MEDYADAN : Ciddî haberler

Güncelleme Tarihi:

MEDYADAN : Ciddî haberler
Oluşturulma Tarihi: Kasım 02, 2003 17:31

“Seyyar genelev” patronu kadın, T.K. – Ne zaman adam oluruz – Doyçe Mark ver lan! demiş – Cumhuriyet Bayramı sayfasına Yaşar Kemal nasıl girdi – Canan Barlas kocasıyla kızının televizyon programından bahsedecek ama... – Bizzat yanındaki de kullanabilirdi uçağı – Butik cami demek sıkmamış – Var mı lan Paşam’la ikimize yan bakan – Zeytinyağı politikası – Ortadoğu’nun geleceği ile gideceği – Sergen’in son bahsi...

Haberin Devamı

Sabah, 28 Ekim

Kadıköy-Tuzla arasında “seyyar genelev” çalıştıran kadınla ilgili haber yapıyor Sabah gazetesi. Kanunen ve gazetecilik etiği gereği, zanlı kadının adını gizliyor. Haberde şöyle denilmiş:

“.. polislere yakalanan ‘aşk otobüsü’ işletmecisi eski hayat kadını T.K. (Türkan Kaya) ve otobüs çalışanlarıyla bir müşteri...”

Madem ki kadının adını parantez içinde, alenen yazacaksınız, T.K. ne oluyor?

(Not: Geç kaldım, bu konuya el atamadım. Yoksa kadının girişimciliğini ve zekasını ben de alkışlayacaktım. Bence polis bu girişimi engellememeliydi. Kadın bu otobüsle başladığı işi geliştirir, önce Ker-Tur diye bir ‘turizm’ şirketi kurar, ardından Ker-Finans, Ker-Gıda, Ker-Holding... İstihdam yaratırdı Türkiye’de. Zevkle!)


*

YÖNETİCİLER YÖNETİCİ GİBİ YÖNETSE NE OLUR?

Hürriyet, 29 Ekim

Haberin Devamı

Fatih Altaylı kendi sorup kendi cevap veriyor:

- Ne zaman adam oluruz?

- İster seçilmiş olsun, ister atanmış, bir ülkeyi yönetenler, o ülkenin sahibi olan bir işadamı gibi davrandığı zaman.

Özal Hanedanı, Demirel Hanedanı, Çiller Hanedanı, Yılmaz Hanedanı... Ülkeyi yönetenler “Türkiye’yi babasının malı gibi gören işadamları” olunca, başımıza gelenlerden hâlâ ders alamadık demek ki...


*

DOYÇE MARK VER LAN!

Gözcü-Asabi, 29 Ekim

Haberin spotu diyor ki: “Beşiktaş’ta polis memuru Emre Şen’in rüşvet paylaşımında anlaşamadığı iki meslektaşını öldürmesinin ardından düğmeye basan polis, teşkilat içinde ‘Rüşvetçi operasyonu’ başlattı. 2700 polis sürgüne gönderiliyor.”

Kurunun yanında yanan namuslu polislerden özür dileyerek, benim bir önerim var:

“Rüşvetçi olmayan polis operasyonu” başlatsalar, daha kolay olur!

Bir arkadaşım, 34 plakalı bir arabayla Antalya’da radara yakalanmış. Sürat yapmanın cezası, diyelim 100 lira, İstanbullu şoför alışkanlığıyla bir 20 papel çıkarmış, polisin mendil cebine sokarken, “Benden bir çorba içersin...” deyince, trafik polisinin tepkisi:

- Abi şu İstanbullu şoförlerin gözünü seveyim ya, nasıl anlayışlı oluyorlar vallahi. Bizim buradaki salaklara gel de anlat!..

Bir başka arkadaşım da, o tarihte bu işler zordu, yurtdışından gelirken arabasına bir radyo-teyp taktırmış, Kapıkule gümrüğünde memura bir sakal parası atıp geçecek. Ama elleri titriyor, henüz (bir Türk’ün mutlaka bu eğitimden geçmesi gerekir) hayatında hiç rüşvet vermemiş. Pasaportun içine, o zamanın parasıyla bir 5 binlik sıkıştırıp, gümrükçüye uzatmış. Ama ödü kopuyor, ya adam rüşvet önerdi diye kızarsa...

Haberin Devamı

Gümrükçü pasaportun sayfalarını bir karıştırmış ki, içinde bir 5 binlik bonknot:
- Bu ne lan? deyince, bizimki, (“Abi dizlerimin bağı çözüldü. Ulan devlet memurune rüşvet vermeye çalışmanın cezası...”)

- Aaaa, para mı unutmuşum memur bey? diye kıvırtmaya çalışmış.

Memur tezgahın arkasından eğilip azarlamış delikanlıyı:

- Bu ne lan böyle? Doyçe Mark ver oğlum, Doyçe Mark ver!


*

ANIT MI, BAŞARILI GENÇ Mİ ANLAMADIK

Milliyet, 29 Ekim

Gazeteler böyle günlerde en güzel ana sayfayı yapmak için yarışır. Bu sene, 29 Ekim 2003 tarihinde Milliyet gazetesi “Sonsuza kadar Cumhuriyet” diye manşet atmış. İnşallah!

Adet üzere Atatürk’ün güzel şehlâ gözleriyle ufka bakan bir fotoğrafı, elinde Türk Bayrağı sallayan bir küçük kız çocuğu, dünya güzeli. Ve Türkiye’nin son yıllardaki büyük başarılarını simgelemek üzere:

Haberin Devamı

(1) Elinde Türk Bayrağı, koşan Süreyya (Ayhan)
(2) Eurovision Kupası’nı öpen Sertap (Erener),
(3) Onların altında Dünya Kupası’nda bir gol sevinci yaşayan millî futbolcularımız,
(4) İstanbul Boğazı ve Köprü, İş Bankası Kuleleri, Atatürk Barajı ve...
(5) Ve sol alt köşeye sıkışmış bir Yaşar Kemal!

Bismillahirrahmanirrahim!

Yaşar Kemal’in orada ne işi var? Nasıl ve neden girmiş oraya?

Süreyya gibi, Sertap gibi, sporcularımız gibi, “2003’ün başarılı gençleri” kategorisinden mi, yoksa GAP gibi, Boğaz Köprüsü gibi “anıt” kategorisinden mi, anlamadım...


*

BİRAZ ZORLANMIŞ AMA OLSUN...

Dünden Bugüne Tercüman, 30 Ekim

Keşke yerim olsaydı da, Canan Barlas’ın 29 Ekim ve Cumhuriyet hakkındaki yazısını size okutabilseydim.

Haberin Devamı

” Günlerin getirdiği” başlıklı bu yazının son paragrafıyla yetinmek zorundayız maalesef. Yazısını şöyle bağlamış Canan Barlas:

"Günlerin getirdiği" demokrasi kesintiye uğrayınca, "günlerin götürdüğü" oluyor. En son 28 Şubat gerilimi ülkeyi yoksulluğa ve yolsuzluğa boğdu. Medyasını yozlaştırdı. (... vs) Şimdi ülkede bir umut, bir hareket var. Günler sanki daha güzel günleri getiriyor. Cumhuriyeti kutlarken bir anlamda demokrasinin güçlendiğini anlıyor gibiyiz.”

Ülkede doğrular yavaş yavaş günlerin götürdüğünden günlerin getirdiğine doğru gidiyor. ATV'deki "Barlaslar'la Günlerin Getirdiği" programı böyle olaylardan biri.

Kocasıyla kızının programından bahsedecek de, biraz zor olmuş!


*

Haberin Devamı

BİZZAT ŞAHSEN KENDİSİ

Hürriyet, 31 Ekim

Hava Kuvvetleri Komutanı kendi kullandığı F-4 ile İsrail’e uçmuş.

Benim gazetem kısacık bir haberde (1) “... İsrail’e sürpriz bir ziyaret yaptığı” diyor. İsrail’e haber vermeden, “Geçerken bir uğradım” diye mi gitmiş? (2) “İsrailli meslektaşı” diyor. Kuvvet komutanlığı meslek değildir onun için meslektaşı denmez. (3) “Hem de (uçağı) bizzat kendisi kullanarak” diyor. Demek ki bizzat başkası da kullanabilirmiş.

İlk on satırda böyle üç ucuz hata görünce, haberin gerisini okuyamadım.

Uğur’un (Ergan) haberini kim katletti, öğrenemedim.


*

BUTİK CAMİLER

Hürriyet-Cuma, 31 Ekim

Türkiye’nin en iyi 10 lahmacuncusu, kurufasulyecisi filan derken, Ramazan-ı Şerif’in yüzü suyu hürmetine bu Cum’a, “Türkiye’nin en güzel 10 küçük camii” belirlendi, uzmanlarca.

Ben sordum, “Küçük cami” diye bir kavram yokmuş, “Cami var, mescit var ama ‘küçük cami’ yoktur” dediler. Herhalde buradaki küçüklükten maksat caminin boyu.

Sonunda cevabı bir arkadaşım verdi: “Butik camiler” diyeceklermiş de, tepki alırız diye çekinmişler, herhalde.0


*

VAR MI LAN ABİMLE BANA YAN BAKAN?

Akşam, 31 Ekim

Hürriyet gazetesinin manşetiydi. Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e sordular, “Sezer’in Çankaya’daki resepsiyonda türbanlı eşlere davet göndermemesi konusunda ne  düşünüyorsunuz?” diye. “Cumhurbaşkanlığı çok yüce bir kişiliktir. Bu konuda konuşmak doğru olmaz. Ancak her zaman doğrusunu yapmıştır. Öyle uygun gördüyse öyle gerekiyordur.”

Akşam’da Şakir Süter “Bakalım Sezer’i eleştirenler şimdi nasıl kıvıracak?” demeye getiriyor.

Fıkrayı bilirsiniz. Kabadayının biri kahveye girmiş, “Heeeyt, var mı lan bana yan bakan?” diye bir nara atmış. Arka masalardan bir zebellâ doğrulmuş yerinden, “Ben varım lan, n’olacak?” Yutkunmuş beriki, “Peki var mı lan abimle ikimize yan bakan?”


*

ZEYTİNYAĞI POLİTİKASI

Akşam, 31 Ekim

Spot: Cumhuriyet resepsiyonu kriziyle ilgili tartışmaların bitirilmesini isteyen Erdoğan, Türkiye’nin boş lafla, kısır çekişme ve politik kavgalarla kaybedecek zamanı olmadığını söyledi.

Başlık: Tuzağa düşmeyiz

Recep Teallül Bey politikayı iyice öğrendi. Türkiye’yi aylardır türban gibi, imam hatip gibi meselelerle işgal edip, sonra  “Türkiye’nin boş lafla, kısır çekişme ve politik kavgalarla kaybedecek zamanı yok” diyeceksin, Cumhuriyet’e türban tuzağı kurup, sonra “Tuzağa düşmeyiz” diye üste çıkacaksın, oh ne âlâ!


*

ORTADOĞU’NUN GELECEĞİ VE GİDECEĞİ

Sabah, 1 Kasım

Bir memlekete sonradan gelenler, göçenler, o memlekete şükran borcundan mıdır, kendini kabul ettirmek için kraldan fazla kralcı olma eğiliminden midir, genelde “yerlilerden” daha bir şoven olurlar bazen.

Bu Condoleezza Rice da bu tür “şahinlerden.” ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı olan bu kadıncağız (kadınlığının altını çiziyorum, ayrımcılık yapmak için değil, bir kadının bu kadar gaddar ve radikal olması daha bir garip geliyor insana da ondan), Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi söz konusu olunca demediğini bırakmamıştı.

Şimdi, Mehmetçiği Amerikan askerine kalkan yapmak istiyorlar ya, “Türkiye Ortadoğu’nun geleceğidir” demiş.

Ortadoğu’nun “gideceği” olduklarını anladılar galiba...


*

MOTİVASYON

Hürriyetim’den bir haber, 31 Ekim tarihli, şöyle diyor (Cem Erkli’ye teşekkürler!) :

Hakan’ın ensesindeyim - Derbi maçta G.Saray’ın gol silahını marke edecek olan Beşiktaşlı Zago, ‘Gol yemeden kazanacağız’ dedi. (...) Siyah beyazlıların defansta çok kuvvetli olduğunu da ileri süren Zago, takım arkadaşı Sergen’le iddiaya girdiğini ifade ederek şöyle konuştu: ‘‘Sergen’le 1.000 dolarına iddiaya girdik. Beşiktaş defansı olarak gol yememek için söz verdik. 90 dakika sonra 1.000 doları alan taraf ben olacağım’’ diye konuştu.

Bizim takım gol yer, diye iddiaya girmiş demek ki...

Şimdi siz diyeceksiniz ki, “Kendi defansını motive ediyor!”

Ona da peki...


                                                          * * *


BUNDAN SONRAKİ ÜÇ HABER-YORUM “SEÇMELİ.”

BİRAZ UZUN, TATSIZ KONULAR, SİVRİ YORUMLAR... İSTEYEN OKUSUN DİYE BÖYLE AYRI BİR BÖLÜM YAPTIM.

KONULAR:

(1) Türkiye’yi Batı’ya ihbar eden TC vatandaşları
(2) Gaziler’e verilen maaşlar
(3) Kıbrıs’ta yaşayacağımız şok

Adam köyden gelmiş İstanbul’a, memleketinde hiç incir görmemiş, bir manavdan tatmak için bir yarım kilo alıp evine götürmüş. Çoluk çocuk bayılmışlar incire, “Baba yine o meyveden al!” demişler. Yolu tekrar düştüğünde aynı manava uğramış, ama incirin adını bilmiyor.

- Hani demiş senden şey aldımdı geçen gün, böyle dışı mor renkli, içinde ufacık ufacık çekirdekler var...

- Haa tamam anladım, demiş manav ve tarife uygun bir kilo patlıcanı kesekağıdına koyup vermiş adama.

Ertesi sabah, elinde patlıcanlar, manavın tepesine dikilmiş adam:

- Yahu usta, demiş, daha önce aldığım o meyveden istemiştim ama, sen şimdi bunu hem uzattın, hem de dadını gaçırdın!

Benimki de o hesap...


*

MENFAAT İÇİN VATANI SATAN, ALLAH’INDAN BULSUN!

Frankfurt’tan İsmail Erel’in haberi şöyleydi:

Almanları bile inandıramadı

Türkan Tuygun, Almanya'da kalmak için din değiştirdi, ‘‘Türkiye'de sakatlara tecavüz ediliyor’’ yalanına sığındı ve hâlâ oturma izni alamadı. Türkiye'de siyasî takibata uğradığını iddia eden Türkan Tuygun'un, erkek kardeşlerinin de zamanında aynı gerekçeyle Almanya'ya iltica ettiği belirtiliyor.

Multiple skleroz (MS) hastası Türkan Tuygun (49), Türkiye'deki ekonomik koşulların zorluğunu gerekçe göstererek 1991’de Almanya'ya gitti. Tuygun, kendisi hakkında Türkiye'de ‘‘siyasi takibat’’ varmış gibi gösterip iltica başvurusunda bulundu. 1994’te başvurusu reddedilen Tuygun, bu kez farklı yöntemlere başvurdu. Yaşadığı Geislingen Kenti'ndeki yerel basına giden Tuygun, Türkiye'yi kötüledi, Hıristiyan olduğunu açıkladı. Böylece sempati toplamayı umdu. Geislinger Zeitung adlı gazeteye konuşan Tuygun, ‘‘İncil'i okudum. Doğru yolun Hıristiyanlık olduğunu öğrendim’’ dedi. Süresiz oturma izni isteyen, ancak üç aylık izinlerle Almanya'da kalabilen Tuygun, Türkiye aleyhinde olmadık iftiralarda bulundu. Tekerlekli sandalye mahkumu Tuygun'un bu iddialarına yeğeni Miyase Buz da destek verdi. ‘‘Türkiye'de sakatlara tecavüz ediliyor’’ diyen Buz'un sözleri, Alman basınında genişçe yer buldu.

Buz, Türkiye'de ‘‘insanlık dışı bir durumun’’ olduğunu ve Türkiye'de Tuygun gibi kişiler için bakımevi bulunmadığını iddia etti. Bu yüzden akrabasının sokaklara düşeceğini ileri süren Buz, ‘‘Bu insanlara Türkiye'de köpek gibi davranıyorlar. Çoğu sakat kullanılıyor, tecavüze uğruyor. Yardım yok, ne ev tutabilir, ne eşya alabilir. Bir Alman, Türkiye'deki durumu hayal bile edemez. Türkan Tuygun, sokakta dilenmesi gerekir ki, karnını doyurabilsin. Bunu bir çok yaşlı yapıyor’’ dedi.

Türkiye’de engelli insanların hayatının cehennem olduğu, iş bulmalarının hemen imkansız olduğu, herhangi bir sosyal destek alamadıkları... hepsi doğru. Ama onun ötesinde, ister sağlık durumunu, ister etnik kökenini, ister siyasî geçmişini kullanarak, menfaat için Türkiye’yi satan, arkasından bıçaklayan, ihanet eden kim varsa, Allah’ından bulsun!


*

GAZİLER BAŞIMIZIN ÜSTÜNE, AMA...

Gözcü-Asabî, 29 Ekim

Utanç verici, diye başlık atmış gazete. Diyor ki “Cumhuriyet’in 80’inci yıldönümüne girdiğimiz şu günlerde, 43 bin Kore ve Kıbrıs gazisi, aldıkları 137 milyon 200 bin lira ‘şeref aylığı’ ile yaşam mücadelesi veriyor.”

Dünyanın en popülist haberidir bu. Renkli gazeteler, başka konu bulamayınca “Ayıp, gaziler madalyasını satmak zorunda kalıyor” diye hamaset edebiyatı yaparlar.

Kore Savaşı’nın üzerinden geçmiş yarım yüzyıl. Kıbrıs Harekatı’nın üzerinden otuz sene. Şehitlerimizin mekanı Cennet olsun, gazilerimizden Allah razı olsun, tabii ki can borcumuz var, kan borcumuz var. 137 milyon lira komik, tamam. Ama bu fakir millet, 40 sene çalışmış profesörüne, mühendisine, doktoruna 300 milyon, 500 milyon emekli maaşı ödeyebiliyor ancak. 45 seneye varan hizmeti olan, genel yayın yönetmenliği yapmış, şirket kurmuş yönetmiş babam, emekli maaşı 400-500 milyon olunca, 73 yaşında benden ziyade çalışmak zorunda.

Tabii ki “çalışamaz durumdaki” gazilerimizi başımızın üstünde taşıyacağız. Tabii ki hastanelerde öncelik vereceğiz. Çalışmasına engel olmayan gazilerimize de günlük hayatında işte otobüste, metroda indirim sağlayacak, bazı öncelikler tanıyacağız. “Şeref aylığı’ da vereceğiz destik için.

Bu dünyanın her yerinde böyledir. Mamuliyeti çalışmasına engel teşkil etmeyen gaziler normal hayatlarını sürdürürler, Devlet onlara bazı sosyal hakların yanı sıra, bir “şeref aylığı” da öder.

Benim kayınpederim 2.Dünya Savaşı sırasında, Nazi işgaline karşı direniş hareketine katılmış, dağlarda zatürree olmuş, bir seneyi aşkın senatoryumda yatmış. O tarihten beri otobüste, trende indirimi vardır, bir vergi indiriminden yararlanır, galiba üstüne bir de sembolik ‘şeref aylığı’ alır.

Ama Batı’da kimse “Gaziyim, şeref aylığıyla geçineceğim” demez, kimse ömür boyu devlet tarafından bakılmayı beklemez.

Gazetenin haberine göre, bir gazi diyormuş ki “Yıllarca madalyalarımızla övündük. Ama ne yazık ki madalyalarımız hiçbir zaman karnımızı doyurmadı!”

Ben Türk milletinin, İstiklal Savaşı’nda, Kore’de, Kıbrıs’ta, Güneydoğu’da “Madalya alayım da karnım doysun, bir daha ömür boyu çalışmadan gazi maaşıyla yaşayayım” diye savaştığına, canını tehlikeye attığına inanmam.

Gazeteler gazilerimizi, şehit ailelerini malzeme olarak kullanıyor. Yanlış beklentiler yaratılıyor.

(Aynı gazetede, bu manşetin üzerinde küçük bir haber daha var: Bitlis’te 48 bin kişi tek bir doktora emanet. Hizan ilçesine ve 78 ilçesine ... tek bir doktor hizmet veriyormuş. Bu doktor da pratisyen bir hekimmiş.)


*

KIBRIS BİZİ ÇOK ÜZECEK GALİBA

HO Tercüman gazetesi, 2 Kasım

Tercüman haberi manşetten vermiş, “Üç kuruş için ihanet” diye. Denktaş muhalifi gazeteler, EOKA’cı Rum lider Papadopulos’un ‘Kıbrıs Cumhurbaşkanı’ imzalı ilanını yayınladı. KKTC ayağa kalktı.

(Bir Kıbrıs Türk gazetesinden bir kupür de koymuşlar, “AVRUPA YOLUNDA – Büyük röportaj – Türkçe altyazılı” diye... Demek ki gazete yazısının da alt yazılısı oluyormuş...)

1974 yılında yüzlerce gencimizi feda ettiğimiz, 1974’ten beri o kadar yoklukta milyonlarca dolar yardım gönderdiğimiz, Barış Harekatı sebebiyle Batı’dan büyük bir ekonomik ambargo yiyerek kalkınmada belki de 10 sene kaybettiğimiz, uluslararası her konuda çok ağır bir bedel ödediğimiz Kıbrıslı Türk kardeşlerimizden bir darbe yemeye hazır olalım. Eğer Türk medyası hâlâ bu hamaset edebiyatını sürdürürse, yarın şok dayanılmaz olur. Bir tarafta en azından Türk tarafını Rum tarafına nazaran geri bırakmakla suçladıkları “Anavatan” Türkiye, diğer tarafta bütün imkanlarıyla Avrupa Birliği, (nihayet) serbest dolaşım (çünkü KKTC pasaportunu tanıyan yok) ve tabii Avrupa’dan gelecek yüz milyonlarca Euro para yardımı...

Buna direnmek kolay değil. Eniştem Yüksel, o zaman çocuklar küçük, bir laf eder de dinletemezsek, “Kendimizi ezdirmeyelim” derdi. Doğru bir felsefedir, bilgeliktir. Ben derim ki Türkiye Kıbrıs’ta “kendini ezdirmesin” ve kamuoyu tatsız ihtimallere hazırlansın.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!