Modern yalnızlıklar

Güncelleme Tarihi:

Modern yalnızlıklar
OluÅŸturulma Tarihi: Nisan 21, 2012 20:12

Yıl 2012. New York şehrindeki evlerin yarısından çoğunda insanlar tek başlarına yaşıyor ve sayıları bir milyonun üzerinde... Washington D.C., Seattle, Denver, San Francisco, Minneapolis, Chicago ya da Dallas’da da durum farklı değil. Tek başına yaşayan insanlar artık fenomen değiller. Orası Amerika tabii diyebilirsiniz. Oysa Amerika’daki rakamlar düşündüğünüz kadar yüksek de değil...

Haberin Devamı

Tanınmış sosyolog ve New York Üniversitesi profesörü Eric Klinenberg yeni kitabı ‘Going Solo’da sadece büyük Amerikan şehirlerinde değil, farklı ülkelerde de insanların artık tek başlarına yaşamayı seçtiklerini ve yüzde 40-45’lik oranlarla başı çeken ülkelerin İsveç, Norveç, Finlandiya ve Danimarka olduklarını söylüyor. Tek başına yaşayan insan sayıları aynı zamanda Almanya, Fransa ve İngiltere’de de Amerika’dan daha fazla. Kültürü aile etrafında şekillenmiş olan Japonya’da ise tek başına yaşayan insan sayısının yüzde 30’lara yükseldiği gözleniyor. Avustralya, Kanada, Çin, Hindistan ve Brezilya da bu konuda diğer ülkeleri yalnız bırakmıyor (s. 10).
Anlayacağınız tek başına yaşayan insan sayısı sadece Batı’da değil, Doğu’da da büyük bir hızla yükseliyor...
Fransız edebiyatında bu sezon öne çıkan romanlar arasında yalnızlığı seçen insan hikâyelerine sıkça rastlanırken sahnelenen tiyatro oyunları ve sinema filmlerinde de aynı tema işleniyor.

Haberin Devamı

BÄ°RLÄ°KTE YAÅžAYABÄ°LMEK
(2 Weeks in New York)

Son haftalarda Paris sokaklarında en çok görülen ilan bir film afişiydi. Fransız oyuncu/yönetmen Julie Delpy’nin yeni romantik komedi filmi ‘New York’ta 2 Gün’, İstanbullu sinemaseverlerin İstanbul Film Festivali’nde beğeniyle izlediklerinden biri olduğu gibi Fransa’da da iki haftada 250 bin izleyiciye ulaştı.
Julie Delpy, beşinci yönetmenlik serüveninde Fransız ve Amerikan kültürlerinin çatışmasını başarılı bir dille anlatıyor. Delpy’nin canlandırdığı Marion New York’ta erkek arkadaşı Mingus’la (Chris Rock) yaşayan bir fotoğraf sanatçısı. Birbirini seven çiftin bir türlü sevişecek zaman ve yer bulamaması çiftin önemli çıkmazlarından biri. Marion’u uzun zamandır görmemiş olan Fransız ailesinin Marion’u ziyaret için New York’a gelmesiyle işler biraz daha karışıyor. Marion’la sürekli kavga eden ve pedagog olmasının yanı sıra Marion’un evinde teşhirci kimliğiyle öne çıkan kıskanç kızkardeş Rose (Alexia Landeau), yanında yeni erkek arkadaşı Manu’yu (Alexandre Nahon) getiriyor. Aynı zamanda Marion’un da eski erkek arkadaşı olan Manu davranışlarıyla Fransız insanlarını yerin dibine batırdığı gibi bu kadarı da olur mu artık dedirtiyor... Ailenin en sevecen, en renkli karakteri ise New York’a gelirken gümrükte durdurulan ve vücuduna sardığı sucuk, sosis ve camembert peyniriyle öne çıkan baba Jeannot’yu Julie Delpy’nin babası Albert Delpy büyük bir keyifle canlandırıyor.
Mingus’un Marion’un ailesiyle yaşadığı iki gün boyunca çektikleri, filmde ince bir mizah anlayışıyla anlatılıyor. Tanınmış bir oyuncunun çamaşırı, bir diş fırçası, tırnak makası, asansör macerası ve beyin tümörüyle ilgili sahneler ise filmin eğlenceli sahneleri...
Julie Delpy’nin bu başarılı komedisi Fransızları ikiye ayırdı. ‘Liberation’ ve ‘Le Monde’ gibi ciddi gazeteler Fransızların imajını sarstığını düşündükleri filmi eleştirirken diğer gazete ve dergiler filmi öve öve bitiremiyor.
Filmin prömiyerinde Woody Allen filmlerindeki mizah anlayışının bu filmde de görüldüğü söylenildiÄŸinde Delpy, Woody Allen için bir film yazdığını ama ünlü yönetmenin son filmlerindeki kadın karakterlerin silik olduklarını söyledi. Kendi filmlerindeki kadınların kuvvetli karakterler olduklarına dikkat çeken Delpy bu filminde, Martin Scorsese’nin 80’li yıllardaki komedi filmlerinden de etkilendiÄŸini söyledi. Albert Delpy’ye Chris Rock’la çalışmanın nasıl olduÄŸu sorulduÄŸunda ise baba Delpy Chris Rock’a sarılarak onun Amerikalı oÄŸlu olduÄŸunu söyledi... ‘New York’ta 2 Gün’ 2012 yılında çıkan baÅŸarılı bir komedi filmi olmasının yanı sıra modern toplumlarda kadın erkek iliÅŸkileri ve ailelerin çiftler üzerinde kurdukları baskı üzerine söyleyecekleri olan bir film.  Â

Haberin Devamı

EVLENMELÄ° MÄ° EVLENMEMELÄ° MÄ°
(Le Marriage & Il Faut/Je Ne Veux Pas)

‘Le Mariage’, 2012 yılının ilk günlerinden itibaren Paris’te Comedie Française’in Vieux-Colombier salonunda sahnelenmeye baÅŸlanan bir Gogol oyunu. Bugünlerde Fransa’da turneye çıkan ‘Le Mariage’ın Ä°sviçreli kadın yönetmeni Lilo Baur, oyunun hakkını veriyor. ‘Ölü Canlar’ adlı eseriyle tanınan Rus roman ve oyun yazarı Gogol’un ülkemizde ‘Evlenme’ adıyla sahnelenmiÅŸ olan komik oyununda yıllardır evlenmek üzerine kafa yoran ama konu hakkında henüz bir karar veremeyen Kapilotadov’un hikâyesini izliyoruz. Oyun 1842 yılında yazılmış olsa da bugün evliliÄŸe soÄŸuk bakan insanları da gayet iyi anlatıyor. Aynı zamanda oyuncu olan yönetmen Baur’un son derece baÅŸarılı yönetiminde mahalle baskısından ‘ağır çekim kargaÅŸa sahnesi’ne kadar birçok sahne seyircilerin keyifli dakikalar geçirmesini saÄŸlıyor. Jennifer Decker, Clement Hervieu-Leger ve Laurent Natrella’nın tutkulu, dokunaklı ve oldukça komik oldukları oyunun sürpriz ismi Comedie Française, kadrosuna bu yıl yeni katılan ve bu oyunda fiziksel komediyle harikalar yaratan ünlü komedyen/ oyuncu Laurent Lafitte.Â
Paris’te Theatre de l’Oeuvre’de sahnelenmekte olan ‘Il Faut Je Ne Veux Pas’ iki oyundan oluşuyor. Yüzyıllık arada yazılmış ve genç insanların evlilik yolundaki ilişkilerini konu alan iki oyundan ilki Alfred de Musset’nin klasik eseri ‘Il Faut qu’une porte soit ouverte ou fermee’, ikincisi ise Jean-Marie Besset’nin ‘Je Ne Veux Pas Me Marier’si.
Musset’nin oyununda genç dul bir kadın (Blanche Leleu) kendisine ilgi duyan genç adama evliliğe sıcak bakmadığını düşündüğü için sıcak bakmıyor. Günümüzde geçen ikinci oyunda ise matematikçi genç kadın (Chloe Oliveres) ilk aşkının gerçek aşkı olduğunu ve ondan sonra gelenlerin birer kopya olduğunu düşünüyor. Evlilik öncesi duyulan bu itiraf koca adayının kafasını karıştırıyor ve genç çift evliliğin gerekli olup olmadığını tartışmaya başlıyor. Jean-Marie Besset’nin sahneye koyduğu ‘Il Faut Je Ne Veux Pas’da Leleu ve Oliveres’le birlikte oynayan ve iki oyunda da başrolü paylaşan erkek oyuncu Adrien Melin. Yüzyıllık zaman diliminde kadın oyuncuların ve kostümlerin değişmesine rağmen erkek oyuncunun değişmemesi ve Musset’nin oyunda kontu, Besset’nin oyununda ise bankacıyı aynı oyuncunun oynaması kadınların aksine erkeklerin yerlerinde sayıp değişmedikleri anlamına geliyor... Farklı zamanlarda yaşayan dört farklı insanın ruh eşini bulmadan evliliğe evet dememesi ise zamanların değişmesine rağmen ideallerin değişmeyeceğine işaret ediyor.
Günümüzde birçok toplumda çevre baskıları yüzünden yapılan evliliklere rastlanıldığı gibi mantık evliliklerine de rastlanıyor. Bu evliliklerin meyveleri olan çocuklar ise çoğunlukla sorunlu, mutsuz insanlar olarak hayata devam ediyorlar. Eric Klinenberg ‘Going Solo’ kitabını bana imzalarken ‘Hepimiz bu işte bir aradayız’ yazmış... Doğru, mutluluk arayışında insanlar dünyanın dört bir yanında doğru seçimi yapabilmek, belki de biraz daha huzurlu yaşayabilmek için yalnızlığı tercih ediyorlar...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!