Kumlubük’te bir Hollandalı

Güncelleme Tarihi:

Kumlubük’te bir Hollandalı
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 18, 2013 01:46

Türkiye’nin ilk yat kulübünü kuran ‘Hollandalı’ lakaplı Ahmet Özkal’ın hayatı, eski Hollywood filmlerini aratmazdı. Kaymak tabakanın da Marmaris esnafının da hayran olduğu Hollandalı, lokantasında top modelleri de devlet başkanlarını da ağırladı. Geçen hafta hayatını kaybeden Özkal’ı yakınları anlattı...

Haberin Devamı

Mükemmeliyetçi, karizmatik, gırgır, çapkın…
Yakın dostları dünya çapında jet-set isimlerin müdavimi olduğu Türkiye’nin ilk yat kulübünün kurucusu Ahmet Özkal, nam-ı diğer ‘Hollandalı Ahmet’i böyle tanımlıyor.
11 Ağustos’ta yaşama veda eden 71 yaşındaki ‘Hollandalı’nın hayatı hiç de sıradan değil. 1981 yılında, tesadüfen gittiği ve âşık olduğu Marmaris’in bakir bir koyuna lokanta açan Özkal, kısa zaman içinde mekânını kaymak tabakanın favori yeri haline getirdi. Yakın dostu Nail Keçili, ‘Kumlubük Yacht Club’ın ilk günlerini şöyle anlatıyor: “Ahmet Galatasaray Liseli’ydi, sıkı bir Galatasaraylı’ydı. Camiada çok tutulurdu. Okuldan sonra Hollanda’da restoran işi yapıyordu. Ahmet 1975 yılında oradan bir ev aldı. sonra da küçük bir lokanta açtı. O zaman oralarda kimse yoktu. O da bir arazi aldı. Ev yaptı, sonra küçük bir de lokanta açtı. Devretti Hollanda’daki yerlerini. İskele kurma hakkını aldı. 35 teknelik küçük bir iskele... Daha ortada ne marina kavramı ne de mavi yolculuk rotası var. Dediğim gibi sevilen biriydi: Denizle haşır neşir olan herkes onun mekânına uğramadan yapamaz oldu. Hem onu görmek, hem de lokantasından istifade etmek için ben ve benim gibi denizciler, oraya gitmeye başladık. Yıllar geçip gittikçe büyümeye başladı. Tekneden tek başına indin, içeri gir en az 10 tanıdığın insanla karşılaşırsın. Turgut Özal’dan Sadun Boro’ya, Rahmi Koç’tan Kasım Zoto’ya, Ali Dinçkök’ten Necati Zincirkıran’a herkes orada... Zaten hepsi de çok yakın arkadaşıydı.”

Haberin Devamı

“BURASI ÖZEL BİR KULÜPTÜ”

Karizmatik ve çapkın olarak tanınan Özkal, işletmesinin kuruluşundan üç yıl sonra dördüncü eşi Şirin Özkal’la evlendi. Cankurtaran’daki ‘Karışmasen Restoran’ın sahibi Diana Zoto’dan da Demir (33) adlı bir çocuğu olan Özkal’ın, ikinci oğlu Ahmet de 1987 yılında dünyaya geldi. Ailesiyle birlikte kışları Hollanda’da, yazları da Marmaris’teki mekânında geçiren Özkal’ın mermer masalarda, beyaz keten örtüler üzerinde sunulan yemekleri ve ambiyansının popülerliği de gittikçe arttı. Eşi Şirin Özkal, bu ilgiyi eşinin mükemmeliyetçiliğine bağlıyor: “Sabahın kör saatlerinde hale gider, malzemeleri kendi seçerdi. Hasta olana kadar bu rutini atladığını hiç bilmem. Marmaris ahalisiyle de arası çok iyiydi. Esnafla çok yakın dosttu, en iyi malzemeler hep ona verilirdi.”
Nail Keçili, Hollandalı’nın esnafı kayırdığını söylüyor: “Ahmet özel ilgi göstermezdi rütbeye göre. İçeri giren her müşteriyi kapıda karşılar, bizzat ilgilenirdi. Bazılarına iltimas geçtiği de olurdu. O kadar romantik ve tip bir adamdı ki, esnaf, işçi, balıkçı, denizi seven, rakı içen kim varsa onun arkadaşıydı. Herkesle muhabbet eder, kafayı çekerdi. Asla da hesap almazdı. Halbuki bu konuda bize karşı çok sıkıydı, inanılmaz fiyatlarla kazıklardı. Mesela Zoltan (Boronkay) Yunanistan’dan ona hediye Uzo getirdi. Onu açtık, içtik diyelim. Hemen fatura ederdi bize. “O bu hediyeleri benim mekânıma getirdi, ister satarım, ister içerim. Siz de bunu içiyorsanız ödeyeceksiniz” derdi. Acayip acımasızdı! Ama haklıydı yani, en kaliteli mallarla yemek yapıyordu!”
Özkal’ın yakın dostlarından eski Turizm Bakanı Bahattin Yücel, Özkal’ın tarif verme konusunda kendisine göre taktikleri olduğunu anlattı: “Her şeyin en kalitelisini, en lezzetlisini bulurdu. Balıkçılarla arkadaş olduğu için, yörenin en taze, en iyi balıkları hep ona gelirdi. Yemeklerine aklın alamayacağı lezzetler katardı. Bir Kumlubük salatası var, enfes! Bir salatanın sosu bu kadar iyi olabilir mi? Altı üstü salata! Ama muazzam... Ahmet’ten sosun tarifini isterdik, malzemesinden yapılışına detaylı anlatırdı. Eve gider yaparız, kesinlikle aynı tat değil! Lezzetini yakalayamayalım diye bir malzemeyi mutlaka söylemezdi. Hatta kesin lezzeti o verirdi. Sinir olduğum için artık sipariş etmiyorum o salatayı.”

Haberin Devamı

Kumlubük’te bir Hollandalı

ÜRDÜN KRALI’NDAN VALENTİNO’YA

Özkal yine seksenler döneminde menüsüne daha da değişik lezzetler katmak için arayışlara yönelmiş. Çin yemekleriyle yöreyi tanıştırması da böyle olmuş. Nail Keçili, “Ne yaptı etti, Çinli Usta buldu” diyor: “Allah’ın dağında yaşayan bu adam, bu malzemeleri nasıl bulur? Çok kıymetli bir Ali Usta’sı vardı (Ali Arslan). Ne yemek istesen de yaptırırsın. Bir gün gitti, bir Çinli Usta buldu. (Ramada Oteli’ndeki Çin lokantası Dynasty’nin şefi Yon Wang) Çinli karı koca gelip yerleştiler oraya. Bir taraftan Türk mutfağını diğer yandan Çin mutfağını sunmaya başladı. O kadar mükemmeliyetçi bir insandı ki Çin’in en kalitelisini, en güzelini sunuyordu o dönemde.”
Gelen ünlü çok, ancak fazla fotoğraf yok. Nedeni, Özkal’ın misafirlerinin mahremiyetine aşırı önem vermesi. Demir Özkal, durumu şöyle açıklıyor. “Buraya Pirelli’nin sahiplerinden Valentino’ya, Ürdün Kralı Abdullah’dan Patricia Kaas’a gelmeyen kalmadı. Ama tek kare fotoğraf çekemezdiniz. Yani yasak yoktu da, buraya zaten görüntülenmeye değil rahatça hayattan keyif almak isteyenler geliyor.”
Keçili “Acayip gırgır dönüyordu mekânda, ama tek kare görüntü alamazdınız.” diyerek durumu doğruluyor. “Ömer Çavuşoğlu ve Ahmet Kozanoğlu’nun Güneş gazetesinin sahibi olduğu dönemde, gazetenin yayın yönetmeni Güneri Cıvaoğlu ile bir restoranda ıstakoz yarıştırdığı, geride kalanı pişirip yediği söylenir ya? İşte o restoran, bizim Ahmet’in Yeri’ydi. Ama tek bir kare yayımlanmadı, şehir efsanesi olarak kaldı… Neden? Çünkü Ahmet izin vermezdi böyle şeylere. Tansu Çiller orayı çok severdi. Sıklıkla gelirdi eşiyle. Tabii yanlarında yedi tane de koruma var. Ahmet korumalara asla tabldot ikram etmezdi, onlara da en lezzetli yemeklerini sunardı, kılıçbalığı filan yedirirdi. Üstelik bedava. Haliyle bayılıyorlardı mekâna. Hatta artık jargonumuza yerleşen “What dedin gulüm?” cümlesinin çıkış yeri de orası. Bir gün yabancı bir misafir yat kulübünü bulup, orada bir köşede güneşlenen korumaya İngilizce “Burası Ahmet’in Yeri mi?” diye sormuş. O da kırık dökük İngilizcesiyle bu cevabı vermiş. Anlatınca ölmüştük gülmekten.”
Hızlı yaşadığı için 10 yıl önce böbreklerinden sıkıntı yaşamaya başlayan Özkal, sırasıyla aort operasyonu, 2 by-pass, Burger hastalığı ve böbrek yetmezliği sorunu geçirmiş. Parmaklarından kasıklarına kadar bacaklarını kaybetmesi de böyle başlamış. Diyaliz makinesine bağlı bir hayat sürmeye başladığı 2011 yılındaysa hayat ona farklı bir sürpriz sunmuş. Özkal, çok istediği kız çocuğuna 45 yıl rötarlı da olsa kavuşmuş. Sonradan kızı olduğunu öğrendiği isimse, dünya çapında bir süpermodel: Vendela Kirsebom.

Haberin Devamı

ONU HAYATIM BOYUNCA ARADIM

Victoria’s Secret’ın modellerinden, Sports Illustrated’ın kapak kızı olan, Batman serisinin üçüncü filminde oynayan Vendela Kirsebom, aslında Ahmet Özkal’ın ilk çocuğu. Ama kavuşmaları 2 yıl önce gerçekleşti. Özkal’ın oğulları Demir ve Ahmet’in “Babamızın bize en kıymetli mirası” olarak tanımladığı 45 yaşındaki Vendela Kirsebom, babasını uzun bir televizyon kanalı sayesinde buldu. Onu ilk olarak Amsterdam’daki evinde 7 kameraman eşliğinde ziyaret eden top model, baba özlemini onu hastalığı boyunca yalnız bırakmayarak kapatmaya çalıştı. Cenaze sonrası konuştuğumuz Kirsebom, kavuşmalarını şöyle anlatıyor:
“Onu çok aradım ama işim kolay olmadı. Annemle babam 1966’da İstanbul’da tanışmışlar. Bir süre birlikte olmuşlar ama sonra annem Norveç’e, babam da Hollanda’ya dönmüş. Ancak annem ülkesine döndüğünde hamile olduğunu fark etmiş. Beni tek başına yetiştirse de babam hakkında pek çok şey anlattı. Ailesi nasıldır, neleri sever bu tip şeyleri biliyordum, ama doğum yeri, tarihi gibi ona ulaşmamı kolaylaştıracak bilgiler yoktu. Sadece ismi ve bir fotoğrafı vardı, voleybol oynarken çekilen bir resim. Ankara’da nüfus müdürlüğüne gittim ama yüzlerce ‘Ahmet Özkal’ adında insan vardı. Norveç’te NRK kanalında bir arkadaşım köklerle ilgili bir program yapıyordu. Ona başvurdum. Dedektif gibi iz sürdüler. Amsterdam’da buldular. Onu görür görmez derin bir sevgi hissettim.
Ne yazık ki tanıştığımızda hastalığı ilerlemişti. Arayı kapatmak için fazla vaktim yoktu. Yazları Türkiye’de geçiriyordu, çocuklarımı alıp onu ziyarete geldim. Sonra da hep gitmeye başladık. Ameliyatları sırasında yanında oldum. Keşke daha çok vaktimiz olsaydı. Ama kardeşlerimle, ailemin diğer üyeleriyle görüşmeye, Türkiye’ye gelmeye devam edeceğim. Sonuçta köklerim burada.”

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!