Klasik caz severim cazın özü ağıttır

Güncelleme Tarihi:

Klasik caz severim cazın özü ağıttır
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 11, 2010 00:00

Beşir Atalay, İçişleri Bakanı olmasına rağmen sesi en az duyulan bakanlardan biriydi. Sanki bir görünmezlik zırhı örmüştü çevresine. Ortadaydı ama dikkat çekmiyordu. O zırh, ‘Demokratik açılım’, başka bir deyişle ‘Kürt açılımı’nın koordinasyonuyla görevlendirilmesiyle birlikte ortadan kalktı. Bu kez de açılımı konuştu. Bu söyleşi istisnalardan biri oldu; Atalay bu kez kendini anlattı.

Esas kökenimiz, Armutlu köyü. Keskin ve Kırıkkale civarındadır bizim aile. Soyadına geçerken bölünme olmuş. Ailenin bir kısmının soyadı Çağlar, bir kısmı Çağlayan, bizimki de Atalay. Beyzadeoğulları unvanını soyadı olarak almak istemiş olabilirler. Ama neden olmamış bilmiyorum. Dedem İbrahim Hoca medrese geleneğinden. Büyük oğlu olan babamın da ciddi bir medrese eğitimi almasını sağlamış. Babam öyle vaiz değil, çok görev yapmamış. Ama eğitim hayatı nedeniyle hep Keskin dışında olduğu için geç evlenmiş. Vefat ettiğinde 71 yaşındaydı. Ben de sekiz. Az tanıdım. O zaman aktif bir görevi yoktu. İçe kapanık, kitaplarla geçirdiği bir hayatı vardı. Bizim evin yanında kitap ambarı veya deposu gibi bir yer vardı. Orada çok fazla kitap vardı. Herhalde dini kitaplardı. Babamı kaybedince büyük abim, babam gibi oldu; beni o büyüttü. Mutlu bir çocukluk geçirdim. İlkokulu Keskin’de, liseyi Kırıkkale’de okudum. Beni okumaya teşvik eden ve destek veren rahmetli büyük abim oldu.

NECİP FAZIL’DAN ETKİLENDİM

Küçük yaştan itibaren Dostoyevski’den başlayarak klasikleri okudum. Belki edebiyat ortamıyla, dergileriyle bu kadar barışık olmamda lisedeki edebiyat öğretmenimin rolü vardır. Varlık dergisi okurdum. O yaşlarda tanıştığım bir diğer dergi de Büyük Doğu’dur. Biz lisedeyken rahmetli üstat Necip Fazıl Bey, Kırıkkale’ye bir konferansa gelmişti. O zaman kendisini dinlemiştim. Çok etkileyici, otoriter bir hatipti. Doğrusu hayatımda etkili oldu. Üniversite hayatımda da o muhitle ve edebiyat muhitiyle iç içe oldum.

ÜNİVERSİTE
Bülent Arınç’la üniversiteden arkadaşız

Ankara Hukuk Fakültesinde MTTB (Milli Türk Talebe Birliği) dernek başkanıydım. Bülent Arınç, sınıf arkadaşımdı, hep birlikteydik. Düşünce olarak da aynıydık. İkimiz de birer sene kayıpla 1970’te mezun olduk. O boykotlar vardı. Bizim de sene kaybımız ondan. Yoksa öğrenciliğim iyidir, notlarım yüksektir. Mehmet Elkatmış da bizim dönemden. Hukuk Fakültesi ve Mülkiye genç siyasi hareketlerin, olayların bir anlamda odağıydı. Önce kavga dövüş yoktu. 61 Anayasası’nın getirdiği özgür bir ortam vardı. Bizim fakülte, kantini bereketli bir fikir alanıydı. Masalarda böyle öbek öbek sosyal konular tartışılırdı.

AKADEMİSYENLİK
Radikal İslam’la ilgili bir tezim yok


Hukuku çok severek ve İçişleri Bakanlığı’ndan burslu okudum. Burs alan burada maiyet memurluğuna başlıyordu. Ben hemen başlamadım, avukatlık stajına başladım. Stajyerliğim sırasında Kalaba Ortaokulu’nda Fransızca öğretmenliği yaptım. O sırada Fransızcam iyiydi, üniversitede asistan olunca İngilizceye yöneldim. Şimdi de Fransızca konuşulanı biraz anlarım. Stajın adliye kısmını Ankara’da, avukatlık kısmını İzmir’de yaptım. Adliye ortamı beni biraz ürküttü, “Avukatlık yapmam” dedim. Bakanlıkta kısa süre uzman gibi çalıştım. Üniversiteyi kafaya koymuştum. Ankara’da, İzmir’de asistanlık sınavlarına giriyordum. Sonra Erzurum’a Atatürk Üniversitesi’ne gittim. Sosyolojiyi seçmemde hukuk sosyolojisi hocamız (geçen sene rahmetli oldu) Profesör Hamide Topçuoğlu’nun etkisi oldu. Hukuk felsefesi ve hukuk sosyolojisi gerçek hukukçuyu yetiştirir. Hukuk sosyolojisi penceresinden Ceza Kanununun 163. maddesinin uygulanması sorunları gibi bir seminer konusu çalışmıştım. Radikal İslam’la ilgili bir tezim yok benim. O, yanlış bilgi. Akademik hayatım sosyolojide sosyal değişmedir. Doktora tezim Doğu Anadolu bölgesinde köy gençliği üzerine bir çalışmadır. Doçentlik tezim ise sanayileşme ve sosyal gelişme. Sanayileşmenin getirdiği sosyal değişme için uygulama alanı olarak Kırıkkale’yi aldım.

AİLE HAYATIM
Hanımımdan ayrılmayı hiç istemem


Eşim İzmirli, Ege Tıp mezunu. Avukatlık stajı yaparken İzmir’de tanıştık. Erzurum’da ben üniversiteye başladıktan sonra hanım da mezun oldu, evlendik. İzmir’den Erzurum’a gelin götürmüş olduk, bir de kış günüydü. Sonra beraber gittik Amerika’ya. Doktora sonrası çalışma için gittiğim Michigan Üniversitesi özellikle uygulamalı sosyoloji alanında çok ünlüydü, halen de öyle. Toplumsal araştırmalardaki birikimimde o üniversitenin büyük katkısı oldu. Hanım da aynı üniversitenin tıp fakültesinde çocuk hastalıkları dalında ihtisasını yaptı. Amerika’dan Türkiye ile telefonla konuşmak bile zordu o dönem. Gazete bir hafta, 10 gün sonra geliyordu. Türkiye ile irtibat sınırlıydı. 1.5 sene hiç gelmeden orada kaldık. Aile benim için hayatta hep önemli oldu. Hayat yalnız zor. Aile ve dost. Böyle sınırsız, tam dost ama... Hayatımda bunun ikisi de çok güzel oldu. Ben hanımımdan hiç ayrılmak istemem. Şimdi çocuklar da gitti artık, ikimiz yalnızız. Yurtdışına gitsem bile hanımı da mutlaka götürmek istiyorum ama akademik hayatı devam ettiği için her zaman mümkün olmuyor. O Gazi’de. Erzurum’dan Ankara’ya gelince hanım da Gazi Tıp’a başlamıştı.

ÇOCUKLARIM
Büyük kızım Türkiye 60’ıncısıydı


Büyük kızım Fatma Betül, Bilkent’te bilgisayar mühendisliğini burslu okudu, üniversite sınavında Türkiye 60’ıncısıydı. Bilkent’i bitirince Maryland Üniversitesi’nden yüksek lisans bursu buldu. Orada doktorasını yaptı. İkincisi Zeynep, Siyasal’da uluslararası ilişkiler okudu. Politika mastırı yaptı, Amerika’da bir üniversitede doktora çalışmasına devam ediyor. Bir yandan da evlendi, eşiyle Dubai’de yaşıyor. En küçüğümüz Tuğba da anne mesleği doktorluğu seçti. Göz hastalıkları ihtisasını yeni bitirdi, Karaman’da çalışıyor.

DPT
Özal tatilden çağırtmıştı


Rahmetli Yusuf Bozkurt Özal Bey o zaman DPT müsteşarıydı. Onların talebiyle 1985’te Erzurum’dan geldim. Turgut Özal Bey’le burada tanıştım ama Yusuf Bey’i önceden tanıyordum. Sosyal Planlama Daire Başkanlığı yaptım. DPT, hükümet için merkezde bir kurumdu, tam anlamıyla bir mutfaktı. Rahmetli Özal, kendisi de eskiden oranın müsteşarlığını yaptığı için, DPT’yi daima çok çalıştırırdı. Turgut Özal bazen bir ayda hazırlanacak bir raporu sizden 24 saat içinde isterdi. İki defa beni tatilden çağırdı, birinde gittiğimin ertesi günüydü. Turgut Bey öğreten birisiydi. Bürokrat yetiştirirdi. 91 seçimi oldu, Demirel başbakan oldu. İlhan Kesici DPT müsteşarı olunca üniversiteye döndüm.

REKTÖRLÜK
Ayrıldıktan sonra gerekçeler buldular


Marmara Üniversitesi’nde fazla kalmadım. Rahmetli Turgut Bey cumhurbaşkanıydı. Bizi de tanıyordu, Kırıkkale il oldu, üniversite kuruldu. Kırıkkaleli olarak da beni kurucu rektör atadılar. Ben çok memnun olarak gittim. Beş yıl, arazisi geniş olsun, kampusu şöyle olsun diye çok çalıştım. 28 Şubat süreci geldi. O süreç kişilik sahibi yöneticiler için onur kırıcı pek çok şeyin olduğu bir dönemdir. İstifa edin dediler, 5-6 rektör istifa etti. Ben istifa etmedim, “Yaptığım her şeyin hesabını veririm. Beni atayan irade alabilir, itiraz bile etmem, yargıya bile gitmem” dedim. Onlar aldılar neticede. Cumhurbaşkanı’nın kararnamesiyle görevden alındım. Ben ayrıldıktan sonra gerekçeler arandı. ‘Rektörlüğün önüne Atatürk büstü koymadı’ falan gibi bir sürü gerekçe bulunmuş. Biz hiç öyle şeyler düşünmedik doğrusu. Her yer Atatürk resmiydi yani. Her fakültenin girişinde vardır, her odada vardır.

ANAR ARAŞTIRMA
Yenilikçi Hareket’in fikir merkeziydi


Rektörlükten alındıktan sonra bir grup arkadaşla ANAR’ı kurduk. Zaten benim alanım uygulamalı sosyoloji, yani alan araştırması, toplumsal analiz. Tayyip Bey ile rektörlük döneminden tanışıyordum. Bazı vesilelerle telefonlaşmalarımız olmuştu. Tabii bir araya gelip siyasi manada değerlendirmeler yapmak ANAR döneminde oldu. Fazilet içinde Abdullah Bey ile Yenilikçi Hareket ve kongre süreçlerinde çok görüştük. ANAR o hareketin fikri odaklarından biri oldu. Orası bir araştırma şirketi gibi değil, think thank gibi yürümüştür. Bu çalışmalarda çok yoğun bir araya gelinen bir mekan olmuştur. Aylık gündem araştırmasını orada icat ettik. Siyasi ortamı çok iyi okuyorduk. Ben o iki yılı kitaplaştırdım. Büyük bir boşluk vardı, dengeli bir siyasi çıkış çok güçlü çıkabilirdi. Devlet Bakanı olunca İstatistik Kurumu bana bağlandı. Araştırma sektörüne çeki düzen verildi. Bunları dışarıda kimse bilmez, biz sessiz çalışırız. Araştırma yapanlar İstatistik Kurumu’ndan izin alacak gibi tuhaf hükümleri temizledik. Araştırmacılar Derneği’ni güçlendirdik. Devlet İstatistik’ti, TÜİK oldu. İsmini ve yapısını değiştirdik. Oraya çok emek verdim. Bu, hayatımda beni mutlu eden işlerimden biridir. TİKA ölmüştü, orayı tekrar rayına oturttuk.

RECEP TAYYİP ERDOĞAN
Başbakan resmi ortamda Beşir Bey özel ortamda Beşir Hocam der


Abdullah Bey (Gül) başbakan olarak Bakanlar Kurulu’nu kurarken Cumhurbaşkanı tarafından bakanlığımın veto edilmesi söz konusu değil. Ben de öyle bir şey olduğu kanaatinde değilim. Sayın Ahmet Necdet Sezer’le daha önceden, yani Cumhurbaşkanı olmadan önce dostluğum, görüşmelerim vardır. Fakat daha sonra kabinede bir bakan değişimi olurken bir görüşme geçmiş. Bana bir şey söylenmedi. Ben konuşulduğunu hissettim. Bir tekliften ziyade bir konuşma yapılır o manada. Öyle bir şey olup olmaması beni çok etkileyen bir şey değil. Bundan rahatsızlık duymuş değilim. Bakan olmamı sadece Abdullah Bey değil, Tayyip Bey de istiyordu. Hatta parti kurucusu olmadım. İkisi de biraz alındılar, ısrar ettiler. O zaman ANAR, araştırma kuruluşu olarak güven vermişti. Araştırmalarımızı Sayın Baykal’a da gönderiyordum, çok memnun oluyordu. Kurucu olursam o yapıya zarar verir miyim diye düşünmüştüm. Sonra milletvekilliğini kabul ettim. Tayyip Bey, resmi ortamlarda bana “Beşir Bey” diye hitap eder, özel ortamlarda “Beşir Hocam” der, “Ağabey” demez.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!