak biri değilim! Doğduğumdan beri kendi hayatımda hep abi olduğum için buna ihtiyacım yok. O güne kadar kimse hakkında hiçbir şey söylememeyi benimsemiş biriyken o röportajı okuyunca konuşmaya karar verdim. Tam kuralına göre oynadım yani. Onunla ilgili görüşlerimi anlattım ben de başka bir röportajda. Daha sonra iplerimiz koptu. O günden beri görüşmüyoruz. Bir yerde karşılaştığımız zaman, “Naber, nasılsın” deyip geçiyoruz. Tam İstanbul muhabbeti yani!

Sosyal maske yani...

- Evet, İstanbul’da böyle bir şey var. Birbirini tanıyan, kim olduklarını bilen iki insan aynı ortama gelince birbirine “merhaba” demiyor. Ama ikisinden biri, birazcık daha güçsüz olan mı diyelim, “Abi nasılsın?” dediği anda karşıdaki abartılı bir şekilde dönüp “Ya naber? Sen nasılsın?” filan diyor. E az önce gördün, kafanı çevirdin. O neydi? Garip bir ruh hali. Bizim Cem’le ilişkimiz de bu İstanbul düzleminde ilerliyor.

Peki ilk selamı kim veriyor?

- Ben derim genelde.

Bu senin Ankaralılık yanından kaynaklanıyor galiba...

- Evet, evet olabilir...

Peki böyle olmasına üzülüyor musun?

- Üzülmüyorum, öyle duygusal yoğunluk barındıran bir arkadaşlık değildi.

Çocuğu olduğunda aradın mı?

- Yok aramadım. Ünlüler grubundan da arkadaşım azdır. Şafak Sezer’le, Ata Demirer’le görüşürüm. Sosyal alanlarda sürekli görüştüğüm insanlar ünlü değil. İçinde bulunduğumuz camia beni tatmin etmiyor, aksine yoruyor. Bu yüzden İstanbul’da ilk palazlanmaya başladığımda Ankara’daki arkadaşlarımı aradım. “Oğlum gelin buraya, ben kötüyüm” diye. Hepsi geldi, yerleşti. Benimle çalışmaya başladı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!